“İyi Mimarlık için İyi İşveren Şart”

Hatırlı Mimarlık'ın kurucuları Yeşim ve Nami Hatırlı ile bir söyleşi gerçekleştirdik.

Tuğçe Şahin: Hatırlı Mimarlık ne zaman ve nasıl kuruldu? Ofis yapısından bahsedebilir miyiz?

Nami Hatırlı: Ofisimizin kuruluşu aslında çok eski. 87 yılında farklı bir ortaklık yapısıyla serbest meslek faaliyeti olarak başlamıştık. Yeşim Hanım yoktu o zaman. İki şehir plancı arkadaşımızla beraber NCN adı altında başlamıştık, daha sonra 93 yılında bu ortaklık yapısı değişti. Yeşim Hanım ile ortaklığımızı kurup şirketleşerek aynı isimle devam ettik. İki yıl önce de firma adımızı Hatırlı Mimarlık olarak değiştirerek, yeni bir kurumsal kimlikle, yeni ofisimize de geçerken, bu yapılanmayı gerçekleştirdik.

TŞ: Nasıl bir ekibiniz var?

Yeşim Hatırlı: Bugüne kadar hep mimarlık alanında proje ve danışmanlık hizmeti verdik. Ekibimiz mimarlardan oluşuyor. Hep küçük ölçekli bir ofis olduk, gelecekte de bunu sürdürmeyi düşünüyoruz.

NH: Evet, en fazla 8 – 10 kişilik, kendi yetiştirdiğimiz genç mimarlardan oluşan bir kadroyla çalışıyoruz.

TŞ: Üniversite eğitiminizi tamamladıktan kısa bir süre sonra kendi ofisinizi kurarak çalışma hayatınıza devam ettiniz. Bunun meslek hayatınıza getirileri neler oldu?

NH: Tabii kolay olmadı, zor oldu. 1987-1988 yıllarından bahsediyoruz. O zamanki dönemler de ancak yarışmalarla yer ve çevre edinilebilen dönemlerdi. Klasik imar parsellerinde özel sektöre projeler üreterek çevre edindik. Öyle olunca da çoğunlukla kullanıcı-yatırımcı aynı kişi ya da kurum oluyor. Onlarla bire bir ilişkiye girip çalışmaya başlayınca, çevre de o ölçekte gelişerek bize bir ufuk açtı.

YH: Aslında istememize rağmen yarışma da pek yapamadık. Ufak bir ofis olunca yarışma yapmak hep geri planda kaldı ne yazık ki. Bazı kamu projelerimiz de oldu tabii.

TŞ: Bu bahsettiğiniz kamu projeleri genelde Ankara’da mı oldu?

NH: Başka iller de var tabii ki. Türkiye’nin pek çok yerinde yaptığımız projeler var. Ağrı, Ünye, Kars, Diyarbakır…

YH: Ama yine de bütüne bakıldığında sayısal olarak azdır. Genel olarak kamu ihalelerine giren bir grup olmadık.

NH: Banka binaları, yurt binaları yaptığımız dönemler oldu. Tabii bu yapıların çoğu yapımcı ihalesi gerçekleştirilerek mimari projesi yaptırılan süreçlerdi. Çoğu direkt idarenin bize yaptırdığı değil de, yapımcı firmayla birlikte gerçekleştirilen projelerdi.

YH: Aslında ihaleye girmeyi ihale düzeninin olumsuzlukları nedeniyle pek tercih etmiyoruz. En düşük bedele iş verme çok doğru bir yöntem değil. O bedellere iş yapılmasını da doğru bulmuyoruz. O kadar düşük bedellerle iş yapıyor ki bazı meslektaşlarımız, bununla savaşılması gerektiğini düşünüyoruz.

TŞ: Konut, ofis, eğitim ağırlıklı olmak üzere geniş bir proje portföyünüz var. Projelerinizi biraz anlatabilir misiniz?

NH: Tabii, projelere geçmeden önce altını çizmek istediğim şöyle bir şey de var. Kağıt üstünde kalan yapımız çok az. Bu da bizim çok hoşumuza giden bir şey. Kamu yapıları olsun, özel sektör yapıları olsun her türlü başlık altında gerçekleştirdiğimiz yapı oranı, yapılmış proje oranı oldukça yüksek. Referanslarımız içinde gördüğünüz yapıların gerçekleşme oranı %90 mertebesinde.

YH: Ama geri kalan %10 aslen bizim yapılmasını istediğimiz, sevdiğimiz göreceli olarak daha cesur, ama yapılamayan projeler ne yazık ki. Bir de tabi şöyle bir durum var. Bazen projeler yapım sürecinde pek çok sebepten neredeyse sizin olmaktan çıkıyor. Böyle projelerimiz var, bu da bir Türkiye gerçeği. Kurumsal gruplarla az çalıştık. Daha ziyade küçük ölçekli yüklenici firmalara iş yaptık. Bazen projenizi istediğiniz gibi sonuçlandıramayabiliyorsunuz, sonuç ürüne de benim diyemiyorsunuz. İyi mimarlık için iyi işveren şart.

NH: Konut, ofis, yönetim, spor, rekreasyon, ticari ve turizm olarak ayırdığımız proje başlıklarımız var. Hemen hemen hepsi özel kuruluşlar için tasarlanmış yapılardır.

Ofis yapılarından inşaatı sürmekte olan, Ege Plaza ve Doğuş Otomotiv Showroomları projesiyle başlayabiliriz.

YH: Bu aslında enteresan bir proje öyküsü. Biz bu arsa için aynı arsa sahibine 3 farklı proje yaptık. İlk başladığımızda bizden talep edilen Doğuş Otomotiv Grubu’nun 4 ayrı markası için, tip projeleri üzerinden oto showroomları ile ikinci el galerileri ve alt katta servis birimlerini birleştiren bir projeydi. Bu markaları bir araya getirsek, bir kabuk altında toplasak diye düşündük, ancak markalar bunu istemedi. Doğuş Otomotiv Grubu enteresan bir şekilde buradaki emsal hakkının tamamını dahi kullanmadan bu 4 marka için proje hazırlattı. Proje yapıldı, belediyeden onaylandı. Ancak bizim bir türlü içimize sinmedi, biz bu alanda, sektöründe öncü bir gruba başka bir şey yapmak lazım diye düşünmeye devam ettik. Doğuş Otomotiv Grup’un da adına yakışır bir proje yapalım diye hep zorladık ve bir şekilde bir kanal açıldı. Buraya ikinci bir proje hazırladık. Ofis kulesiyle birleşen düşey ve yatay bahçelerden oluşan ve otomotiv markalarını tek kabuk altına toplayan bir proje geliştirdik. Uzun yazışma ve onay süreçleri sonucunda maalesef markaları ikna etmek mümkün olmadı, markalar tek bir kabuk içine girmek istemediler. Böylelikle ikinci proje de uygulanamadı.

NH: Ama ikinci projenin bizim için şöyle bir avantajı oldu. O bir iş geliştirme konseptiydi. Orada yapılan otel ya da ofis kullanımlı kule, otomotiv sektörü için yapılacak diğer birimleri finanse eden bir kiralama-satış ünitesi oldu. Sonra bu model kat karşılığı modeline dönüştü. Bu proje baz alınarak bir yapımcı firma ortaklığı modelinin tercih edilmesi gündeme geldi. Ve Doğuş Otomotiv Grup’un bir ortaklığa gitmesiyle ofis kulesi ve otomotiv için ayrılmış alanların marka konseptleri ile yeniden kurgulanması yapıldı. Diğer tarafta Ege Grup için ayrılan ofis kulesinde günümüz satış trendlerine uygun olarak, bir ekolojik yapı konsepti ile, kendi söylemi olan özgün bir mimariyle bir ofis kulesi yapma şansı elde ettik. Geçtiğimiz bayramdan önce temeli atılarak başlanan ve iki yıl içinde bitirilmesi planlanan bir proje.

TŞ: Bu projenin uygulama projesi de size mi ait?

YH: Tabii. Ankara’da bu işler İstanbul’dan farklı galiba. İstanbul’da avan projelerin yapılıp, uygulamasının farklı mimari gruplara bırakıldığını duyuyoruz. Biz bu yöntemi tercih etmiyoruz. Kişisel görüşüm yapıyı son aşamasına kadar mimarı kontrol etmeli, aksi takdirde yapı çok da size ait olmuyor. Uygulama sürecinde de karar verilmesi gereken çok şey oluyor. Biz sonuna kadar işin içinde olmayı tercih ediyoruz.

NH: Özellikle markalara ait birimlerde, markaların yurtdışında geliştirilmiş belli standartları var. O standartlara uygun olarak iç dekorasyonlarına kadar projeyi üretiyoruz. Ofis kulesinde ise avan, uygulama, detay ve ortak alanların iç mekan tasarımları ve detaylarını yapıyoruz.

YH: Bu projedeki teras bahçeleri çok seviyoruz. Tasarımda enerji etkin yapı kriterleri önceliğimiz oldu. Yüksek kütlenin oturduğu temel yapının üzerinde de bir teras bahçe var. Bu teras ortak kullanıma da açılacak. Burası trafiğin çok hızlı aktığı, yaya trafiği olmayan bir alan. Dolayısıyla yapının kendi içinde kamusal alanı oluşturmak önemliydi. Güncel, çağdaş ofis yapılarında ne olması gerekiyorsa onlar sorgulandı, kurgulandı. Farklı olarak teras bahçeleri, ona bakan balkonları tasarlayarak tüm ofislerin dış mekanla ilişki kurmasını sağladık.

NH: Herkesin temiz hava alabildiği, üst katlarda da olsa yeşille ilişki kurabildiği, dışarı çıkabildiği ortak alanlar var.

Ofisin altında 6 kat, otomotiv grubunun altında 3,5 katlık bir kısım var. Yaklaşık 67 bin m2‘nin 30 bini aşağıda.

YH: Şu an en alt kota inildi ve temel altı grobetonu döküldü.

NH: Biraz da Alpuka projesinde söz edebiliriz. Bu Ankara’da Yaşamkent bölgesinde küçük ölçekli bir ofis binası. 5 m’ye 22 m’lik bir kütledir. Dikdörtgen prizmanın düşey bir servis kütlesine takılmasıyla oluşturulmuş çok basit bir şeması var. Alt katın bağımsız çalışabileceği üst katların ofis olarak kullanıldığı bir sistem. Bu da gerçekleştirildi.

YH: Bizim çok karşılaştığımız bir durum var. Ankara’da değişik bir işveren grubu var. Yalın, çağdaş bir yapıyı beğenebiliyorlar, fakat iç mimariye gelindiğinde daha klasik, rustik, farklı tarzlarda dekorasyon istiyorlar. Bunu anlamlandırmak çok güç. Bu yapıda da benzer bir süreç yaşandı, iç mekanlar için malzeme kararları alındı, detaylar verildi. Ancak uygulamasını işverenin kendisi yaptı. Dış kabuk bittikten sonra yapının içinde mermerler, pirinçler, söveler, son derece klasik ögeler gördük. İçi başka dışı başka yapılar. Bir de son yıllarda fibrobeton giydirmeler, söveler, eskilerin replikaları maalesef çok beğeni topluyor. Bazen böyle taleplerle proje yaptırmaya gelenlere siz yanlış adrestesiniz diyoruz.

NH: Bu da Osak firması için küçük parselde gerçekleştirdiğimiz bir özel bir ofis yapısı. Şu anda hafriyat çalışmaları başlamış bulunuyor.

NH: Zafer Meydanı için hazırladığımız bir proje var.

YH: Mevcut durumuna meydan demeye bin şahit ister, kamusal alan diyemeyeceğimiz kadar karmaşa içinde bir mekan. Orada bir meydan düzenlemesiyle beraber çevresindeki ticari birimlerin ve meydanın altında yer alan çarşının girişinin birlikte ele alındığı bir iyileştirme projesi olarak planladık. Bütünüyle oradaki alanı yeşil örtü altına alan, kente yeşil alan sunan ve toplanma mekanı tanımlayan bir proje olacaktı. Üst sokakla Kızılay arasındaki geçişi kuvvetlendiren bir projedir.

TŞ: TED Eskişehir projenizden de bahsedebiliriz.

YH: TED Eskişehir Yerleşkesi bizim çok severek yaptığımız bir proje oldu.

NH: TED oldukça kapsamlı bir çalışmaydı. Yurduna kadar tasarlandı. Yatırımcı Eskişehirli eski bir sanayici. Bir arsa elde etmiş ve bu arsa üzerinde TED ile kapsamlı olarak bir eğitim yapısı gerçekleştirmek istedi. Etap etap yapılarak, ana okulundan başlandı. Sonra 1-8 yapıldı, gecen yılda 9-12 bitirildi. Şu anda spor merkezi de bitti. Sosyal merkezi de daha sonraki aşamada uygulanmak üzere, bütün projeleri hazırlanarak teslim edildi.

YH: Burada anaokulu çok keyifli bir yapı oldu. Her bir sınıf kendi rengiyle, ana kütleye takılış biçimiyle ayrışarak hem iç mekan boşluğunda hem de bahçelerde öne çıkıyor. Şimdi geri dönüşleri alıyoruz, okulun açıldığı ilk gün çocuklar eve dönmek istememişler. Bu geri dönüşler önemli, çünkü yapıyı aslında kullanıcıları için yapıyoruz. O yapıyı kullanan kişiyi mutlu edebiliyorsanız bu hakikaten keyifli veren, mimar olarak sizi mutlu eden bir şey.

İlkokul ve ortaokul yapılarındaki mekanlar da keyifle kullanılıyor şu anda. Burada amfitiyatro şeklinde basamaklar ile tüm katları birleştiren bir iç mekan boşlukları var, bu mekanlar çok amaçlı salon görevi de görüyor. Burada her türlü tören, etkinlik yapılıyor.

Bu kompleks bir sosyal omurga/iç sokak çevresine eklemlenen bir projedir. İlk, orta ve lise birimleri bu omurgaya takılırlar. Eskişehir’in soğuk bir iklimi var, dolayısıyla kışın bu iç mekanlar hakikaten işe yarıyor.

NH: LÖSEV’in Ankara Filistin Caddesi üzerinde geliştirdiğimiz vakıf merkezi ve özel satış mağazasının beraber çalışacağı bir yapı olarak tasarlandı.

NH: Bir de Ankara’da bir üniversiteye ait arsa üzerinde yapılacak bir kongre-otel merkezi projesi var. Bu arsadaki ana konsept yaklaşık 1.000 kişilik bir kongre merkezi ve misafirhane amaçlı bir kongre oteli kurgulandı.

YH: Burada da yine bir yeşil çatı önerisi var. Yapının fuaye, giriş gibi alanları birer kabuk altına alınarak yapıya eklemleniyor. Açık amfi, toplanma alanı ve iletişim bölümünün çekimlerini yapabileceği örtülü bir mekan olarak tasarlandı.

TŞ: Bu projenin uygulamasına başlandı mı?

NH: Avan proje aşamasında. Üniversite şu an işletme modellerini araştırıyor.

YH: Bu konuda da danışmanlık hizmeti veriyoruz. İşverene, yatırımcıya ne yapılabileceğine dair danışmanlık vermek ve programı birlikte oluşturmak çok heyecan verici. Sürecin başından itibaren içinde olmak keyifli oluyor.

NH: Şu anda yatırımcının nasıl bir iş geliştirsek diye bizimle paylaştığı, bizim de beyin jimnastiği yaptığımız işler var. Kullanıcısı belli yapılarda senaryoyu da birlikte gerçekleştirip sonuna kadar gidiyorsunuz. Ama özellikle ticari anlamda baktığınızda kullanıcısı belli olmayan yapılar da az değil. Bu da ekonominin getirdiği kaçınılmaz bir şey. Bazen konut diye başlıyoruz, birisi talip oluyor otel olarak satın almak istiyor. O zaman ciddi tadilatlara neden olabiliyor tabii ki.

Bizim başımıza gelmiş böyle bir örnek de var. Aile apartmanı diye başladığımız bir projeye öyle farklı fonksiyon talepler geldi ki. Çünkü Ankara’da özel arsa çok az. İstanbul’daki arsa üretimiyle Ankara’daki arsa üretimi arasında ciddi farklar var. Ankara’nın en büyük talihsizliği büyük ölçekli projeleri gerçekleştirebilecek arsaların çok kısıtlı olması. Merkezin 25-30 km dışında arsalar var. Orada çok fonksiyonlu yerleşkeler üretebiliyorsunuz ama kent merkezine yakın yerlerde en fazla 1.000 m2, 2.000 m2 civarında. Kamu eliyle dönüştürülerek ya da fonksiyonu değiştirilerek yeniden planlanması dışında başka bir seçenek yok.

TŞ: Peki, Ankara’da mimarlık ortamını nasıl değerlendirirsiniz? Proje üretiminin yanı sıra mimarlık ortamını besleyebilecek yeterli etkinlik, fuar, söyleşi gibi faaliyetlerin yapıldığını düşünüyor musunuz?

NH: Kendi adıma düşünmüyorum. Bunun sebepleri de daha çok ekonomiyle ilgili.

YH: Hem ekonomik, hem politik. Ankara giderek bir başkente yakışmayacak şekilde kültür ortamından uzaklaşarak hızla taşralaşıyor. Mesela Ankara için çok önemli olan Sevda-Cenap And Müzik Festivali bile güçlükle sponsor buluyor. Ankara hala cumhuriyet döneminde yapılmış kültür yapılarını kullanıyor. Konser salonu, opera binası…

NH: 80-90 dansçıyı yerleştirebilecek tek salon MEB Şura Salonu hala. Özel olarak kiralanabilecek bir yer yok. Hepsinin yapılmış projeleri var, arsa ortada duruyor ama henüz yapılmadı.

Onun dışında ticari yapılara geldiğimizde, ticari yapılar da sektörler nedeniyle gelişemiyor. Gelişemediği için de fuar organizasyonu vs. çok kısıtlı oluyor. İstanbul’daki ofis yapısı stoğuyla Ankara’daki stoğu kıyaslarsanız bir elinizin parmaklarını sayarsınız. Bu da arz talep dengesi ile ilgili tabii, Ankara’da kaç tane özel sektör firması kaç kişilik ofisler talep ediyor ki?

Konut stokları keza öyle. Ankara’da hala net 149 m2‘de 4+1 gibi standartlar var.

YH: Yatırımcı korkuyor. Her konut projesine başladığımızda farklı tipolojilere yönelik, daha yenilikçi şeyler üretmeye yönelik çalışmalarda bulunuyoruz ama yatırımcıyı ikna etmek pek mümkün olmuyor. ”Ankaralılar bunu almaz, satılmaz” endişesi bu tarz projelerin önünü kesiyor. Ankara’nın bu konuda daha tutucu, daha gelenekselci bir yapısı var.

TŞ: Aslında şehir merkezinin dışında konut öbekleri hızla yükselmeye başladı. Buralarda daha çok 1+1’ler konutlar yapılıyor. Ama dediğiniz gibi şehir merkezinin fazlaca dışında yerleşimler bunlar. Bu gidişat için neler söylersiniz?

YH: Ankara’da şehircilik bakımından da yapılan yönetimsel yanlışlar var. Yayanın şehirden uzaklaştırılması, taşıt ağırlıklı bir trafik modeli şehir merkezini öldürdü. Taşıt ağırlıklı bir şehircilik anlayışına sahip bir ülkeyiz. Mesela Kızılay Meydanı diyorsunuz ama orada bir göbek var, bir kavşak var. Yayanın gidip dolaşabildiği bir yer değil. Şehir merkezinin giderek kıymetsizleştiği ve merkez dışındaki çeşitli yerleşmelerin önem kazandığını görüyoruz. Çok merkezli bir şehirle karşı karşıya kalıyoruz. Ben buna çok karşı değilim ama her kentin bir şehir merkezi vardır ve orası en kıymetli alandır. Banliyö daha ucuzdur. Ankara ise bunun tam tersi çünkü şehir merkezi giderek yaşanır olmaktan çıkıyor.

NH: Şehir merkezi sosyal ihtiyaçlara cevap veremez oldu. Park sorunu, yeşil alan sorunu. Kent merkezinin sosyal alan stoğu kalmadığı için, oralara gidip sosyal alan stoğu oluşturuluyor. Güvenlikli siteler yanına da oranın yoğunluğuna uygun alışveriş merkezleri yerleştirilince küçük birer merkeze dönüşüyor.

Kenti yeniden yaşanabilir alt yapıları olan bir şehre dönüştürecek idare ve idareciler lazım. Yürünecek sokaklar, yeşil alanlarla kent dışında rahat yaşayabildiği gibi şehir merkezinde de yaşabileceği alanlar oluşturulmalı. İş merkezine dönüştüreceğiz denilse Ankara’nın sektör ekonomisi o kadar ağırlıklı değil.

Şöyle bir örnek veriyim. Eskiden Kızılay’da Atatürk Bulvarı en pahalı mağazaların olduğu yerdi. Şimdi en ucuz markaların, en ucuz gastronomik birimlerin bulunduğu bir yere dönüştü.

TŞ: Projelerinizi Archicad ile mi projelendiriyorsunuz?

NH: Biz 20 yıldır Archicad kullanıyoruz. Archicad ile tasarlarken çizmek, çizerken tasarlamak çok örtüşük bir şey ve buna anında müdahale mümkün. Biz hala yeni çalıştığımız bir projede pergole detayını bile 3 boyutlu çizip, bakıp binada nasıl duracağını gördükten sonra detaya dönüyoruz. Bu çok da hoşumuza gidiyor ve bunu ofis çalışanlarımız ile birlikte yapıyoruz. ”Rendercı” diye biriyle çalışmadık. Sadece çok profesyonel katalog, web sayfası işleri için olabilir. Ama bunun dışında ürettiğimiz mimari renderları burada kendimiz yapıyoruz. En önemlisi çizerken, tasarlarken 3. boyuta hakim olmak.

TŞ: ODTÜ Mimarlık Bölümü’ndeki çalışmalarınızdan da bahsetmek istiyorum. ODTÜ Mimarlık Bölümü’nde proje yürütücüsü ve jüri üyesi olarak da görev alıyorsunuz. Stüdyo derslerinin içeriğinden, jürilerden de biraz bahsedebilir miyiz? Akademiyle olan bu ilişki meslek hayatınızı nasıl etkiliyor?

YH: Benim yedinci yılım olacak.

NH: Ben Yeşim Hanım’dan daha önce başladım. Yarı zamanlı jüri üyesi ve eğitmen olarak başladım, ama daha sonra Yeşim Hanım devam ettirdi. Ama yine bir davet aldığımda jürilere keyifle katılıyorum. Bunu genç arkadaşlara karşı bir görev gibi hissederek de yaptığımız oluyor. Birikimlerimizi aktarmak, onları gözlemlemek, yeni yetişen meslektaşlarımızın nasıl perspektiflerle geldiğini, neleri hedeflediğini görmek hoş oluyor. 30 yıl öncekiyle bugün arasındaki farkları görüyorsunuz.

YH: Ben okul ortamında olmayı seviyorum. Karşılıklı beslenmiş oluyorsunuz. İşin pratiğini yapmak çok kolay değil. Özellikle mimarlığın az bilindiği, mimara az saygı duyulan bir ülkede mimarlığın pratiğini sürdürmek meşakatli bir iş, insanı yıpratıyor. Bu yüzden okula gidiyor olmak, farklı bir ortamda bir proje üretimi içinde olmak hoş. Ben yarı zamanlı olarak dördüncü sınıf stüdyo yürütücülüğünü sürdürüyorum. Orada artık mimar olmaya adım atmış öğrencilerle bir arada oluyorsunuz. Dolayısıyla kendi deneyimlerinizi aktarma ortamı yakalıyorsunuz. Okulda olmak insanı genç de kılıyor.

NH: Kendimizi de “upgrade” ediyoruz aslında.

TŞ: Yeşim Hanım aynı zamanda TSMD’nin Yönetim Kurulu Başkanı’sınız. Buradaki çalışmalarınızdan biraz bahsedebilir miyiz?

YH: Bu görev bana çok heyecan veriyor. Önce iki yıl yönetim kurulu üyeliği yaptım ve bir yıldır da yönetim kurulu başkanlığını üstlendim. Çok da iyi bir ekip olduğumuzu düşünüyorum. Yönetim kurulumuz değerli, heyecanlı, ve birlikte iş yapabildiğimiz üyelerden oluşuyor.

Özellikle Türkiye gibi gelişmekte olan toplumlarda sivil toplum örgütleri çok önemli. Bu son dönemde hem mimarlık mesleği için hem de kendi üyelerimiz için pek çok çalışma ve proje yürütüyoruz.

Dernek olarak çok önem verdiğimiz bir projemiz var. Ankara’da bir mimarlık merkezi kuruyoruz. Türkiyedeki mimarlık ortamına ve kültürüne katkı sağlayacak diye düşünüyorum. İnşaatı sürüyor. Bu merkezi destekleyecek ve Avrupa Birliği Merkezi Finans İhale Biriminin açmış olduğu Kültür ve Sanat Hibe programından aldığımız fon ile yürütmekte olduğumuz bir ab projemiz var. Koordinatörü benim. Sonuç ürünü 1/500 ölçekli bir kent maketi olan çok boyutlu bir proje.

Geçenlerde Ömer Bey (Yılmaz) ile de Açık Kapı festivalinin Ankara ayağını üstlenmek üzerine sözlü anlaşma yaptık. İstanbul ile eş zamanlı olarak Ankara’daki kapılar da açılacak.

Kale Grubu, Koleksiyon, Vitra, Seranit gibi mimarlık ortamına katkı sağlayan kurumlarla beraber yürüttüğümüz projeler var.

Maalesef hala bir meslek yasası ve mimarlık politikası olmayan bir ülkede yaşıyoruz.Yönetmeliklerin oluşturulması, kamu ihale kanunundaki aksaklıkların giderilmesi, mimarların telif haklarına kadar pek çok çalışmanın yürütüldüğü kurullarımız var. Bu çalışmaların bütününün geri dönüşünün iyi olacağını düşünüyoruz.

Telif hakları demişken söylemek istediğim bir şey daha var. Aslında mimarlık saygın bir meslek ama müelliflik haklarına saygı yok. Hakikaten mimarlar odası, mimarlar dernekleri, Arkitera gibi pek çok kurum işbirliği içinde olmalı. Bir mimar proje yapım sürecinden bitimine kadar söz sahibi olmalı ve sonrasında da müelliflik haklarını koruyabilmeli.

NH: Etkin ve yetkin de olmalı. 1950’lerden başlayan çok az bir proje üretimi dışında mimarlar hiçbir zaman etkin ve yetkin olamamış. Özellikle konut stoğu üretiminde imzası satın alınan ve kalfa eliyle inşaatın yapıldığı bir süreç yaşanmış. Mimar her zaman için imza atan bir kişi olarak görülmüş. Önde gelen, profesyonel anlamda gerekliliğini yerine getirenler var tabii ama genel geçere baktığınızda bu işin nasıl bir geçmişi olduğunu araştırmak lazım.

YH: Zorunlu meslek sigortası uygulaması yok bizde. Yetki ve sorumluluk birlikte verilmeli.

NH: Verilmiş ve yapılmış mı acaba? O eğitime sahip o mimarlık ortamı oluşmuş mu? Şantiyeyle örtüşen proje üretim sürecini kaç ofis gerçekleştirmiştir?

YH: Kaç ofis buna imkan bulabilmiştir diye de sorulabilir. Mesela mimarlık saygın bir meslek olarak görülüyor ama diğer yandan mimar yapının açılışına bile davet edilmeyebiliyor, basında mimarın adı geçmiyor. Büyük bir kompleks açılıyor diyelim, herkesin adı geçiyor ama mimarın adı yok. Bu sadece bireysel bir mücadele olamaz. Oda da, çeşitli mimarlık dernekleri de birlikte bunun savaşını verebilmeli diye düşünüyorum.

NH: Çok disiplinli bir meslek olduğunun farkında olarak o disiplinleri bir araya getirebilmek lazım. Mimarlık tek başına yapılan bir meslek değil. Artık cephe danışmanınız, yangın danışmanınız var. Birçok grubu biz yönetiyoruz aslında, orkestra şefi gibi. Bu potansiyelde işler üretildiğinde belli bir kaliteye ulaşılabiliyor.

YH: Buradan da konu mimarlık eğitimine geliyor. 4 yılda mimarlık eğitimi alıp imza yetkisine sahip olmak ne kadar doğru tartışılır. 4 yıl sürecinde bütün disiplinlerle ilgili bilgi alıp, işin pratiğine dair deneyim edinip o donanıma sahip olunması mümkün değil.

TŞ: Belki yarışmalar genç profesyonelleri meslek ortamına hazırlamada faydalı olabilir gibi geliyor bana.

NH: Ama yarışmada kalmayıp yarışmada kazanılan projenin gerçekleşebilmesi sürecinin de profesyonelce, yarışmayı yaptıran kurumun desteğiyle sonuçlanması gerek. O süreç de çok sağlıklı yürütülemiyor ki. Yarışma ile elde edilmiş ama yapılmayan çok proje var. Yapılırken konsepti değiştirilir, arsa değiştirilir. Bunlar da yaşanıyor.

TŞ: En son neler eklemek istersiniz?

NH: Teşekkür ederiz.

YH: Ben de Arkitera’ya mimarlık ortamına katkılarından dolayı teşekkür ederim.

TŞ: Biz de teşekkür ederiz.

Etiketler

1 Yorum

  • hsn-hsyn says:

    Yasin Bey çok değerli görüşlerinizi zahmet edip paylaştığınız için teşekkür ediyorum. Kürsü ile minber arasındaki farkı bilmeyen bir yazar ve bakış açısı. Bir mimar olarak yazılanları tebessüm ederek okudum ve hala çok dar kalıplarda şıkışıp kaldığımızı bir kez daha gördüm.

Bir yanıt yazın