Yeşil Yaklaşımla Bina Yapmak, İhtiyaçlarınızı Sade ve Basit Bir Şekilde Çözmeyi Gerektirir

Duygu Erten'le sürdürülebilir yapılar, yeşil sertifika sistemleri ve kurucularından olduğu Çevre Dostu Binalar Derneği hakkında bir söyleşi gerçekleştirdik.

Dr. Duygu Erten, inşaat mühendisliği eğitimini ekolojik konularla bütünleştirmiş ve sürdürülebilir inşaat alanında uzmanlaşmış, özellikle yeşil sertifikasyon sistemlerine dair önemli birikime sahip bir isim. Öğrenci değişim programıyla ilk kez lisedeyken gittiği Amerika’da uzun yıllar kalan Erten, Amerika’nın ilk Platin LEED 2.1 sertifikalı yapısında proje yöneticisi olarak çalışmış ve konuyla ilgili pek çok sivil toplum hareketinde yer almış. Türkiye’ye 4 yıl önce dönen Erten, yeşil binalarla ilgili birikimini bir dernek çatısı altında değerlendirmeye karar vermiş ve 2007 yılı Ekim ayında A. Nihat Gökyiğit’le birlikte Çevre Dostu Binalar Derneği’ni (ÇEDBİK) kurmuş.

Özlem Bahadır Kebabcı: Sürdürülebilir yapılara ilginiz nasıl başladı? Bu alana yönelme sürecinizi anlatabilir misiniz?

Duygu Erten: Aslında zemin mekaniği alanında doktora yaptığımı, akademik çalışmalarımı uzun bir süre bu alanda yürüttüğümü söylemeliyim, ta ki sürdürülebilir kalkınma ve yeşil binalar konusu önüme çıkana kadar. Kaliforniya’da BOVIS Land Lease adında sürdürülebilir yapılaşma alanında çok öncü bir şirketin iş geliştirme müdürlüğünü yaparken bir çevre Sivil Toplum Kuruluşu olan “AUDUBON Society” için program yöneticiliği işi almaya çalıştık. Projeye kaynak geliştirmekle görevli kişi, 8,5 milyon Dolar’ı örnek ve en çevreci bina yapılacağı vaadiyle toplamıştı. LEED (Leadership in Energy and Environmental Design), Kuzey Amerika ülkelerinde yaygın olarak kullanılan, gönüllü olarak başvurulan bir sertifika sistemi ve ABD’de en çevreci bina kriteri LEED-Platin sertifikası almaktır. Projenin ana sponsorları Packard Vakfı, Toyota Şirketi ve Kaliforniya Eyaleti’ydi. Proje sahibi sunumumu beğenmiş olmalı ki projeyi benim yönetmemi istedi. Çevreci olma konusunda bu kadar yüksek bir hedef konulması hem bina sahibi hem proje ekibi üzerinde yoğun stres yarattı. Proje, program yönetici şirket dahil 45 şirketten oluşan bir ekiple tamamlandı. LEED başvurularını yapan şirketin ekibinde, LEED AP sınavını geçmiş bir teknik eleman da bulunuyordu. LEED-Platin sertifikası hedefi ile yönetilen bir projenin içinde yer almak, profesyonel olarak bana çok şey kattı. Projenin LEED-Platin almasından sonra basının ilgisi o dönemde demokratların adayı olan John Kerry’nin eşinin ilgisini çekmiş ve binayı ziyaretinden sonra benim de partinin “Çevre Komitesi”ne girmeme neden olmuştu.

AUDUBON projesinden sonra sürdürülebilir yapılaşma konusuna gönül verdim ve bu alanda araştırmaya ve bu konudaki gelişmeleri izlemeye başladım. Türkiye’ye döndükten sonra ise gönüllü olarak bu konuyu kamudan özel sektöre birçok kuruluşa anlatarak, özellikle Türkiye’de yayılmasına öncülük ettim. Bildiğiniz gibi halen bu alanda ve sera gazı emisyonlarının bina dışında başka alanlarda da düşürülmesi için çalışmaya devam ediyorum.

ÖBK: Çalışmalarınızı 2007 Ekim ayında kurmuş olduğunuz Çevre Dostu Binalar Derneği (ÇEDBİK) çatısı altında derneğin başkan yardımcısı ve genel sekreteri olarak sürdürüyorsunuz. Neden dernek? Dernek, vakıf vb. oluşumların -dünyada ve ülkemizde- “yeşil” hareketteki rolünü ve etkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?

DE: Yeni bir konu, alıcı anlamadan ivme kazanamaz. Bunun için önce farkındalık yaratmak gerek. Sivil sektörün de en önemli görevi, bu farkındalığın yaratılması için eğitimler vermek, projeler yaratmak, akademi ve özel sektör arasında köprü görevi yapmaktır. Ancak köklü değişiklikler yaratacak, alışılagelmiş iş yapma yöntemlerini değiştirecek ve büyük kitlelere ulaşmayı hedefleyen dernek ve vakıfların, tıpkı özel sektör gibi kurumsal ve profesyonel kadro ile çalışması gerekiyor. Kadro için finansal katkı sağlanmadan bu oluşumların başarılı olacağını düşünmüyorum. ABD’de 1993’te kurulan “US Green Building Council” finansal alanda çok başarılı olduğu icin bu hareket hızla yayıldı. 2005 yılından bu yana 6.500’ün üzerinde LEED sertifikalı ev yapıldı. Bu pilot projeler sayesinde ticari olarak öğrenilen deneyimler LEED sertifikası kriterlerine uygun ev yapımına aktarıldı. Takdir edersiniz ki, bu kadar işin idare yükünün ötesinde koordinasyon ve iş yükü var. Bu derneklerde yüzlerce kişi profesyonel olarak çalışıyor. US Green Building Council, yeşil binalar hareketinin, gerek Ar-Ge ve lobi faaliyetleri, gerek eğitim konusunda lideridir. Ülkemizde de dernek ve vakıflara şirketlerin kurumsal sosyal sorumluluk projeleri dışında profesyonel kadro istihdamı ve Ar-Ge için sponsorluk desteğinin artması gerek. Ticari kaygılardan arınmış kurumlar olarak, bu şekilde desteklenen dernek ve vakıfların odaklandıkları alanlarda başarılı olmamaları için bir neden göremiyorum. Özellikle karbon emisyonunun düşürülmesine yönelik, dünyada STK, üniversite, kamu ve özel sektör işbirliğine açık birçok fon var. Bu dörtlünün arasında köprü kurarak, bu fonlara başvurma konusunda liderlik edecek koordinatörlere ihtiyaç var.

ÖBK: Kurucularından olduğunuz Çevre Dostu Binalar Derneği’nin kuruluş amacı ve hedeflerini öğrenebilir miyiz?

DE: Binaların ve yaşanan alanların, yaşam kalitesini artırmaya yönelik, sosyal ve çevresel sorumluluk bilinciyle, sağlıklı ve zengin bir çevrede yaşayabilmek için tasarlanması, inşa edilmesi ve yaşatılması için kurulduk. Çevre dostu binalar aracılığıyla sürdürülebilir inşaat prensiplerinin öne çıkarılması, yaygınlaşması ve bu alanda çalışan kişileri ve kurumları öne çıkarmak amacımız.

Hedeflerimiz enerji ve çevre duyarlılığının tasarım ve inşaata yansıtılması için altyapı oluşturmak ve öncelikle eko-malzeme üretimini desteklemek. Zamanla ulusal bir çevre dostu bina sertifika sistemi geliştirme konusunda çalışmalar yapmak istiyoruz. Dünyada var olan sertifikaları incelemek ve Türkiye’nin coğrafi koşullarına, iklim ve sismik altyapısına uygunluğuna göre adapte etmek de bunun için başvuracağımız yollardan birisi. Derneğin, mühendisler, mimarlar, bina sahipleri, bina yöneticileri ve kamu kuruluşları ile yakın duruşu olacak. Amacımız, çevre dostu tasarım yapan mimarlardan, çevre dostu teknoloji satanlara kadar bina endüstrisi için bir network organizasyonu yaratmak ve böylece pazar dönüşümüne katkıda bulunmak.

ÖBK: İnşaat, doğası gereği bir müdahele gerektirir, doğal ortamda ve ekosistemlerde bir tahribata yol açar, hatta mimar Sverre Fehn bunu “Doğada, el değmemiş bir alanda bina inşa ettiğimizde, bu bir saldırıdır, kültürümüzün doğaya saldırısı,” sözleriyle ifade etmiş. Bu açıdan bakıldığında, yapının çevre dostu olması ne demektir?

DE: İnşaat doğal ortamlara, ekosistemlere bir müdahele gerektiriyor, evet. Ancak biz çevre dostu bina ifadesiyle bu müdahelenin olabildiğince az olduğunu ve binanın bu endişeyle şekillendirilmiş bir bina olduğunu kastediyoruz. Bu şekilde nitelendirilebilecek bir yapı bütüncül bir yaklaşım gerektiriyor. Arazi seçimi bunun ilk adımı. Binayı nerede yapacağınız, arsaya yaklaşımınız son derece önemli. Arsanın son derece iyi analiz edilmesi gerekir ki analiz sonrası o arsaya yapı yapmama kararına kadar gidebilir bu. Seçeceğiniz yapım tekniği, malzemeler, iklim verilerine uygunluğu, doğal ve yenilenebilir kaynak kullanımı, ihtiyacından fazla alan harcamayan, kaynak tüketmeyen bir anlayış vb. hepsi yapının çevre dostu olarak nitelendirilmesinde etkili faktörler.

ÖBK: Tüketim alışkanlıklarımızın yol açtığı tek sorun, gezegene dair fiziksel tahribat değil. Hızla artan tüketim, aynı zamanda savurgan, tatminsiz, tek tipleştirici ve yıkıcı bir toplum modeline yol açıyor. Küresel ısınma sorunu, bu anlamda toplumsal sorunlarımızı çözebilmek adına da bir fırsat sunuyor aslında. Bu yüzden de konunun salt enerji ve teknik tedbirler ölçeğinde değerlendirilmesinin yanlış olduğunu, “enerji etkin yapı” ile “ekolojik yapı”nın bu anlamda birbirine karıştırılmaması gerektiğini düşünüyorum. Sizin bu konudaki fikrinizi ve derneğinizin bu konudaki duruşunu öğrenebilir miyiz?

DE: Enerjinin etkin kullanılması ekolojik yapının kriterlerinden biri, ancak o yapıyı ekolojik yapı olarak nitelendirmemiz için yeterli değil. Örneğin, dere yatağına yapılmış bir yapı, diğer tüm kriterleri sağlıyor olsa bile arazi seçimindeki bu büyük yanlıştan dolayı ekolojik yapı olarak nitelendirilemez.

Ekolojik yapılar, belli ilkeleri olan bir dünya görüşünün ürünüdürler. Her atığın bir girdiye dönüştüğü döngüsel yaklaşımın esas olduğu, çeşitliliğin desteklendiği, sosyal adalet üzerine şekillenmiş bütünsel bir dünya görüşüdür. Dolayısıyla konunun salt bina ölçeğinden çok, bir dünya görüşü olarak ele alınması kaçınılmazdır ve derneğe katılanlar duruşunu bu temel üzerine şekillendirmelidir.

Biz dernek olarak şirketleri yenilenebilir kaynak kullanımına sevk etmeye, ürünlerini yaşam döngüsü bağlamında değerlendirmeleri ve bu anlamda revizyona gitmeleri konusunda teşvik ediyor, yönlendirmeye çalışıyoruz. Bu esnada salt enerjinin verimli kullanılması sebebiyle bir binanın ekolojik yapı olarak nitelendirilemeyeceğini de dernek olarak basın bültenleri, söyleşiler aracılığıyla ve konferans vb. her türlü ortamda dile getirmeye çalışıyoruz.

ÖBK: Dünyada yeşil bina hareketine artan ilgiyle birlikte “yeşil” sertifika sistemlerinin de hızla arttığını ve yaygınlaştığını görüyoruz. Binalarda sertifika sistemlerine geçilmesi ne kazandırıyor?

DE: LEED, GBTool ve BREEAM (Building Research Establishment Environmental Assessment Method), gibi dünyada farklı ülkelerde kullanılan gönüllü sivil oluşumlar tarafından oluşturulan sertifikalar var. Bir de devlet eliyle hazırlanmış ve sisteme girmiş Tayvan’daki EEWH ve Japonlar’ın CASBEE’si (Comprehensive Assessment System for Building Environmental Efficiency) gibi sertifikalar var. Bütün bu ölçümleme sistemleri sürdürülebilir tasarım ve bina operasyonuna katma değer yaratarak, tutarlı karşılaştırma temeli oluşturuyorlar. Bu sistemlerin gitgide iyileştirilmesi ve her ülkede kullanılacak şekilde adapte edilmesi artık sürdürülebilir yapılaşmayı kaçınılmaz ve kolay adapte edilebilecek şekle getiriyor. Dünyadaki yaygın kullanılan sertifikaların sürekli versiyon değiştirdiklerini ve kendilerini yenilediklerini görüyoruz. Bazılarının aşırı ticarileşmiş olması eleştiri alıyor. Konuya hakim bazı akademik çevreler bu sertifikaların daha iklim değişikliğinin önüne geçebilecek parametreler ve kriterlerden oluşmasını öngörüyorlar. Yani bu alan şu anda en çok çalışma yapılabilecek alanlardan birisi.

ÖBK: Bu sertifika sistemleri kimler tarafından ve nasıl oluşturulmuş? Sizce Türkiye için nasıl bir kuruluş modeli örneklenebilir? Bu modelde ÇEDBİK’in rolü ne olacaktır?

DE: CASBEE, Japonya’da 2004 yılında devlet tarafından oluşturulmuş bir değerlendirme sistemi. LEED, Amerika’da 1998 yılında USGBC (U.S. Green Building Council / Amerika Yeşil Binalar Konseyi) tarafından kurulmuş. BREEAM İngiltere’de 1990 yılında devlet desteği ile yaratılan bir vakıf tarafından destek görmüş. Greenstar ise 2003 yılında Avustralya’da, Avusturalya Green Building Council tarafından LEED ve BREEAM üzerinde çalışılarak oluşturuldu.

Bence Türkiye’de bir sertifikasyon sistemi için acele edilmemeli. Şu anda BREEAM ve LEED’in yatırımcı ve bina sahibinin seçimine göre kullanılması ve zamanla oluşan bu yerel know-how’ın bazı pilot projelerde hem BREEAM, hem LEED kullanılarak denenmesi ve ülkemizin koşullarına göre bu sertifika sistemlerinin Türkiye versiyonlarının adapte edilmesini çözüm olarak görüyorum.

Burada derneğe çok iş düşüyor tabii. ÇEDBİK sertifika sistemi konusunda Türkiye’de bir tartışma açılmasına önayak oldu. Ancak, hem akademik çevreler hem de bu pilot projelere sponsor olabilecek emlak geliştirme ve inşaat şirketlerinin desteğine ihtiyacımız var. Bilgi, para ve yaşama geçirilecek proje üçlüsünün tamamlanması gerekiyor başarıyı yakalayabilmemiz için.

Derneğimiz herkese ve özellikle bu konuya gönül verenlerin katılımına açık. Bir sertifika komitesi oluşturduk ve aylık toplantılar yapacağız. Bu toplantılardan çıkan genel yönlendirmeye göre gidişat belli olacaktır. Ancak Türkiye’de sürdürülebilir mimari konusunda uzman kişilerin bu beyin fırtınalarında yer alması gerekli.

ÖBK: Metropolismag dergisinin Ocak 2008 sayısında Paul Makovsky, bugünkü şekliyle yeşil binaları “kontrol listesi yaklaşımına odaklanmış binalar” olarak tanımlamış ve “yeşil” yaklaşımın kimi temel ilkelerinin bu kontrol listesi yaklaşımında karşılığının bulunmadığını, dolayısıyla konunun bazı yönlerinin ihmal edildiğini söylemiş. Gerçekten de sertifika sistemleri böyle bir risk taşıyor mu? Bu konudaki fikrinizi öğrenebilir miyiz?

DE: Sertifikasyon konusu önemli, ancak araç değil, amaç halini aldığında risk taşıyabiliyor. Sertifika almamış, başvuruda bulunmamış ancak çevre dostu binanın tüm kriterlerini yerine getirmiş projeler var, “sertifika almamış, demek ki o ekolojik yapı değil” demek doğru değil. Ayrıca sertifika almanın bir maliyeti var ve her işletme bunu kaldıramaz.

Bu sistemlerin bazıları, aşırı ticarileşmiş olmaları iddiasıyla eleştiriliyor. Ancak unutmamak gerekiyor ki, bu sistemler statik değil, devamlı olarak yenileniyorlar. İhmal edilen yönler varsa, bunların da konunun ilgilileri tarafından başlattığımız tartışma ortamında dile getirilmesi ve çözüm önerilerinde bulunulması yararlı olacaktır.

ÖBK: Bugünlerde “ekolojik” ve “lüks” kelimelerinin bir arada kullanıldığı “lüks eko-ev” vb. ifadelere rastlıyoruz. Bir dünya görüşü olarak “yeşil” ve ihtiyaç dışı olan anlamına gelen “lüks”, felsefeleri itibariyle çelişkili iki kavram. Ancak teknolojik tedbirlerle yeşil sertifika alabilen kimi yapıların aşırıya kaçan boyutları, “lüks” yapısı vb. sebeplerle çelişkili bulunuyor ve sertifikalarının yardımıyla kendilerini çevre dostuymuş gibi göstermekle suçlanıyor. Bu konuda sizin görüşünüzü öğrenebilir miyiz?

DE: Bu alanda da her alanda olduğu gibi suistimaller yaşanabiliyor. Önemli olan, bu suistimallerin “sürdürülebilirlik” kavramına zarar vermemesi. Ayrıca eko-etiket konusu AB ülkelerinde bile yeni tartışmaya açıldı. Doğru seçimleri yapmak ve bu seçimleri nasıl yapacağımızı öğrenmek zaman alacak. Mısır gevreği seçerken kutunun üzerinde sizi yönlendirecek bir sürü bilgi mevcut. Aynı şansı mobilya dahil, tüm inşaat malzemesi alıcılarına da vermek ürünün üretiminden tüketimine çevreye ne kadar az zarar verdiğinin karşılaştırma yapılabilecek şekilde eko karnesi incelendikten sonra alınacak hale getirmek lazım. Ama bunun için önce tüketici bilinçlendirilmeli. Bu bir arz-talep konusu, çevreci şirketlerin kazanması için bunu takdir eden alıcı gerek.

ÖBK: Yatırımcıların konuya ve derneğinize ilgisini nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu konudaki gözlemlerinizi ve düşüncelerinizi öğrenebilir miyiz?

DE: Bugün yeşil bina hareketini görmezden gelme lüksümüzün kalmadığını artık yatırımcılar da rahatlıkla görüyorlar, dolayısıyla konuya ilgi büyük. Gelecekte bu yaklaşım, insanoğlunun varlığını sürdürebilmesi için sadece inşaat sektörüne değil hayatın her alanına hakim olacak. Dolayısıyla yatırımlarını bugünden çevreye duyarlı şekilde yapıyor olmak son derece akıllıca bir hareket. Ancak dernek üyeliği gerek finansal, gerekse zaman ayırma problemleri yüzünden birçok kişiyi uzak tutabiliyor. Ancak bu dernek, ilgili sayısı arttıkça başarılı olabilecek.

ÖBK: Sürdürülebilirlik kriterlerine uygun bina yapmanın maliyetinin yüksek olacağı düşünülüyor. Maliyete etkisi nedir?

DE: Aslında bazen bir konuya farklı açıdan yaklaşmak, basit çözümlere yönelmek maliyet açısından ciddi azalmalara sebep olabilir. Yeşil yaklaşım çerçevesinde bir bina yapmak, aynı zamanda ihtiyaçlarınızı sade ve basit bir şekilde çözmeyi gerektirir.

“Yeşil” konulara yapılan yatırımlar finansal açıdan aslında yatırımcıya geri dönüyor ancak iş çevrelerinde bu konuda yanlış bir algılama var. ABD’de birçok önemli anket şirketi tarafından yapılan “Green Building” araştırma sonuçlarına göre söz gelimi LEED sertifikası almış yapıların maliyetinde sadece %1 – %5 arası bir artış olduğu saptanmış ve gene aynı çalışma raporuna göre yeşil yatırımın 2-3 sene içerisinde geri döndüğü belirtilmiş. 2008’de ABD’de yayınlanan sektör raporlarına göre ise tasarım maliyetlerinde, binanın ne kadar yeşil tasarlandığına göre %1 – %10 arası bir artış gözlendiği belirtilmiş. Yapının kendine yeterli bir yapı olmasının yanında enerji fazlasını şebekeye satarak gelir elde edebildiğini düşününce uzun vadede kazançlı çıktığını söyleyebiliriz.

ÖBK: Sürdürülebilir yapılaşma için yasal mevzuatın uygunluğu ve teşvikler çok önemli. Türkiye’de bu alanda 2009 senesinde yürürlüğe girmesi beklenen “Binalarda Enerji Performans Yönetmeliği”, “Enerji Verimliliği Yasa Tasarısı” vb. çalışmalar gündemde. Bu gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Dernek olarak bu alandaki hedefleriniz nelerdir?

DE: Sürdürülebilir yapılaşma, yatırımcının zihniyetinden, mimarın bilgisine, kamunun duyarlılığından, malzeme üreticisinin fiyatları düşük tutmasına kadar yüzlerce parametresi olan ve başarısı bu altyapı bileşenlerine bağlı bir konu.

Teşvikler ve yeni yasa, bu hareketin kabul görmesi ve uygulamaya geçmesi için zaten bir mecburiyet. Ancak yasa çıkarmak kolay, yasaların yönetmeliklerini çok iyi hazırlamak ve hemen uygulamaya geçirmek gerekiyor. Çünkü hareket bu yönetmeliklerin tamamlanmasıyla ivme kazanacak. Ülkemizde yaşam, özellikle büyük kentlerde çok pahalı. Halkımız çok yüksek enerji faturaları ödeyerek yaşam kalitesinden ödün vermekte. Enerji Etüt İdaresi (EIE) Türkiye’nin enerji verimliliği konusunda kaderini tayin edecek bir kuruluş, ancak 71 milyonluk bir ülkeye hizmet verdiği düşünülürse kaynakları kısıtlı. Türkiye’de konulara hakimiyet ve yeni alanların yayılmasına hız kazandıracak kurumların kapasiteleri artık yetmiyor. Halbuki insan kaynakları takviyesi ve bu alanda enerji verimliliği şirketlerinin sayısını artıracak milyarlarca YTL’lik tasarruf potansiyeli ile insana yapılan yatırımlar geri dönecektir. Bu kanunun hakkıyla uygulamaya girmesinin, uzun vadede hem enerjiye olan talebi hem de dışa bağımlılığı azaltacağından dolayı şu anda önümüzdeki en önemli konu olduğunu düşünüyorum.

ÇEDBİK bünyesinde, yasal mevzuatı takip etmek, hükümet için politika ve programlar önermek ve bu alanda lobi faaliyetlerinde bulunmak üzere “Yasal Mevzuat Komitesi” oluşturuldu. Komite, konuyla ilgili profesyonellerin ve üyelerimizin desteğiyle çalışmalarını sürdürüyor.

ÖBK: Hareketin gelişiminin önünde pek çok engel var. Ancak özellikle Türkiye için, koşulları göz önünde bulundurarak konunun gelişimi için iyileşme sağlanması gereken öncelikli konunun ne olduğunu düşünüyorsunuz?

DE: Önümüzde iki önemli konu var. Bu hareketin Türkiye’de şu andaki mevcut alt yapı ile yaygınlaşması zor. Bir takvim yaptığımızda, yerel eko malzemelerin ve sürdürülebilir mimarlık – mühendislik eğitimi veren ve alan kişilerin çoğalması ve bu öğrencilerin profesyonel hayata girdiklerinde bu konuyu hayata geçirecek kadar içselleştirmiş olması gerek. Öncelikle yeşil yapının standart bir yapıdan daha maliyetli olmadan tasarlanıp inşa edileceğinin anlaşılması gerek.

ÖBK: ÇEDBİK’i 10 yıl sonra nerede görüyorsunuz? Şahıs olarak ve dernek olarak geleceğe dair öngörünüzü ve nerede, kimlerle neler yapıyor olmak istediğinizi öğrenebilir miyiz?

DE: ÇEDBİK’in 10 yıl sonra, zamanından önce kurulmuş ama gerçekten doğru amaçlarla kurulmuş bir dernek olduğunun anlaşılacağını ve yapı sektörünün tüm paydaşlarının desteğini alan, ciddi bir network oluşturmayı başarmış bir dernek olacağını öngörüyorum. Ancak bu derneğin, birbiriyle iş yapan küçük bir gruba değil tüm Türkiye’ye malolması için yapı sektörünün farklı coğrafyalardan gelen şirketlere ihtiyacı var. Yönetim kurulu bundan sonra seçimle tayin edilecek ve bunun için Dünya Çevre Dostu Binalar Konseyi’nin öngördüğü çeşitliliği yakalamamız gerekiyor. Şirketlerin %5 – %10 civarında temsil edilmeleri gerek. Mesela %10 mimarlık, %10 emlak, %10 müteahhitlik, %10 malzeme satıcıları, %10 malzeme dağıtıcıları gibi. Genelde yönetim kurulu üyelikleri birer yıl oluyor. Zaten yoğun iş yükü olan ama bilgisine ihtiyaç duyduğumuz profesyoneller ancak bu kadar bir sürede hakkıyla faydalı olurlar.

Şunu özellikle belirtmek istiyorum ki, ÇEDBİK, kuruluş şeması itibariyle Türkiye’de hiçbir derneğe rakip olmak niyetiyle değil, sektörde ihtiyacı duyulan bir boşluğu doldurmak, yapı sektöründe tamamlayıcı bir rol üstlenebilmek amacıyla kuruldu.

Kişisel olarak baktığımızdaysa, uzun seneler Kaliforniya’da “Green Building Council”dan edindiğim bilgileri ve vizyonu bu dernek aracılığıyla ülkeme aktarabildiğim için çok mutlu olduğumu söyleyebilirim. Ancak derneklerin sosyal kulüp olarak algılanmalarının değişmesini ve özellikle ÇEDBİK’in bu konuda bir örnek oluşturmasını arzu ediyorum. Dernek yönetim kurulunda, derneğin direksiyonu olarak kalmayı seçiyor ancak üzerimdeki operasyonu devrediyorum. Kurucu CEO olarak derneğin amaçlarının anlaşılmasını ve hareketin Türkiye’de ivme kazanmasını sağladığımı düşünüyorum. Yapı endüstrisinin en önemli şirketlerine sertifika sistemlerini dernek adına anlattım ve yüzlerce profesyonelin bu konuya ilgi duymasını sağladım. Şu anda William J. Clinton Vakfı’nın temsilcisiyim ve Türkiye’ye know-how’u aktarmaya çalışan ve bu derneğe destek veren bir uzman olarak görevlerimi sürdürmek istiyorum. “Yeşil Binalar” konusunu anlatmak, yaymak ve projelerin hayata geçmesi için aracılık yapmak ve günün birinde de kendime bir yeşil ev yapmak da gelecek 10 yıl için kişisel hedeflerim.

ÖBK: Vakit ayırdığınız için teşekkür ederim.

Etiketler

Bir yanıt yazın