Adana’da 30 Yaşında Bir Mimarın Güncesi

"Bizler, tarihin ortanca mimarları!" bugün ne ilk mezun olduğumuz günün umutlarına sahibiz ne de işini severek yapan insanların heyecanına...

Bu yazıyı yazma teklifini aldığımda hangi konuda yazacağıma epey bir kafa yordum. Yapı projeleri üzerine çalışan bir mimar olarak “kentsel dönüşüm” hakkında yazmayı düşünsem de bu konunun zaten yeterince irdelendiğini ve konuya daha vakıf kişilerin sözlerinin üzerine çıkamayacağımı düşündüğümden “Bir mimarın dönüşümü” üzerine yazmaya karar verdim.

Chuck Palahnuik’in Fight Club’a ilham olan “Bizler tarihin ortanca çocuklarıyız. Bir amacımız ya da yerimiz yok, ne büyük savaşı yaşadık ne de büyük buhranı. Bizim savaşımız ruhani bir savaş, en büyük buhranımız hayatlarımız.” meşhur dizelerinin mimarlık mesleğine yansıması da paralel esasen. Y kuşağının üyesi olarak özel sektörde kendi işini yapmayan, bir firmada çalışan mimarın neler yaşadığını, neler arzuladığını anlatmak istedim.

Girdiği her sınavda ortalama, ortalama üzeri başarı sergilemiş, “‘tıp, hukuk, mimarlık’ gibi geçerli bir meslek seç, hayatın kurtulsun” gibi telkinlerle beslenmiş, 30 yaşına geldiğinde hayatın rotasına oturacağına inandırılmış bir güruhun temsilcisi bugün neler düşünüyor?

“Bizler tarihin ortanca mimarları” bugün ne ilk mezun olduğumuz günün umutlarına sahibiz ne de işini severek yapan insanların heyecanına. Bizler önceki jenerasyonların sahip olduğu “kendi işini yaparsan, bir de iyi yaparsan müşterin zaten gelir” fırsatına sahip değiliz. Bunun tek nedeni piyasayı tekeline almış birkaç mimarlık ofisi değil elbette. Artan mimarlık bölümü kontenjanlarının, ihtiyaçtan fazla ve niteliksiz mimarların mezun edilmesinin, okul eğitiminin mezun olan mimarı piyasaya hazırlamaması ya da genel olarak Y kuşağının bakış açışının sürekli ezberci ve rotası belirlenmiş, farklı bir bakış açısına fırsat vermeyen bir eğitim süzgecinden geçmiş olmasının etkisiyle girişimci yönünün eksik kalması gibi nedenler sıralanabilir.


Konu mimarlıktan çıkıyor gibi görünse de bir kuşağın kişisel problemleri mimarlık hayatına yön verdiği için bu problemler mimarlıktan hariç değil. “Şu okulu kazan gerisi kolay.” sözleriyle gazlanmış, kazandığı gün “Bu okulu bitir gerisi kolay.” sözleriyle ulaştığı hedef başka bir hedefe yönlendirilmiş bir neslin kişisel çatışmalarının kendi mesleğine yansımaması mümkün müdür?

Mimar olduğu gün o sevinci yaşayamadan aslında yolun başında olduğunun, o günden sonraki kaygılarının çok daha ciddi ve sarsıcı olabileceğini idrak eden bir kuşağın temsilcisiyim. Bu kaygılar eşliğinde bir yandan hayatını asgari düzeyde geçirmeye çalışırken bir yandan başının üstünde “Demokles’in kılıcı” gibi mesleki anlamda kendini geliştirmek mecburiyetinde olmak zaman zaman çok yıpratıcı ve yorucu olabiliyor.

Teorik bir eğitim sürecinden geçtikten sonra pratik işlerde hiçbir şey bilmediğim zamanlarda sudan çıkmış balık gibi konuşulan dili bile anlamadığım 7-8 yıl öncesi zamanları hatırlıyorum. Mimarlık elbette diğer mesleklerden farklı olarak sürekli gelişime ve değişime ihtiyaç duyan bir meslek. Bu konuda ne işverenin ne de bir çalışanın itirazı olamaz. Fakat iş ilanlarındaki “en az 2 yıl tecrübe” çıtası “tecrübesiz” çıtasına çevrilmeden bir çalışanın 2 yıl tecrübeli olmasını istemek matematik bilimini inkâr etmiyor mu?

Yarışmalara girmelisin, yeni yayınları takip etmelisin, öğrenebildiğin tüm programları öğrenmelisin, şantiyede hem ince, hem kaba işlere hakim olmalısın, muhatap olduğun her insanın dilini ve huyunu öğrenmelisin. Bunları hemen öğrenmelisin ama günler 24 saat olarak kalacak. Bunları yaparken aldığın tasarım kriterlerinin aksine kocaman bir parselin köşesine 60-70 metre yüksekliğinde bir yapı yerleştirmelisin. Fakat benim de o parseli dilediğim gibi kullanacağım bir gün gelmeyecek mi albayım? Gelmeyecek! Çünkü maalesef Adana’da ve de bu ülkede mimariyi mimarlar değil, kullanıcılar ve müteahhitler yönlendiriyor. Ve sen pirinç çuvalında bir tane olarak müteahhidin istediğini yapmazsan başka bir tanenin yapacağını bilerek o işi yapmaya mecbur kalıyorsun.


Burası suyun yanında, Amsterdam.


Burası da suyun yanında, Adana.

“Zaman yokuşlar aşağı koşan vahşi atlar misali” ilerlerken 30 yaşında bir mimarın mezun olmadan önceki anılarının sonraki anılara göre daha taze gelmesinin sürekli tekrardan ibaret bir çalışma biçimine sahip olmasından başka bir neden gelmiyor aklıma.

Yine de kendisine bu iç karartıcı şartlar altında kuytu da olsa bir yer edinmiş mimar olarak, yolun henüz başında olan arkadaşların sorunlarına dikkat çekmek istedim. Niyetim çok karamsar bir tablo çizmek değil aslında, sadece herkesin dışarıdan güllerin güzelliğini gördüğü bahçenin dikenleri olduğunu da dikkat çekmek.

Sanılanın aksine bir mimar oturduğu evi çizmiyor, aksine kentsel dönüşümle oturduğu bina yıkılacağı için, o parsele etütler hazırlıyor. Çünkü o evi kendisi yıkmazsa başka birilerinin yıkacağını çok iyi biliyor.

Etiketler

Bir yanıt yazın