Mimarlık Kültürü için Alternatif Bir Platform: MİMAD

MİMAD (Mimarlık Kültürü ve Mirası Araştırmaları Derneği) Yönetim Kurulu üyeleri Seda Kula Say ve Meryem Müzeyyen Fındıkgil ile derneğin yapısı, çalışmaları ve hedeflerinin yanı sıra kent gündemiyle ilgili keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik.

Betül Atasoy: Türkiye’de mimarlığı dert edinen çok fazla dernek yok. Siz neyin eksikliğini hissedip MİMAD‘ı kurmaya karar verdiniz?

Seda Kula Say: “Ne eksik görüldü?”den ziyade, dediğiniz gibi çok fazla dernek yok. Aslında hiçbir konuda yeterli STK yok. Beş arkadaş bu işe giriştik, hepimiz mimar kökenliyiz, mimarlık tarihi ve restorasyon alanlarında çalışıyoruz. Genel olarak bu alanların da daha interdisipliner bir şekilde ele alınması gerektiğini düşünüyoruz. Bunun yanı sıra bilgiyi üretmek ve paylaşmak anlamında varolan platformların yetersiz olduğunu düşündük. Buna dair yeni bir mecra yarattık aslında. Şimdilik emekleme aşamasında, ufak faaliyetler yapıyoruz. İleride bilgiyi üretmek ve paylaşmak adına daha verimli çalışabileceğimizi düşünüyoruz. Mimarlık bağlamında her alanı kapsayan interdisipliner bir ortam yaratmaya çalışıyoruz, bu açıdan zaten derneğimizin ismi “Mimarlık Kültürü” ifadesi ile başlıyor.

Meryem Müzeyyen Fındıkgil: Üniversitede ders verirken mimarlarla mühendisler arasındaki farkı şu şekilde vurguluyorum, genel bir ifade bu, bana ait değil: “Mühendisler bir konuyu derinine ve çok ayrıntılı bilirler, mimarlar da herşeyi biraz bilirler” Başka bir deyişle mimarlık interdisipliner çalışmaya çok uygun bir meslek dalı. Uygulama alanında yaygın interdisipliner çalışmayı, ne yazık ki araştırma alanında daha az görüyoruz. Örneğin şantiyeleri yönlendirici konumdakiler mimarlar oluyor. Proje yöneticisinin mimar olması gibi… Araştırma alanında ihtiyaç olmasına rağmen disiplinlerarası çalışma çok yapılmıyor. Alanımız, arkeolojiden çağdaş sanata kadar geniş bir yelpazeye uzanıyor. Bazı kent araştırmalarında sosyolojik bir analiz yapmanız gerekiyor. Bu anlamdaki platformların az olduğunu gördük. Özellikle bunu oluşturmaya çalışıyoruz. Tesadüfen birlikte çalışıp birlikteliği sürdürebileceğimizi anlayan beş arkadaşız. Hepimiz mimarız ancak mümkün olduğu kadar diğer disiplinlerdeki üyeleri arttırmak ve bu alandaki çalışmaları çoğaltmak istiyoruz. Yani arşivci de, kütüphaneci de herkes projelerin bir ucundan tutarsa daha derinlikli ve anlamlı çalışmalar ortaya çıkabilir.

BA: Diğer dernekleri de göz önüne alırsak sizin gündeminizde farklı olan nedir?

MMF: Aslında daha önce de benzer bir vakıf kurulmuş: Kültür Bilincini Geliştirme Vakfı. Lütfen bu söylediklerimi dernek görüşü olarak almayalım; paralellik kurma tamamen şahsi görüşüm. Sanıyorum 1980’li yıllardan sonra yaşanan sorunlar nedeniyle kurulan bir grup. Bizlerin de hocası olan Prof. Dr. Afife Batur’un da kurucuları arasında olduğu bir vakıf. Adı geçen vakıf, yöneticilerinin ağırlıklı olarak turizm sektöründe olması nedeniyle zamanla turizm sektörüne hizmet eden işlerde daha yoğun çalıştılar. Biz ise bilimsel araştırma alanına öncelik vermek istiyoruz.

BA: Bu dönemki projelerinizden bahsedelim o halde…

SKS: İlk olarak “Doktora Seminerleri”yle başladık ancak ileride birkaç tip seminerimiz olacak. Gündemimizde öncelikle bu seminer serisini başarılı bir şekilde sürdürmek ve kurumsallaştırmak var. İnternet sitemizi yeni oluşturduk, onun içeriğini, örneğin doktora tezlerinin özetlerini koyarak zenginleştirmek istiyoruz. Çoğu tez maddi sebeplerden dolayı yayınlanamıyor, ulaşımları güç oluyor. Bu sebepten önemsiyoruz. İkinci olarak kitap eleştirilerine başlamak istiyoruz sitemizde. Bunun dışında da araştırma projelerine yoğunlaşmak istiyoruz. Tüm projelere açığız aslında şu aşamada. Yani içeride kotarılmış bir proje olabilir, ya da dışarıdan bizim yaptığımız çağrı sonucu ekibi oluşturulacak bir proje ya da tamamen dışarıdan önerilen ve dernek olarak işbirliği yapabileceğimiz bir proje de olabilir. Şu aşamada iki proje üzerinde kafa yormaya başladık. Tabii bunlar için maddi kaynak arama konumuz da gündemde.

MMF: Kentimizde kurumsallaşmış epeyce seminer düzeni var; ancak çoğu yabancı dilde, yabancı arkeoloji enstitülerinin oluşturduğu programlar. Dil probleminin de hala yaygın olduğunu fark ettik. Ayrıca bazı seminerler popüler bir nitelik kazanmaya başladı. Semineri verenler bilimsel araştırma yapmış kişiler, ancak katılımcılar ağırlıklı olarak tırnak içinde “sade vatandaşlar”. Dolayısıyla standartlar ve soru-cevap faslı farklı bir nitelikte oluyor. Oysa ki bilimsel alanda çalışan insanların da biraraya gelme ihtiyacı var.

Bir diğeri ise anlamlı bir model olduğunu düşündüğümüz bir proje. Bazen ülkemizde un var, şeker var, helva bir türlü olmuyor durumu var bilirsiniz.. Tarihi yapılanmanın hızla kaybedildiği bir alanda yaşıyoruz. Sit alanı ilan edilmiş, çivi çaktırılmayan, ancak binalar yıkılma durumuna gelmiş bir alanda belediye önlem almış durumda. Çekilen güvenlik perdesi gerisinde neler olduğunu görmüyoruz. Yapı sahiplerinin iyileştirememe gerekçesi olarak söylenen ise, kolayca oluşturulabilecek rölövesinin olmaması vs. Bu alanda herkesi bir masa başına toplayan, belediyeyi akademik ortamla biraraya getiren, bunun dışında parasal katkıları da olabilecek mecralarla bir çalıştay ortamı yaratmaya çalışıyoruz.

BA: O halde bu derneğin sadece akademik bir profili olmayacak, kentteki güncel konular da ajandanızda yer alacak değil mi? Yani iki farklı alanı biraraya getirmek hedeflerden birisi…

MMF: Herkes karşı taraftan bekliyor adımları. Örneğin rölöve yaptıramıyorlar, halbuki üniversiteler çalışma yapacak alanlar arıyorlar. Biz aslında bir bağlayıcı görevi görmek ve bir ilişki ağı oluşturmak istiyoruz.

SKS: Kent gündeminde belirli problemler var ancak bu problemlerin de belli ve gerçek nedenleri var. Önemli olan söylemimizi bir öneriyle beraber ortaya koyabilmek. Yani bir sinerji yaratabilecek “karşı öneri” getirebilmek. “Bu olmaz, yapılmamalı” diye kesip atmanın çözüm olduğuna inanmıyoruz, ilgili tarafları yapıcı işbirliğine teşvik edecek öneriler oluşturabilmak bizim yaklaşımımız.

MMF: Taksim Meydanı’nda inşaat başladı bile… Buna benzer bir proje Aksaray’da da yapılmak isteniyor. Süreçte bilgilendirme çok az ne yazık ki. Biz bunu sağlayacak bir ortam oluşturmak istiyoruz. Ancak biz de bunun yanı sıra alternatif, daha kolay çözülür ve kentin ihtiyacı olan meydan projeleri önerebiliriz diye düşündük. Bu tip konularla ilgili doğruları ısrarla söylemek, projelerin daha nitelikli hale gelmesi için katkıda bulunmak ama meydanlaşmaya yönelik böyle bir istek yoğunsa, kentin kaybettiği ancak belleklerde önemli yeri olan, kolayca geri kazanılabilecek alanlar üzerinde çalışıyoruz.

BA: O kadar keskin bir şekilde projeler ortaya atılıyor ki, örneğin projelerin kamuya yansıyan kısmı sadece 2-3 adet üç boyutlu çizilen imaj oluyor. Daha katılımcı bir ortam fikri üzerine çalışıyorsunuz, ancak bunu başarmak nasıl mümkün olabilir?

SKS: Evet pratik anlamda birçok şey için yaptırım gücümüz yok. İlk olarak yapılabilecek olan “sorunu dillendirmek”. Bu çok zayıf görünebilir ama, ısrarlı bir şekilde tartışma ortamları yaratmanın etkili bir yöntem olduğunu düşünüyoruz. Projelendirmek tabii ki daha zor bir safha, yerel ve merkezi otoritelerin de hoşlanmadığı bir durumsa özellikle.

Bugünlerde tasarım aşamasında olan bir projemiz, son dernek toplantımızda bir mimar üyemiz tarafından gündeme getirilen “Mimarlık ve Güzel Sanatlar İşbirliği” konusunda. Ülkemizde 19. yüzyılda yoğunlaşan ve belki de 1980’lere kadar iyi kötü süren, bugün örnekleri görünmez/ulaşılamaz hale gelen, bina ile bütünleşik şekilde varolan sanat eserleri. Bu birliktelik artık pek de önemsenmiyor. Belki de mimarinin estetik boyutunun yozlaşmasının arkasında yer alan faktörlerden biri de bu. Eskiden bir merkezi ya da yerel otorite bina yaptırdığı zaman işin bu anlamda estetik boyutu düşünülüp, yapıyla entegre bir heykel, mozaik sipariş veriliyormuş. Tabii günümüzde mimari ve güzel sanatlar birlikteliği kavramı değişmiş durumda. Önceden bir bezeme niteliğindeyken, günümüzde eserin binaya yön vermesi ya da bir enstelasyon gibi yapılması söz konusu olabiliyor. Türkiye’de 1980 sonrasına bakıldığında, bu birlikteliğin pek önemsenmediğini görüyoruz. Bunu gündeme sokacak, belirli bir pilot alan ve zaman belirleyerek biraz da envanter tarafı olan, yurtdışındaki örneklerle karşılaştırmalı olarak konuyu ele alabileceğimiz bir proje tasarlamaya çalışıyoruz.

MMF: Herkes olaylara kendi çerçevesinden bakıyor. Ben de mimarlık tarihçisi olarak projeyi şu anlamda derinlikli buluyorum. Günümüzde özellikle Osmanlı’daki köklerimizi arıyoruz, bu anlamda en gelişmiş sanatın mimarlık olduğu tartışılmaz. Diğer sanatlar da hat ve çini gibi mimariyle birlikte yürüdükleri kadar gelişebilmişler. Böyle bir geleneğimiz var. Bir adım daha geriye gidip kendimizi biraz Bizanslı ve Romalı görürsek, o zaman mozaik geleneğimizin de olduğunu söyleyebiliriz. “Neden günümüzde mimari ve güzel sanatlar bu kadar kopuk?” sorusuna da cevap arıyoruz.

BA: Özellikle 1980’lerden sonra iletişimin ve bilgi birikimin artması ve yabancı sermayenin ilgisi sonucu inşaat sektörü ivme kazandı. Bu durum kültürel açıdan kenti ve mimariyi nasıl bir yöne sürükledi?

SKS: Çok nitelikli binalar olsa da ne yazık ki, bunları gölgeleyecek olumsuz şeyler oluyor. Bir de tabii rant konusu herşeyi bastıran bir öğe durumunda. Merkezi ve yerel yönetimlerin tutumları neredeyse mimariyi tartışılamaz kılan bir ortama sebep oluyor. Örneğin Çamlıca Camisi’nin yapılmasında konunun mimari yönü tartışılmaya çalışıldı ancak, hem rant hem de politika o kadar baskın durumda ki, bunlar da mimari kaygılardan o kadar kopmuş ki, bu sebepten bazen diliyorum İstanbul’daki mimari faaliyetler bir an dursa da nerede bulunduğumuzu, önümüzü görebilsek. Tamamen kontrolden çıkmış bir görüntü var.

BA: Peki derneğin ilgi alanlarına giren disiplinler açısından Türkiye’deki eğitimi değerlendirir misiniz? MİMAD bu anlamda eğitimin neresinde kalacak?

SKS: 1980’e kadar İTÜ’de Mimarlık Tarihi ve Restorasyon Enstitüsü vardı. Bunun canlandırılma ihtimali üzerinde tartışmıştık. Enstitü kısa bir sürede, Safranbolu evlerinin ortaya çıkarılması ve çok nitelikli bir bilimsel süreli yayın yapılması gibi önemli işler başarmıştı. Çok olumlu katkıları olmuştu ancak ne yazık ki devamlı olamadı. Biz de önce bunun gibi bir kurumun yine okul bünyesinde hayata geçirilip geçirilemeyeceğini tartışarak başladık aslında. Bu MİMAD’ın eğitim açısından amacına dair bir ipucu verebilir diye düşünüyorum.

Devlet ve hızlıca açılmaya devam eden vakıf üniversitelerinin özellikle mimarlık bölümleri oldukça fazla sayıda. Bunun dışında tarih, sanat tarihi, iç mimari bölümleri de azımsanmayacak sayıda. Ancak üniversitelerde, ekip kurup araştırma projeleri yapmak tesadüflere bağlı. Bilgiyi paylaşmak ilgili akademik ortamla sınırlı. Rekabetin olumlu yönleri var şüphesiz ancak akademik kıskançlık gibi olumsuz bir noktaya da gelebiliyor. Bunun dışında üniversitelerde bir de bürokrasi var. Ayrıca akademisyenlerin aşırı iş yükleri sözkonusu. Halbuki ciddi bir enerji aktarılması gerekiyor böyle bir oluşuma, biz de böyle bir ortamı akademik ortamda yaratamayacağımıza karar verdik. Bunun dışında birçok disiplinle ilgili konuları bilimsel bir platforma aktarmaya çalışıyoruz, bilimsel bir bakış açısı getirmek istiyoruz ve bu multidisipliner yaklaşım da en azından mevcut durumda akademik ortamla uyuşmayabiliyor. Hepsinin yanı sıra, çok basitçe, kadro/iş olmaması sebebiyle çoğu araştırmacının akademik ortamda olması da mümkün olmuyor. Bağımsız bir dernek olursak akademik hayatta olmayan birçok kişinin de katkısını alabileceğiz. Sonuçta akademik ortamda kısıtlı kalmanın çözüm olmadığını farkettik.

MMF: Devlet üniversitelerine eleman alımı, adeta çaycı alımıyla benzer bir düzene geçti. Özel üniversitelerde ise müşteri -bu durumda veliler oluyor öğrencilerden önce- beklentileri ile dersleri verecek kişileri devlet üniversitelerinden çağırıyorlar ve saat ücretiyle çalıştırıyorlar. Şık binalar yaptırıyorlar ancak kütüphanelerine kitap aldırmak sorun oluyor. Bu da ne kadar araştırmacı birilerinin yetiştirilmeye çalışıldığını gösteriyor. Öğrencilere ders kitabı olarak verilen kaynakların birer kopyasını kütüphaneye sağlamak bile problem oluyor. Dolayısıyla orada akademisyen olarakçalışanların kendi araştırmalarını devam ettirmeleri oldukça zor.

BA: O zaman MİMAD akademiye alternatif bir platform mu oluşturmaya çalışıyor?

SKS: “Bir platform daha”diyebiliriz. Hem az önce saydığımız nedenlerden, hem de örneğin pratiğe yönelik bazı projeleri , özellikle “aykırı ses” niteliği taşıyanları üniversite bünyesinde yapmak mümkün olmadığından. Ama mutlaka alternatif gibi düşünmemeli, şüphesiz işbirliği de sözkonusu olmaktadır ve olacaktır akademik ortamla.

MMF: 1980 öncesi mimarlık eğitimi veren üniversite sayısı herhalde 10 civarındaydı. Şu anda sadece İstanbul’da 10’dan fazladır. Dolayısıyla akademisyenler arasında da parçalı bir yapı var. Oysa ki birlikte çalışmalayı sağlamak önemli. Bu da bizce ancak farklı bir çatı altında mümkün olacaktır. Bunun yanı sıra akademisyen olan ya da olmayan tüm üyelere açık olduğumuzu da belirtmek isterim.

BA: Bu keyifli söyleşi için teşekkür ederim.

SKS, MMF: Biz teşekkür ederiz.

Etiketler

Bir yanıt yazın