Mehmet Bayrak: “Bizim hayalimiz dünya markası olmak”

Stoneline Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Bayrak ile söyleşi.

Finans eğitimi aldınız, bu alanda kariyer yaptınız. Sonra tamamen farklı bir sektöre geçiş yaptınız ve sadece Türkiye’de değil dünyada tanınan bir marka yarattınız. Finanstan doğal taş işine nasıl geçiş yaptınız?

Bankacılığı 3-4 yıl kadar yaptım. Ben Saint Joseph mezunuyum. Finans sektöründe Fransızca’nın çok işe yaramadığını sonradan anladım ama Fransızca’nın İngilizce öğrenmem için faydası oldu bana. Ardından Marmara Üniversitesi’nde işletme okudum. Üniversiteden sonra Fransa’da iş idaresi üzerine master yaptım. İki buçuk yıl sonra Türkiye’ye döndüm ve bankacılık sektöründe çalıştım. Türkiye’de bankacılıktan sonra ABD’ye gittim ve 9 ay kaldım. ABD’den dönünce Sınai Yatırım ve Kredi Bankası’nda çalıştım. TSKB’nin kardeş bankasıydı, sonra birleştiler zaten… Yatırım kredileri veriyordu. Ben Dünya Bankası ve ülke kredilerinin dağıtımından sorumlu mali analisttim. Çok güzel deneyimler kazandım orada. Sonra yine ABD’ye gittim. ABD’de finans dünyasında çalışabilmeniz için gerekli olan Serie 7 sınavına girdim. Yanılmıyorsam o sınavı alan ilklerden biriydim. Sınavı aldım ve geldim Türkiye’ye. Bir menkul değerler şirketinde 3 yıl kadar çalıştım. 1994 krizi çıkınca 15 civarında şirket battı ve benim çalıştığım şirket de onlardan biriydi. Ondan sonra danışmanlık yaptım. Ve akabinde bu işe Ahmet Eren Bey’in vasıtasıyla girdim. Yeğeni uzun yıllar ABD’de yaşamış ve Türkiye’ye gelince kendi ürettikleri malların satışı üzerine bir firma kurdu ve bana yöneticilik teklif etti. Teklifi kabul ettim ve başladım. Finanstan ve bankacılıktan da biraz sıkılmıştım. 1997 yılında başladım. Başta Ahmet Eren’in ürettiği malzemelerin satışını yapıyorduk. O ve yeğeni de ortaktı şirkete. Bunları satmaya çalışırken tamamen bir rastlantı olarak taşa girdik ve taşı o kadar çok sevdim ki diğer işleri temizlemeyip sadece taşa konsantre olacağız dedim ve öyle devam ettik. Çok da iyi oldu. 2004’te Ahmet Bey ve yeğeni şirketten ayrıldı. Ben eşimle beraber şirketi götürmeye başladım. Hep söylerlerdi mermerin tozunu yutan bu işten ayrılamaz diye, gerçekten çok güzel bir meslek. İçinde sanatı barındırıyor. Çok özel taşları bir tablo olarak betimleyebileceğiniz bir meslek. Kendimi çok şanslı hissediyorum. Bir kere çok iyi insanlardan oluşan bir ekiple çalışıyorum. Burada bir arkadaşlık havası var. Son okuduğum bir kitapta Ömer Aras ‘şefkatli yönetim’ diye bir yönetim tarzı koymuş ki ben ona inanıyorum. Bizde ast-üst yoktur, saygı vardır. Herkes kendi işini en iyi şekilde yapmaya çalışır. Hepimiz şirketi iyi bir yere getirmeye çalışıyoruz. Toplam 130 kişi olduk şu anda.

Taş işine tesadüfen girdiğinizi söylediniz ama 25 yılı geride bıraktınız. Lüks segmentte dünyada tanınan ve tercih edilen bir marka oldunuz. Doğal taşların hangi segmentlerinde varsınız?

Biz Stoneline olarak şu anda mermer, kuvarsit, yarı değerli taşlar gibi doğal taşların tüm segmentlerinde bulunuyoruz. Son bir yıl içinde artizanal terazzo segmentte Palezzo markamızı yarattık. Ar-Ge çalışmalarını yaptık ve yavaş yavaş piyasaya açılıyoruz. Bu yıl Paris’teki Maison Objet fuarıyla da Palezzo markamızla dünyaya açılacağız. Dolayısıyla taşın her branşıyla uğraşıyoruz. Montajını da yapıyoruz. Aslında biz komple projeyi yapıyoruz. Bir otel giydirmesi veya bir mağaza giydirmesi, rezidanslar, villalar… Yurt dışı projeler de yapıyoruz ve bizim asıl hedefimiz yurt dışında büyümek. Ciromuzun yüzde 65-70’ini yurt dışından getirmeyi hedefliyoruz ve bu sene bunu yüzde 50’ye çıkarabileceğimizi görüyorum. 3-4 yıl içinde de yüzde 70 bandına çekeceğimize inanıyorum.

Yurt dışında başarılı olmak ve hedeflerinize ulaşmak için neler yapıyorsunuz, nasıl fark yaratıyorsunuz?

Yurt dışında başarılı olabilmeniz ve bu sektörün lideri olan İtalyanlar ile baş edebilmeniz için insan ve makine anlamında çok iyi donanıma sahip olmanız gerekiyor. Ve tabi kurumsallaşmaya ihtiyacınız var. Minimum hatayla çalışmalısınız. İtalya bu işte bir marka, Rönesans’tan beri yapıyorlar, 5 nesildir bu işi yapan aileler var. Tabi ki onlarla rekabet kolay değil ama artık bilgi çağındayız. Mesafeler kısaldı. Ben yurt dışına çok seyahat ederim, teknolojik gelişmeleri görmeye çalışırım. Bizim eksiklerimiz yok mu var… Sektörün en büyük eksikliği pazarlama ve planlama, en önemlisi stratejik planlama yapmamamızdır. Biz dünyanın bir numarası olan İtalyan Antolini firmasının temsilciliğini aldık. 7 senedir devam ediyoruz. Bu temsilciliği aldığımız gün arkadaşlarımla toplantı yaptım ve onlara bizim onlardan öğrenmemiz gereken en önemli şey pazarlama olmalıdır, Antolini’yi ziyaret edelim, eksiklerimizi görelim ve yatırım yapalım dedim. Ve gerçekten çok şey öğrendik. Ben şuna inanıyorum; bir şey yapıyorsanız en iyisini yapacaksınız. En iyisini yapmak için de gidip Amerika’yı yeniden keşfetmenize gerek yok. Oraya gidip nasıl yaptıklarına bakmak ve onları nasıl aşarım demek lazım. Sonuçta biz de pazarlama alanında çok yol kat ettik. Biz bir doğal taş şirketiyiz ama ekibimizde bankacılık ve finans dahil her sektörden üst düzey yöneticimiz var. Çok iyi bir kadroya sahibiz ve bizim en büyük şansımız bu. Zaten ben tek adam şovuna inanmam. Ekip olunca herkes birbirinin eksiğini tamamlar ve güzel sonuçlar alırsınız. Bizim üst yönetim çok kaliteli, kendi branşlarında büyük şirketlerde yöneticilik yapan isimlerden oluşuyor. Bizim en büyük yatırımımız insana yaptığımız yatırım. Ben bu işe girerken taştan hiç anlamadığım halde Türkiye’de çok iyi bir noktaya geldim. Segmentimizde lideriz. Masaya 3-0 yenik otursak da beraberliği getirip uzatmalarda golü atabiliyoruz. Biz proje satıyoruz. Ocak sahibi değiliz. Ocak sahibi eşsiz ürüne sahiptir ve onu satar, pazarı vardır. Proje satıyorsanız mimarlarla çalışmak zorundasınız. Bu çok zor. Bir İngiliz mimarın karşısına oturup sunumunuzu yapmak, projeyle ilgili detayları konuşmak, o projeyi almak için çoğunlukla İtalyan ve Fransızlar ile rekabet etmek pek kolay değildir. Biz bunları başarmaya başladık ve çok mutluyuz.

Dünya markası olma yolunda yatırım yapıyorsunuz. Bu hedefiniz doğrultusunda İngiltere’de şirket kuruyorsunuz. Bu konuda hangi aşamadasınız? Bu şirketin hedeflerinize katkısı ne olacak?

Londra’da şirket kuruyoruz. Şirketimiz pandemi yüzünden biraz gecikti ama birkaç hafta içinde kurulmuş olacak. Zaten biz İngiltere ağırlıklı çalışıyoruz. Orada bir ofisimiz ve showroomumuz olunca çok daha başarılı olacağımıza inanıyoruz. Bizim coğrafyamızda eski Sovyet Cumhuriyetleri, Rusya ve Ortadoğu’da İngiliz mimari bürolarının çok ağırlığı vardır. Biz Londra’yı bu yüzden hedefledik. Zaten 5-6 yıldır pazarlama çalışmaları yapıyorduk, şimdi yerleşik bir firma olarak çok daha başarılı olacağımızı öngörüyoruz. Cironun yüzde 65-70’ini yurt dışından sağlama hedefimizi tutturmak için de çok yardımcı olacak.

Lüks ve üzeri segment ürünlerinizle Chanel, Hilton otelleri gibi dev markaların tedarikçisi haline geldiniz. Kimlerle çalıştınız, yeni markalar olacak mı?

Biz lüks ve üzeri segmentte çalışıyoruz. Proje yapıyoruz. Chanel’in yurt dışı tedarikçilerinden biriyiz. Yine lüks bir tekstil firmasına teklif veriyoruz. Hermes’e teklif verdik ve oraya da girmeye çalışıyoruz. Proje bazlı Prada ile çalıştık. Bu firmalarla çalışabilmek çok kolay değil. Ama bu uzun ve meşakkatli bir yol. Çok çalışıyorsunuz. İtalyan bir kere gidiyorsa siz 10 kere gidiyorsunuz. Sizin bir atımlık kurşununuz var ve o işi hatasız yapmanız gerekiyor ki sizi bir daha denesin. Biz bunu sağladık. Daha çok firmayla çalışmak istiyoruz ve bunu sağlamak için çalışmalarımız devam ediyor.

Türkiye’de sektöre yön veren markalardan biri oldunuz. Yurt dışına ilişkin hedefleriniz neler, nasıl bir strateji belirlediniz?

Bizim hayalimiz dünya markası olmak. Türkiye’de gelebileceğimiz en iyi noktaya geldik, gidebileceğimiz çok yol kalmadı. Pazar payımız iyi. Artık yurt dışında büyümemiz ve dünya markası olmamız gerekiyor. Projelerde dünya markası olmak çok zor bir olaydır. Sadece bizim için değil İtalyan firma için de zordur. Olabilir miyiz? Olabilmek için çok çalışıyoruz. Dünya markası olabilmek için iyi bir ekip kurduk ve gayet iyi gidiyoruz. Hayallerimiz var, İngiltere’deki firmamızı ilerde büyütmek zorunda kalabiliriz. Elbette üretim üssümüz her zaman Türkiye olacak. Ülkemizi çok seviyoruz, iyi olduğumuz noktaları ön plana çıkarıp yurt dışında çok iyi bir yere geleceğiz. Aslında bu anlamda epey yol kat ettik. Dünya markası olma yolunda iyi bir noktaya geleceğimize inanıyoruz. Bizim hedefimiz Antolini’yi yakalamak. Bu çok zor ama neden olmasın? Bunun için yola çıktık ve gayet iyi de gidiyoruz. Artık dünyada da özel taşların iyi alıcısı olarak biliniyoruz. Ben iyi taş neredeyse peşinden giderim. Taşların peşinde dünyayı dolaşırım, kalkıp hiç bilmediğim yerlere giderim ve iyi taşı bulurum. Aslında biz koleksiyoneriz ve iyi tabloları topluyoruz.

25 yıllık sürece baktığınızda sizin için kilometre taşları neler oldu? Size eşik atlatan, dönüm noktası dediğiniz bir proje var mı?

Elbet de var ama en önemlileri Vedat Aşçı ile yaptığımız projelerdir. Vedat Aşçı, müteahhitliğe kalite açısından yeni bir bakış açısı getirmiştir. Kaliteye çok büyük önem verir. İlk projemiz Esentepe’deki Astoria projesiydi. Oraya bir Fransız taşı istedi. Çok pahalı olduğunu söyledim, “Yapalım, oranın güzel olması lazım” dedi. Bodrum’daki Mandarin projesi çok önemliydi. 121 bin metrekarelik taş kullanıldı orada. Sadece bizim verdiğimiz buydu… Onunla birkaç proje yaptık ve hepsi şirketimiz için kilometre taşıydı. Stoneline’ın kısa zamanda bu noktaya ulaşmasında da kaliteye verdiğimiz önem yatıyor. Rakibe bakmayız, kendimizi nasıl geliştiririz, bir adım öteye nasıl geçeriz diye bakıyoruz. Hep daha ileriye gitmenin hesaplarını yapıyoruz. Bizim satış sonrası hizmet ve müşteri deneyimi departmanımız var. İtalya’da büyük firmalar dahil kimsede görmedim. Bu departmanımız proje alındığı andan bitene kadar her aşamada müşteriyi bilgilendiriyor. Bitiminde de bir dosya sunarak bakımdan ve kiminle iletişim kurulacağına kadar her bilgiyi veriyor. 3 sene sonra bile bir şikayet gelse giderler ve çözmeye çalışırlar.

Hiç 25 yıla baktığınızda “Keşke şu projeyi biz yapsaydık” dediğiniz oldu mu?

Kaçırdığımız birçok proje olmuştur. Ama ben kişilik olarak da pek geriye bakmayı sevmem. Deneyimi alır, cebime koyarım. Kafayı buna takmam ve daha iyi projeleri almak için önüme bakarım. Örneğin şu anda Avrupa’da büyük bir rezidans projesi aldık. İki proje üzerinde de çalışıyoruz. İngilizler ile Bakü’de çok büyük ve lüks bir ofis binası projemiz var. Bir İngiliz mimari grup projeyi çizdi, Brezilya taşı koydu. Biz Brezilya’da araya aracılar koyup kapanmış bir ocakta taşı bulduk, çıkarttırdık ve projeyi kazandık. İşte dünya markası olmak için bunları yapmak gerekiyor. Azerbaycan’da Pasha grubu ile çalışırız. İnşaatta açık ara en büyük firmadır orada… Bazen lüks işlerini ihalesiz doğrudan bize verirler. Ama biz buraya 15 yılda geldik. Londra’dan bir istek geldiğinde dünyanın herhangi bir yerindeki taşı bulacağımızı bilirler ve buluyoruz da… Başarmak çok büyük bir mutluluk. Biz şu işi kaçırdık demek yerine başarının tadını çıkarmak çok önemli. Ama kaybettiklerinizden de ders çıkarmanız lazım. Biz de öğrenerek mükemmele doğru gidiyoruz.

Türkiye özellikle mermerde çok zengin kaynaklara sahip ama özellikle dev projelerde bile yerli taş kullanılmıyor. Bu konuda neler söylersiniz?

Biz mermerde rezerv anlamında dünyada bir numarayız. Son 15-25 yıldır öyle çok ocak açıldı ki belki çeşitlilik açısından da bir numaradayız. Ama blok satışlara baktığınızda dünyanın en ucuz bloklarını satan ülkeyiz. Biz de ortalama 200 dolardır hatta daha aşağısıdır blok satışları. Çin’de bile 400-500 dolara bulamıyorsunuz. Niye? Biz pazarlamayı bilmiyoruz. Bizim pazarlamadan anladığımız tek şey fiyat indirimi yapmak. İtalyan’la konuşuyorum niye yılda 5 ton çıkarıyorsun diyorum o kadar talep var diyor ve o bloğu 1000 euro’ya satıyor. Biz 100 bin ton çıkartıyoruz ve 100 dolara satmaya çalışıyoruz. Bu çok acı. Bunu aşmamız lazım. Bu Türkiye’nin değeridir. İstisnalar var ama maalesef sürümden kazanmaya çalışıyoruz. Bizim bunu aşmamız lazım. Öte yandan şirket yönetimi de çok önemli. Şirket yönetiminde finansal planlama kolay değildir. Türkiye’de şirketlerin çoğu patron odaklı yönetiliyor. Patron şirketleri her şeyi kendilerinin bildiklerini sandıkları için özellikle finansal pazarlamada çok yanlış yapıyorlar. Ben bankacıyken öyle patronlar gördüm ki şirketinin zarar ettiğinden haberi yoktu…

Yurt dışı projelerde Türk taşları kullanımı hangi düzeyde? Siz bunu artırmak için neler yapıyorsunuz?

Bizim projelerimizde yüzde 60-70 Türk mermeri kullanılıyor. Yurt dışında gelen projelerin yüzde 100’ü yabancı olarak geliyor bize… Burada bir mühendislik çalışması da istiyorlar. 100 liraya mal olacak bütçeyi daha aşağı nasıl çekebiliriz diye bizden alternatif taşlar soruyorlar. Biz de kendi ülkemizin taşlarını öne çıkarıyoruz. Çok çeşit olduğu için yüzde 100’ü yabancı olan bir işin yüzde 60-70’ini Türk taşı olarak bitiriyoruz. Mimarların İtalyan taşı iyidir imajını yıkmak çok kolay olmuyor. Kötü taş yoktur, her taş değerlidir. Ama her taş her projede kullanılmaz. Bizim o kadar çok çeşidimiz var ki her mekanda kullanılabilecek alternatifimiz oluyor. Eğer biz showroomumuzu İtalya’ya taşısaydık orada ilk 5’e girerdik. Showroomumuzda 400’e yakın çeşit var. Bütün dünyadan toplanan taşlar bunlar. Buraya gelen mimarın etkilenmemesi mümkün değil. Bir gün bir Fransız mimar geldi, anında telefon açtı Paris’e, “Ben Ali Baba’nın mağarasına düştüm, o kadar çok çeşit var ki hangisine bakacağımı bilemiyorum” dedi. Bir seferinde de bir Türk bankasının CEO’su geldi, “Türkiye’de böyle yerler de mi varmış” dedi. İşte bu örnekler bizim bazı eşikleri aştığımızı gösteriyor.

20’nci yılınızı Fazıl Say konseri ile kutlamıştınız. 25’inci yıl kutlamasında da yine Fazıl Say olacak. Bu bir geleneğe mi dönüşüyor?

Evet, biz bunu bir klasik haline getirmek istiyoruz. Umarım daha nice kutlamalar yaparız. Fazıl Say klasik müzikte dünya çapında bir sanatçımız. Biz de dünya çapında bir şirket olmak istiyoruz. Kendisi de kırmadı bizi, yine kutlamamızı birlikte yapacağız. Çok başarılı bir sanatçı, umarım biz de çok başarılı bir dünya markası oluruz.

İkinci 25 yıla girerken yeni hayalleriniz var mı? Sizi farklı bir sektörde görecek miyiz?

20’nin üzerinde ülkeye ihracat yapıyoruz. Palezzo markamızı yarattık. Ar-Ge’yi geliştirmek ve yeni markalar yaratmak istiyoruz. Zaten dünya markası olmak için de bunlar gerekiyor. Sektörünüzde dünya markası olabiliyorsanız herhalde bundan ötesi yoktur. Ben başka sektöre geçmeyi düşünmüyorum. Umarım bir gün dünya markası oluruz, o bize yeterli olur.

Peki hiç ortaklık teklifleri alıyor musunuz?

Yurt dışından teklifler oluyor ama biz şu anda bir ortak aramıyoruz. Biz önce dünya markası olma yolunda ilerleyelim ondan sonra bakarız tekliflere… Daha yaratılacak çok değer var. O değeri bir üzerine koyalım öyle bakarız. Yani mal 10 lirayken değil satacaksak eğer 100 lirayken, 500 lirayken satalım.

Eğitim ve sanata destek veren bir şirketsiniz. Sosyal sorumluluk projelerinizden söz eder misiniz?

Biz insanlar olarak gelip geçiciyiz. Bu dünyada sosyal sorumluluk anlamında iz bırakmak zorundayız. Bu dünyanın daha iyi olmasını istiyorsak bunun yolunun eğitim ve sanattan geçtiğine inanıyorum. Eğitim ve sanatta ilerleyen bir ülkenin her alanda ilerleyeceğine inanıyorum. Bütün dünyada son yıllarda yaşanan gerilemeyi eğitim kalitesindeki düşüşe bağlıyorum. Türkiye’de çocukların eğitimine dokunmak için birçok projeye destek veriyoruz. Daha fazla destek vermeye de devam edeceğiz. Stoneline yaşadığı sürece İKSV’yi destekleyeceğiz. Ayrıca üniversitelerle projeler geliştiriyoruz, onları davet ediyoruz mimarlık ve güzel sanatlar bölümlerine neler yapabiliriz diye hocalarıyla birlikte düşünüyoruz, proje geliştiriyoruz. Öğrenci sergilerine ev sahipliği yapıyoruz. Mimarlığı bitirmiş öğrencilerin iş hayatına girebilmelerini sağlamak amacıyla bir sertifika programımız var. Bütün bu desteklerimizi 2-3 misline çıkarmayı hayal ediyoruz. En büyük hayalimiz eğitim ve sanata olabildiğince katkı sağlamak.

 

Etiketler

Bir yanıt yazın