“Türkiye’nin mimarlık merkezi İstanbul diyebiliriz”

"Koleksiyon / TSMD Mimarları Ağırlıyor" sergilerinin 7. konuğu Tanart Mimarlık ve Hayri Anamurluoğlu olacak. 16 Kasım 2011 tarihinde açılacak sergi öncesinde kendisiyle söyleşi yaptık.

Tuğçe Şahin: Öncelikle Tanart Mimarlık’ın kuruluşu, yapısı ve çalışmalarınızdan biraz bahsedebilir misiniz?

Hayri Anamurluoğlu: 1991 yılında Tanart Mimarlık şirketini kurduk. Ben öğrencilik hayatı bittikten sonra serbest çalışma hayatına atıldım ve zaten öğrencilik dönemimde projeci, tasarımcı olarak çalışmak istediğimi belirlemiştim. Bu vesileyle 1991 yılına kadar serbest meslek şeklinde daha sonra da şirketleşerek faaliyetlerimize devam ettik.

Öncelikle mimarlık hayatımıza yarışmalarla başladık. Öğrenciliğimizin bittiği yıllarda, özellikle 1993-94 yıllarında büyük bir yarışma furyası vardı, o dönem içinde pek çok yarışmaya girdik ve çeşitli dereceler, birincilikler aldık ve mimarlık hayatına başlamış olduk. Daha çok spor yapıları, eğitim, ofis yapıları ve akvaryum gibi çok farklı alanlarda hizmetlerimiz devam ediyor. Örneğin Bursa’da teleferik projemiz oldu.

TŞ: Çalışma yöntemlerinizden, ekibinizden bahsedebilir miyiz?

HA: Çok büyük bir ofis değiliz. Bugüne kadar en fazla 8-10 kişilik bir ekip olarak çalışmalarımız sürdü. Çekirdek ofis olarak faaliyet gösterdik. Çoğunluğu mimar olmak üzere ve teknik ressamların da olduğu bir ekibimiz var.

TŞ: Ticari, eğitim, turizm yapıları gibi farklı projeler üzerine çalışıyorsunuz. Ekibinizle nasıl bir çalışma yöntemi izliyorsunuz? Farklı projeler için çalışma yöntemlerinizde bir farklılık oluyor mu?

HA: Aslında aynı konuları tekrar etmemek çok daha heyecanlı ve kendimizi geliştirmek açısından daha yararlı olduğunu düşünüyorum. Tabii bu farklılaşmada ortamın talepleri de belirleyici oluyor. Örneğin bir dönem arka arkaya turizm-otel projeleri yaptık. Daha sonra alışveriş merkezleri gündemde, onları da yapmaya devam ediyoruz. Konut zaten hiçbir zaman eksik olmayan bir proje alanı. Açıkçası farklı alandaki projeleri yeni bir yöntemle üretmiyoruz. Bildiğimiz yöntemler üzerinden ama her yeni projede farklı bir heyecanla yeni bir heyecanla başlıyoruz. Farklı alanlardaki projelerin içeriğine girdiğiniz zaman yeni şeyler öğreniyorsunuz, bilgileri geliştirip yorumlayıp mimari ürünler haline getiriyorsunuz. Bu açıdan daha üretken ve zevkli diyebilirim.

TŞ: Projeler dışında yarışmaları da takip ediyorsunuz. Yarışma projelerinden ve ofis olarak nasıl hazırlandığınızdan biraz bahsedebilir misiniz?

HA: Genellikle yarışma süreçleri 3 aylık bir süreç olmasına karşın daha çok başlarda konuyu okuyup, zihninizde yorumlamak, kuluçkaya yatırmak gibi diyebiliriz. Genellikle yalnız ya da bazen ekip olarak yarışmalara birlikte hazırlandığımız mimar arkadaşlarımız var. Yarışma süreci her yarışmanın konusu itibariyle araştırma gerektiriyor ya da daha önce yaptığınız benzer bir yapı olsa da onu geliştirici bir takım şeyler sunmanız gerekiyor. Bu açıdan da son derece yararlı ve geliştirici buluyorum.

TŞ: Ankara dışında da pek çok projeye imza atıyorsunuz. Bunlardan biri olan İstanbul Akvaryum projesi sürecinden biraz bahsedebilir misiniz?

HA: Akvaryum proje süreci aslında 2002 yıllarına dayanıyor, belediyenin böyle bir projesi vardı ve biz bu projeyle ilgileniyorduk. Yurtdışından yap-işlet modeliyle bu projeyi gerçekleştirebilecek bazı girişimlerimiz oldu. Ancak 2002 sonları 2003 başları gibi proje Büyükşehir Belediyesi tarafından ihale yöntemi ile çıkarıldı ve işi alan müteahhit firmanın bizimle irtibata geçmesiyle projeye girmiş olduk.

Proje 2003 yılında başladı 2011 yılında faaliyete geçti.

TŞ: Oldukça uzun bir süreç.

HA: Tabii, belediye özel sektör gibi davranamıyor, belli kuralları var. Doğal olarak bunlar denetimli bir mekanizma içerisinde oldukları için kolay karar verilemiyor ve doğru kararlar verilebilmesi için de mekanizma biraz yavaş ilerliyor. Ali Mufit Gürtuna döneminde ilk projeler ve inşaatlar başladı. Kadir Topbaş döneminde ise biraz bekledi proje ve sonra tekrar yapımına karar verilerek bu yıllara kadar geldi.

2009 yılında akvaryumun ve çevresindeki yapıların yapımı ve işletilmesi yap-işlet modeliyle yeniden ihaleye açıldı ve işi aynı firma devraldı. Biz akvaryum dışındaki yapılar konusunda ne gibi şeyler yapılabilir, programlar oluşturulabilir bunları değerlendirdik. Şimdi akvaryum dışındaki yapılarla ilgili çalışmalarımız devam ediyor.

TŞ: Akvaryum projesinde pek çok farklı disiplin bir araya geldi. Bu disiplinler arası çalışma nasıl gelişti? Bu çalışmada mimar olarak kendinize üstlendiğiniz görevler neler oldu?

HA: Tabii, mimar programın ana çerçevesi belirlenmiş olduktan sonra bunun geliştirilmesi ve mimari hale getirilmesinin ana sorumlusu olarak ana rolü o üstleniyor. Belediyenin ve müteahhitin ve daha sonra yatırımcı olan firmaların belirli talepleri vardı. Bu talepleri uygun bir mimari dille oluşturup bunu projelendirmek gerekiyor. Burada bazı teknik problemler çıkabilir, yangın yönetmelikleri gibi konulara da uyumlu olarak projeyi oluşturmak gerekiyor, hem de hukuksal ve özellikle işverenin zorlayıcı taleplerine de uygun bir şekilde mimarileştirmek gerekiyor.

TŞ: Farklı disiplinlerden kimler dahil oldu?

HA: Bizim daha önce bir akvaryum deneyimimiz olmadığı için başta yatırımcının bulmuş olduğu danışmanlarla işe başladık. Onların akvaryumun iç programıyla ilgili, ana kurgusuyla ilgili önerileri de dikkate alınarak öncelikle program, yapı büyüklüğü, metrekareler ve diğer tasarıma yönelik işin parçaları oluşturuldu ve bunlar mimari bir bütün haline getirildi. Çeşitli aşamalardan geçti. Bu bahsettiğim aradaki kesintiden sonra ilk danışmanlardan iş alınmış oldu ve İngiliz bir firmayla devam edildi. Onların da katkılarıyla bu aşamaya gelinildi. Tabi ki dekorasyon kısmı da dahil olmak üzere onların danışmanlıkları devam etti.

TŞ: Ankara’daki mimarlık ortamından bahsetmek istiyorum. Siz şehirdeki mimarlık ortamı için neler söylersiniz? Mimarlık ortamını besleyebilecek yeterli etkinlik, fuar, söyleşi gibi faaliyetlerin yapıldığını düşünüyor musunuz?

HA: Son söylediğiniz cümleden başlarsak, biraz işin özeti gibi. Türkiye’nin mimarlık merkezi İstanbul diyebiliriz. Fakat 70’li 80’li yıllarda daha merkeziyetçi bir yönetim ve iş dağılımı söz konusu olduğu için mimarlığın daha çok yapıldığı yer Ankara gibi görünüyordu. Ancak özel sektörün gelişmesi, sermayenin daha güçlü hale gelmesi, uluslararası şirketlerin özellikle İstanbul’a gelişleri ile İstanbul bu konuda ciddi bir büyüme, patlama yaratmış durumda. Dolayısıyla idari mekanizmanın da özellikle yapmış olduğu ihale yöntemiyle iş verme sistemi de zayıflamış olması nedeniyle merkez İstanbul’a doğru kaymıştır.

Diğer kültürel alanlarda da bu söylemiş olduğum ekonomik gelişmeler ve iş ortamının yaratmış olduğu rüzgarla veya doğal kültürel gelişmeyle İstanbul’da mimarlık ortamıyla ilgili gerek konferans olsun gerek diğer sergiler Ankara’ya göre daha çok yapılmaktadır.

Ankara’da da şöyle bir gerçek var. Başkent ve parlamentonun burada oluşu, müteahhitlerin para sahibi olan kesiminin de burada olması nedeniyle burada da aslında belli bir sermaye var. Bunların da gerek Ankara içinde gerekse Türkiye’nin çeşitli illerinde yapmış oldukları yatırımları Ankaralı müteahhitler yürütüyor, dolayısıyla burada da ciddi bir pazar var diyebiliriz.

TŞ: Yakın dönem için Ankara’da bir hareketlenme var diyebilir miyiz?

HA: Tabii Ankara’da 80’li yıllardan 2010’lara baktığımız zaman çok ciddi bir kimlik değişimi söz konusu, buna tanık olabiliyoruz. Gerek turizm yapıları gerek şehircilik anlamında, özellikle ulaşım anlamında, bunları projelerde söylemek mümkün. Ankara özellikle konut alanında açığı kapatmış durumda diyebiliriz, hatta +1 konut da var. Ciddi bir atılım var, TOKİ’nin de bu konudaki çabalarından bahsedebiliriz, olumlu ve olumsuz yönleriyle birlikte.

TŞ: Kimlik değişiminden bahsettiniz. Evet, Ankara bir değişim geçiriyor, peki bir mimar gözüyle sizce nereye gidiyor? Bu planlı bir kimlik değişimi mi yoksa tesadüfi bazı hareketlenmeler mi var?

HA: Aslında Ankara’nın bu bahsettiğim yıllarının büyük bir bölümüne sayın Melih Gökçek imza attığı için ve mimarlarla olan ilişkileri başarılı olmadığı için ve bazı projeleri kendisinin tasarlayıp mimarlarına imza attırdığını da duyuyoruz. Aslında bu açıdan söylediğim kimlik değişimi doğal bir süreç. O başkan olmayıp bir diğer başkan olsa dahi ekonomik ve kültürel süreç devam edecek anlamında söylüyorum.

Fakat İstanbul ve Ankara’nın mimari ortamdaki farklılaşmasında yerel idarelerin katkılarını şöyle açıklayabilirim. Bizim merkezimiz Ankara’da ancak biz Ankara’da o kadar az iş yapabiliyoruz ki. Bu bizim becerimiz olduğu kadar bunda yerel idarelerin de biraz katkısı var. Örneğin, Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin hiçbir proje konusuna dahil olamadık. Yalnızca kendi adıma söylemiyorum bunu, buradaki bütün mimarlık ortamının büyük bir çoğunluğu buna dahil. Çünkü belediyenin iş verme yöntemi, iş ihale etme yöntemi biraz farklı.

TŞ: Aynı zamanda Gazi Üniversitesi Mimarlık Bölümü’nde ders vermeye devam ediyorsunuz. Derslerinizin içeriğinden, nasıl bir yöntem izlediğinizden bahsedebilir misiniz?

HA: Ben bildiğiniz gibi 1984 yılı Gazi Üniversitesi Mimarlık Bölümü mezunuyum. Uzun yıllar pratik hayatta üretim, tasarım yaptıktan sonra böyle bir teklif gelmişti. Aslında ilk olarak yaklaşık 5-6 yıl Osmangazi Üniversitesi’nde başladık, haftanın bir günü gidip benim gibi mimar arkadaşlarımla beraber orada tasarım, stüdyo derslerine girip öğrencilerle yeniden biz de belirli konular üzerinde tasarım deneyimi yaşadık. 2000 yılından itibaren Ankara’da Gazi Üniversitesi’ne başladık. Bizim oluşturduğumuz atölye aslında stüdyolar içinde ilk atölye ve mutlak zorunlu olarak öğrenciler bizim atölyemizden ders alıp geçmek durumunda. Diğer atölyelerde daha dikey bir yapılanma var. Ama bizim atölyede seçmeli sistem yok, tüm öğrenciler bizim dersimizi almak durumundalar.

Eğitim sürecini şöyle değerlendiriyorum, bizim gibi pratik yapmış, mimarlık ortamında detaylar üretmiş, projeler geliştirmiş kişilerin kendi özel deneyimini öğrencilerle paylaşabilmesi ve onların tasarımlarına bunları aktarabilmesinin, katkıda bulunabilmesinin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Zaten yurtdışında da benzer yöntemler yapıla geliyor. Bizim için de gençlerle, öğrencilerle birlikte olmanın heyecan verici tarafları oluyor. Kendinizi onlarla beraber konuyu sorgulayan, yeniden tasarlayan biri olarak görüyorsunuz. Süreçlerin nasıl başlayıp, nasıl ilerlediğini, nasıl sonuçlandığını onlarla paylaşıyorsunuz. Kendi adıma çok zevkli olduğunu söyleyebilirim.

TŞ: O zaman akademiyle olan bu ilişkinizin iş hayatınızda da etkili olduğunu söyleyebiliriz.

HA: Gerçekten öyle, son derece zevkle gururla çalıştığım bir konu. Öğrencilerle, öğrencilik sonrasında da yollarımız kesişiyor. Ve sonuçlarından son derece memnun olduğumu söyleyebilirim.

TŞ: Son dönem projelerinizden bahsedebilir miyiz?

HA: Son aylarda alışveriş merkezi konusu daha çok ilgi alanımızda. Aşağı yukarı her yıl ya da iki yılda bir alışveriş merkezi projesi üretiyoruz. Malatya’da Malatya-Park, Adana’da Adana Optimum Alışveriş merkezlerini projelendirdik ve açılışları yapıldı. Şimdi İstanbul’da Florya’da Akvaryum’un hemen yanında projelendirmesi ve yapımı devam eden projemiz var.

TŞ: En son eklemek istedikleriniz var mı?

HA: Mimarlık ortamına yarışmalarla girdik. Son yıllarda yarışmalara çok fazla zaman bulamadığımız için giremiyoruz ama özellikle vurgulamak istediğim şey yarışmaların Türkiye’de daha belirleyici olabilmesini çok arzu ederim. Özellikle yönetmelikler çerçevesinde bu yöntemle yapı elde etmenin bir model olarak uygulanabildiği ve bunun da gerek toplum ve gerekse mimarlar açısından özümsendiği bir ortamı görmek isterim. Bu benim hayalimdir, çünkü zaman zaman proje elde etme yöntemleri olarak içinde bulunduğumuz durumda, işverenlerle görüşmelerde dahil, en azından seçmeci bir modelin uygulanmasının her zaman doğru olduğunu söylemişimdir ve buna inanıyorum. En azından belirli bir metrekare ve belirli bir maliyet üzerindeki yapıların yarışma yöntemiyle verilmesi yasal bir zorunluluk haline gelebilir.

TŞ: Peki üretilen projeler açısından son dönem yarışma sonuçları hakkında neler düşünüyorsunuz?

HA: Yarışmalar doğal olarak bir konu üzerinde daha çok yoğunlaşıp ve daha çok kişinin proje üreterek proje elde edilme yöntemi olduğu için muhakkak doğruyu bulma açısından yüzdesi çok yüksektir. Bazen yanlış seçim yapılıyor olabilir ama en azından model olarak, yöntem olarak, hedeflenen anlayış olarak daha doğru bir seçim olduğunu düşünüyorum.

Fakat son yıllarda yarışmalarla ilgili yeniden üzerine konuşulması, irdelenmesi gereken birkaç konu var. Bir tanesi jüri oluşumuyla ilgili. Jürinin oluşumu şöyle önemli, takdir edersiniz ki belirli bir deneyime sahip olması gerekiyor, özellikle o konuyla ilgili çalışma yapmış olması, ürün vermiş olması çok daha değerli, önemli. Son yıllarda bu gerek jüriyi oluşturan kesim, gerekse jüriyi kabul eden kesim açısından biraz sancılı bir durum. Jüri olmak muhakkak güzel bir duygu, seçici olmak güzel bir şey. Ancak sorumluluğunun da en az o kadar ağır olduğunu hissetmek gerekiyor.

İkinci konu, yine yarışmacıların da yarışma süreci ve yarışma yönetmeliklerini iyi bilmeleri ve ona uygun hazırlık yapmaları, o süreci iyi yaşamaları gerekiyor. O konuda bir takım sıkıntılar olduğunu görüyorum.

Bir başka konu ise bilgisayar ve ona bağlı diğer ürünlerin ve programların da mimarlığa girişiyle üretim şekilleri daha farklılaşıyor. Fakat ortaya konan mekanların ve yapıların değerini artırıcı bir şey olarak bu elemanların kullanılması gerektiğini düşünüyorum. Özellikle üç boyutta istediğimiz doğru ürün varmış gibi gösterilen bir takım projeler olabiliyor. Bunlar da zamanla daha çok yaparak, daha çok seçerek, daha çok sonucu görerek değişecektir.

Ben en önemli şeyin yapma eyleminin o andaki durumu değil de ondan sonra inşa edilip o mekanlar kullanıldıktan sonra sürecin tamamlandığını düşünüyorum. Dolayısıyla bu biraz da çok yapmayla ilgili bir durum. Yaptıkça hem yapanlar tarafından hem seçenler tarafından hem yasalar ve yönetmelikler tarafından eksikliklerin giderileceğini düşünüyorum.

TŞ: Çok teşekkür ederiz.

HA: Rica ederim, ben teşekkür ederim.

Etiketler

Bir yanıt yazın