“Türkiye’de çelik yeni yeni tanınıyor”

Yaşar Marulyalı ile bir söyleşi gerçekleştirdik.

Gülfidan Cansızoğlu: Yaşar Bey, söyleşiyi çelik üzerine yoğunlaştırmadan önce biraz kendinizden ve mesleki birikimlerinizden bahsedebilir misiniz?

Yaşar Marulyalı: Kısaca anlatayım. 1948’de İTÜ Mimarlık Fakültesi’ne girdim. 1953 yılında mezun olduktan sonra askerliğimi yaptım. 1955 yılında, üniversitede de aynı sınıfta okuduğum ortağım Levent Aksüt ile beraber, “Umumi Mimarlık Ortaklığı UMO”yu kurduk. 47 sene önce adi ortaklık olarak başladığımız iş hayatına limited şirketi olarak devam ettik ve bugünlere geldik. Bu arada ilk zamanlarda yarışmalara çok girdik. Yarışmalar sayesinde biraz isim yaptık. Mimari çalışmalarımızı, iki etaba ayırabiliriz. İlk mezun olduğumuz senelerde Türkiye’de inşaat teknoloji gelişmemişti. Bu durum, aşağı yukarı 70’li yılların ortasına kadar devam etti. Türkiye dışa açılmaya başladı. 70’li yıllarda bazı müteahhitlik firmaları Türkiye’nin dışına çıktılar ve bu sayede yabancı inşaat teknolojileri Türkiye’ye girmeye başladı. Bilhassa 80’lerden sonra, Türkiye’de mimari büyük bir hızla ilerledi. Dolayısıyla bizim çalışmalarımız da 80’li yıllara kadar daha mütevazi malzemelerle yapıldı. 80’den sonra ise daha yeni teknolojileri kullanarak daha modern yapılar yapmaya başladık.

Gülfidan Cansızoğlu: Peki çelikle tanışmanız ve bunu tasarımlarınızda uygulamaya başlamanız ilk ne zaman ve nasıl oldu?

Yaşar Marulyalı: Bizim çelikle tanışmamız 1977’ye rastlıyor. 1977 yılında, 30m açıklıktaki İstanbul Yüzme İhtisas Kulübü’ne ait yüzme havuzunun üstünü uzaysal bir çelik sistemle kapattık. O uygulamamız ilkti. Sonra kendimize sorduk “biz bu sistemi prefabrike nasıl üretebiliriz?” ve buradan yola çıkarak 1979 yılında, “Uskon Prefabrik Uzay Sistem” firmasını kurduk ve prefabrik uzay sistemini Türkiye’ye tanıtmaya başladık. İlk 4-5 sene tanıtma çabasıyla geçti, çünkü insanların Türkiye’de yeni teknolojileri tanımaları, onu hazmetmeleri, onu kabul etmeleri, onlarla yapı yapmaları bayağı zaman alıyor. İlerleyen yıllarda da bu konuda epey mesafe katettik.

GC: Uskon’un, bildiğimiz kadarıyla, yurtdışında pek çok başarılı uygulaması var ve firma, geniş bir coğrafyaya yayılmış durumda. Yurtdışına da yayılma girişimi nasıl başladı?

YM: Yurtdışında ilk yaptığımız projeler Orta Doğu, Körfez ve Arap ülkelerinde bulunmakta. Tabii yayıldığımız bu bölgeler zamanla daha da genişledi. Dışarıdan iş almak için büyük çabalar sarfettik. İlk seneler 2-3 tane ufak iş alarak başladık ve yavaş yavaş pazarımızı büyüttük. Doğu Avrupa ve Orta Asya ülkelerine de Türk Müteahhitlik firmaları aracılığıyla girdik. Bunun dışında en son yaptığımız ataklar arasında, Fransa’da bir Fransız mühendisle beraber kurduğumuz “Uskon-Europe” isminde bir firma bulunmakta. Bu firmayla da amacımız, Batı Avrupa’da Fransa, Almanya, İngiltere İspanya, Portekiz ve Kuzey Afrika’da Cezayir, Fas gibi ülkelere ve oradan da okyanusun ötesine, Amerika ve Kanada’ya atlamak. Biz, üç senedir bu projelerle uğraşıyoruz. Bu alanda oldukça ilerledik. Amerika’da Sweets katoloğa girdik. Amerika’da sahibi bir mühendis olan Bush Industrial firmasıyla anlaşma yaptık. Firmanın Amerika’da büyük bir temsilci ağı var, bu sayede Amerika ve Kanada’da bazı işler aldık. Bu arada Avrupa’daki Uskon-Europe Şirketi’nden önce Orta ve Uzak Doğu’ya da biraz yönelmiştik. Singapur, Malezya, Vietnam, Hindistan gibi ülkelere yöneldik, ama Hindistan hariç diğer ülkelerde henüz bir iş alıp uygulayamadık. Çünkü orada da bizim gibi uzay sistem firmaları kuruldu ve onlar tabi daha ucuza yapıyorlar. Ama yine de bugün, Amerika’dan Singapur’a kadar geniş bir coğrafyada işler yapmaya devam ediyoruz.

GC: Anlattıklarınızdan anladığım kadarıyla ulusal ve uluslararası projelerinizde yapısal çeliği kullanma ve kullanmaya teşvik etme fikri aslında zaten Uskon’la başlamış. Peki sizi Türk Yapısal Çelik Derneği’ni kurmaya iten nedenler neydi, neleri amaçlayarak yola çıktınız?

YM: Uskon’la ilgili bir iki kelime daha söylemek istiyorum. Uskon mimarlar tarafından tasarlanan büyük açıklıklı projelerin mühendislik tasarımını yapıyor ve bunu projelendirdikten sonra imal ediyor ve monte ediyor. Yani bütünüyle bir projelendirme ve imalat hizmeti veriyor.

Yapısal çelik için de şunları söyleyeyim. Profesör Tevfik Seno Arda, Türkiye’de çeliğin öncülerinden çok değerli bir bilim adamı, kendisi doktorasını zaten Belçika’da yapmış. Belçika’nın da çelikteki konumunu ve durumunu herhalde duymuşsunuzdur, bu alanda çok gelişmiş bir ülke. Tevfik Seno Arda, 1989 yılında Yapısal Çelik Derneği’ni kurmak için teşebbüs etti. “Gelir misin, biz bunu kuralım” diyerek beni de davet etti ve biz 8 kişi ilk olarak 1989’da Yapısal Çelik Derneği’ni kurduk. Amacımız, çeliğin Türkiye’de yaygınlaşmasını sağlamaktı. Çünkü çelikte oldukça geri kalmıştık. Türkiye’de bu alandaki en önemli gelişme boğaz köprüsünün inşa edilmesidir. 1 km uzunluğundaki bu köprü, asma sistemle geçildi. 1970’lerden hatta 80’lerden sonra da Türkiye, büyük bir endüstri hamlesine girdi. Pek çok yerde fabrikalar kurulmaya başlanınca yapısal çelik gündeme geldi. İlk kurulan fabrikalar daha çok betonarme kolonlar ve prefabrik beton kirişlerle yapılıyordu. Bu tür endüstri binalarında daha esnek mekanlar yaratmak için daha büyük açıklıkları geçmek gerekir, tabi beton bunu karşılayamaz. Beton maksimum 20-25 metre geçebilir. Dolayısıyla çeliğe ihtiyaç duyuldu, yani bu zorlamayla değil, kendiliğinden oluştu. İhtiyacın getirdiği bir şekilde, endüstri yapılarının çatılarında çelik kullanılmaya başlandı. Ama yine de sivil binalarda yani konutlarda, idari ve resmi binalarda çelik kullanılmıyordu. Bizinaym de Yapısal Çelik Derneği’ni kurarken amacımız bunu kırmaktı. İlk kurulduğumuz yıllarda, hedeflerimiz arasında Avrupa Çelik Birliği’ne katılmak vardı. Türkiye’deki çelik imalatını, Avrupa’daki çeliğin fabrikasyon olarak üretilmesindeki bir takım normları yani Avrupa Çelik Birliği’nin normlarını uygulayarak gerçekleştirmeyi düşünüyorduk. Bu şekilde, 1992 yılında Avrupa Çelik Birliği’ne üye olduk. Avrupa Çelik Birliği’nden de kısaca bahsedeyim. Avrupa Çelik Birliği, 1954-55 yıllarında Fransa, Belçika, Almanya, Lüksemburg ve İsviçre gibi ülkelerce Avrupa Çelik ve Kömür Birliği olarak kurulmuştur ve bu birlik, Avrupa Birliği’nin de çekirdeğini oluşturmuştur. Yani Avrupa Çelik ve Kömür Birliği, menfaat ilişkisi de diyebiliriz buna, siyasal boyutta da Avrupa Birliği’ni doğurmuştur. Bugün, Türkiye dahil 22 Avrupa ülkesi bu birliğe üyedir. Ayrıca Amerika ve Japonya olmak üzere birliğin 2 tane de associate üyesi bulunmaktadır.

GC: Teknolojik açıdan böyle gelişmiş ülkelerin üye olduğu Avrupa Çelik Birliği’nde yapısal çelik kullanımı açısından Türkiye’nin imajı nedir?

YM: Türkiye’de çelik yeni yeni tanınıyor. Ben, bu adamlarla toplantılara çok katılıyorum. Türkiye’nin imajı dışarıda şu: Kendi aralarında konuştukları zaman; “Türkiye nasıl?” diye sorduklarında hemen “concrete” diye cevap veriyorlar. Yani Türkiye beton onların gözünde. Mesela komşumuz İran’a, İngilizler çeliği bizden çok daha önceleri sokmuş. Bu yüzden orada çelik daha gelişmiş. İngilizler 50-60 sene önce çelik getirmiş İran’a, onlar bizden daha öndeler çelik konusunda. Bizde ise, Osmanlılar zamanında bazı örnekler yapılmış. Bu örneklerden mesela Feshane Fabrikası ya da İzmir’deki bazı binalar sayılabilir. Bütün bunların taşıyıcı sistemleri dışarıdan geldi ve burada monte edildi. Türkiye çelikle tanıştı, ama cumhuriyet döneminde bunun devamı gelmedi. Zaten cumhuriyetin kurulmasıyla beraber ekonomi zayıf olduğu için ancak İsmet İnönü’nün dirayetiyle kurulan demiryolu ağları ve demiryolu köprüleri yapılabildi. Bundan sonra yapısal çelik bizde uzun bir süre kullanılmadı.

GC: Avrupa Çelik Birliği’ne katılmak Türk Yapısal Çelik Derneği’ne ve bu bağlamda Türkiye’de yapısal çeliğin kullanılmasına ne gibi artılar kattı?

YM: Avrupa Çelik Birliği, çeliğe bir takım normlar getirdi. Çeliğin gelişmesiyle ilgili konferanslar yapıldı ve bu konuda bir takım şartnameler hazırlandı. Bilimsel bildirilerle çeliğin yayılması, gelişmesi yönünde büyük mesafeler alındı. Diyebiliriz ki, Türk Yapısal Çelik Derneği 1992’den itibaren Avrupa Çelik Birliği’ne üye olduğu için Türkiye’de yapısal çelikle alakalı bazı hamleler olmaya başladı. Bazı mimarlar önemli yapılar yaptılar. Avrupa Çelik Birliği iki senede bir ülke bazında ödül verir ki bu sene de bir proje seçildi. Arkitera zaten bunu yayınladı. Bugüne kadar 3 proje ödül aldı. Bunlar, Oktay Nayman’nın Tatilya projesi, bizim 60’a 60’lık bir açıklık geçtiğimiz Cam Piramit ve son olarak da Ankara’da çok tanınmış bir mimar Erkut Şahinbaş’ın yapmış olduğu Sabiha Gökçen Havaalanı. O projede çelikle 45 metre bir açıklık geçildi. Fakat tabi Çelik Birliği’nin seçtiği projeler, sadece büyük açıklık geçen projeler değil aynı zamanda prestij projeleri. Yani bir fabrika yapmışsın, kafes koyarak 50 metre geçmişsin. Bunlar ödül almaz. Projelerin bir mimari üstünlüğünün muhakkak olması lazım.

GC: Yaşar Bey sizin, bir de bildiğimiz kadarıyla Mimari Danışmanlık Komitesi’nde de üyeliğiniz bulunuyor. Bu komitenin görevi tam olarak nedir?

YM: Evet, bu arada Avrupa Çelik Birliği’nin Mimari Danışmanlık Komitesi’ne seçildim ve aşağı yukarı 4-5 senedir o komitede çalışıyorum. Senede üç veya dört kere toplanıyoruz. Beni komiteye seçmelerindeki amaç şuydu: Türkiye’de prestij yapısı diyebileceğimiz, yapısal çelikle ilgili mimari eserlerden bir tanesini basmak istiyorlardı. Ben de onlara Murat Tabanlıoğlu’nun Ankara’daki Print Center Projesi’ni önerdim, beğendiler ve o projeyi bastılar. Bugüne kadar muhtelif ülkelerden 10 tane eser bastık ve ben de onlara bazı mimari eserleri teklif ettim. Mesela Belçika’dan da bir projeyi teklif ettim. O da basılıyor. Bu suretle amacımız, mimarları motive etmek. “Benim eserim de keşke basılsın” diye bir çok mimar çıkacak ve bu sayede çelik yayılacak. Sonuçta bu işin ticari bir amacı var tabi. Ayrıca, iki sene önce de Avrupa Yapısal Çelik Derneği’nin kongresini burada yaptık. O yıldan beri düzenli olarak her sene çelik haftası düzenliyoruz. İlk yaptığımız uluslararası bir kongreydi. Bildiriler sunuldu, dışarıdan pek çok yabancı geldi. 2. ve 3.Çelik Haftaları ise uluslararası değil ulusal. Yine seminerler oluyor, yine bildiriler sunuluyor.

GC: Sizce Türkiye’de mimarlar, kendi tasarımlarında yapısal çeliği neden tercih etmiyor?

YM: Türkiye’de mimarlar çelikten ürküyor. “Acaba ben bu detayları nasıl hallederim? Bunu yapabilecek firmalar var mı? Fabrikatörler var mı?” diye soru işaretleri var kafalarında. Bir de işin bu boyutu var. Ama bunlar aşılacak olaylar. Türkiye’de çelik imal edecek Ankara’da ve İstanbul’da gerçekten güzel firmalar var. Bir misal vereyim size. Bizim en son yaptığımız projelerden Milli Reasürans’ın katlı otomatik otoparkı var. O proje, Alman firmasının teknolojisiyle yapılıyor. Başlarken bize dediler ki, “Statiği Almanya’da yapılacak, çünkü sizin bu konularda henüz bir tecrübeniz yok”. Onların hazırlamış olduğu proje, Türkiye’deki zelzele normlarına uydurularak bizim süzgecimizden geçti. Sonra Almanlar dediler ki “Siz bunu yapamazsınız, bunu Çekoslavaklar yapsın.”, çünkü bu konuda zaten sürekli onlarla çalışmışlar. Bunun üzerine biz de, yetkililere Türkiye’deki bazı firmaları gezdirdik. Gülermak adında bir firmayı beğendiler. Bütün kirişler, kolonlar, bağlantılar buradaki fabrikada yapıldı ve milimetrik presizyonla bulonlanarak monte edildi. Monte edilirken bütün katların kotları ve diğer bütün ölçüler harita mühendisleri tarafından yerinde kontrol edildi. Çünkü araba içeriye girdikten sonra yatayda ve düşeyde hareket ediyor ve bir göze giriyor. Düşünün, o göze girerken en ufak milimetrik hata olsa araba giremez oraya. Çünkü altında bir tekerlek var, bu kadar hassas bir iş. Ama bu yapıldı, Türkler bunu becerdiler. Muvaffak olundu. Şu anda çalışıyor. Yani böyle böyle mimarlar da artık “yapabilirim, bu iş o kadar zor değilmiş” demeye başladı.

GC: Türkiye’de çelik yapı endüstrisi, tüm yapı sektörü içinde kendine daha geniş bir yer nasıl edinebilir? Siz, dernek kurucularından biri olarak, bu konudaki eksiklikleri ne şekilde gidermeyi düşünüyorsunuz?

YM: Bakın bu yapısal çelik derneği 3-4 senedir muhtelif şehirlerde konferanslar veriyor. Mersin’e, İzmir’e, Ankara’ya gittik. Mimarlar odasının daveti üzerine o şehirlerde konferanslar verdik. Bu arada zelzele bölgelerinden Sakarya’ya ve Bolu’ya da gittik. Tabi, üniversitelerde de konferanslar veriyoruz. Uskon yarışma düzenliyor, öğrencileri teşvik ediyoruz. Geçen sene Yeditepe Üniversitesi’nde proje yürütmeye başladım. O öğrencilerimi çelik haftasına davet ettim, gelecekler. Pazartesi günü bir konferansım var. Buyrun siz de gelin.
Bunların dışında İzmir 9 Eylül Üniversitesi’nde ve İleri Yüksek Teknoloji Enstitüsü gibi mimarlık bölümü olan okullarda verdiğimiz konferanslara iştirakler yüksek oldu. Son olarak ise Diyarbakır’a gitmeye karar aldık. Doğu Bölgeleri’nde de bu konuyu yaymaya çalışıyoruz.

GC: Sizce yapısal çeliğin kullanılmasına teşvik etme konusunda öncelikli olarak hangi meslek grubuna yönelik çalışmalar yapılmalı?

YM: Mimarlara çeliği sevdirmek lazım ve buna öğrenciyken başlamak lazım. Çünkü esas hedef mimarlardır. Tasarımı yapan onlar çünkü. İkinci hedefse inşaat mühendisleri. Çünkü mimar tasarımı yapar. Ama onun mühendisliğini projelendirecek olan inşaat mühendisidir. İnşaat mühendisi yapamazsa mimarın tasarımı havada kalır. Dolayısıyla biz, hem inşaat mühendislerini hem mimarları teşvik ediyoruz. Buradan yola çıkarak geçen sene bir yarışma açtık. Türkiye’de Borusan adında çok büyük bir çelik firması var. Bu firma bir yarışma düzenledi. Bu yarışmaya mimarlık ve inşaat mühendisleri öğrencileri beraber girdiler. Ne oldu? Mimarlık öğrencileri projeyi tasarladı. İnşaat mühendisleri öğrencileri de bu tasarımların hesabını yaptılar ve bize, yani jüriye, komple bir proje verdiler. Biz jüride bunları değerlendirdik. Üç tane proje ödül aldı ve böylelikle öğrenciler arasında da bu işi yaymaya başladık.

GC: Türkiye’de maalesef şöyle de bir gerçek var, bir mimar tasarımında çelik kullanmaya karar verse bile bunu uygulayabilecek usta, kalfa bulması da çok zor aslında. Sizin bu konuyla alakalı olarak çelik ustası, kalfası yetiştirme gibi projeleriniz var mı?

YM: Tabi. Türkiye’nin yumuşak karnı, zayıf noktası bu. Türkiye’de bir iş biraz parlamaya başladığı zaman, yüzlerce kişi “o işi ben yaparım” diye ortaya çıkıyor. Bir misal vereyim size. Zelzeleden sonra Bolu Devlet Hastanesi yıkılınca bina, çelik olarak tekrar yapılmak istendi. Buna müracaat eden müteahhit sayısı ne kadar biliyor musunuz? Çelik karkasını yapabilecek ya da “yapabilirim” diyen müteahhit sayısı 200’ün üstünde. Yani eski ustalar, kalfalar, betoncular, tahta kalıpçılar, hepsi “ben yaparım” diye bu işe soyundular. Bakın, burada en önemli ve bizi en korkutan nokta da bu aslında. Çünkü kalitesiz çelik inşaat da yıkılır. Betonarme nasıl yıkılıyorsa çelik de yıkılır. Kaynağı iyi değildir, bulonu zayıftır ya da başka nedenler de olabilir. Bizim Yapısal Çelik Derneği olarak, aşmak istediğimiz konulardan bir tanesi de bu. Biz, bu tür ustalık sertifikalarını vermek için eğitimler düzenlemeyi amaçlıyoruz. Bir de, Türkiye’de yetişmiş inşaat mühendisleri de çelik detaylarını pek bilmiyorlar, inşaat mühendislerinden çelik esaslarını bilenler maalesef az sayıda. Mesela Mersin’de bize dediler ki: “Tamam, biz çelik bir tasarım yapalım. Peki kim yapacak bunun hesabını? Burada bunu bilen yok ki!” Bu tür zorlukları aşmak için de önce İstanbul’da ya da Ankara’da uygulamak lazım, sonra zaten zamanla Mersin’de de gerekli donanıma sahip mühendis, usta, kalfa yetişecektir. Bizim Yapısal Çelik Derneği’nde 100’e yakın üyemiz var. Kimler var burada? Akademisyenler, mimarlar, inşaat mühendisleri, malzeme üreticileri ve fabrikatörler, yani imalatı yapanlar da var. Dolayısıyla bizim akademisyen üyelerimiz, inşaat mühendislerine bu statik hesaplarının nasıl yapılacağına dair kurslar ve eğitimler veriyorlar, kitaplar yayınlıyorlar. Bu konuyu da öyle aşmaya uğraşıyoruz. Tabi bu 3-4 senede aşılacak bir sorun değil. İngiltere’de 200 senedir çelik inşaat yapılıyor. Biz on senede onlara yetişecek miyiz? Böyle bir şey olabilir mi? Mümkün değil. Dolayısıyla zaman lazım tabi.

GC: Yapısal çelik dendiğinde ilk akla gelen soru işaretlerinden biri de yangın güvenliği. Türkiye’de belediyelerin bu konuda yetersiz oldukları açıkca ortada, sizin bu konuda kaygılarınız var mı, varsa nelerdir?

YM: Çelik yapıyı da korumak lazım, mesela korozyona karşı korumak vesaire gibi. Tabi öncelikle, yapısal çeliğin getirdiği bir takım avantajlar var. Nedir bunlar? Şeffaflık, hafiflik, büyük açıklıkların geçilmesi, mekan kazançları, betona göre daha ufak kesitlerin oluşması. Beton kolonlar mesela 1metreye 1metreyken çelik kolon 30cm’e 30cm. Bir diğer avantaj da hafif olması, dolayısıyla hafif olduğu için de zemine intikal eden yükler daha az oluyor. Az olunca temeller küçük oluyor tabi. Bir de hassaslık var. Çünkü çeliği fabrikada imal ediyorsunuz. Betonu yerinde döktüğünüz zaman en az 5cm ya da 10cm hata oluşuyor. Çelikte bu hatalar milimetre mertebesindedir. Fakat tüm bu avantajlara rağmen yangın korunumu sorunu var. Ama yangına karşı korunma yurtdışında çözülmüş ve Türkiye’de de çeliğin yangından korunması için gerekli malzemeleri satan bir takım firmalar yavaş yavaş kuruluyor. Düzenlemiş olduğumuz 3. Çelik Haftası’nın ikinci gününde de zaten bu konuyla ilgili bazı konuşmalar yaptık. “Yangından korunma: aktif ve pasif yöntemler” başlıklı bir toplantı yapıldı. Dolayısıyla yapısal çeliğin yangına karşı korunumu yönünde araştırmalar yapılmış, çözümler üretilmiş ve bu çözümler Türkiye’ye de yavaş yavaş gelmekte. Bu konu hakkında size bunları söyleyebilirim.

GC: Peki Yaşar Bey, Yapısal Çelik Derneği olarak başlangıçtan bugüne Türkiye’de çeliğin yapıda kullanılması konusunda ne gibi gelişmeler kaydedebildiniz, yola çıkarken önününüze koymuş olduğunuz hedeflerin neresindesiniz, hiç hayal kırıklıkları oldu mu?

YM: Şöyle söyleyeyim. Bir takım hayal kırıklıkları olmasına rağmen hedeflediklerimizin birazcık önündeyiz. Zaten 17 Ağustos zelzelesi Türkiye’de çelik yapıyı da motive etti diyebilirim. Aslında, şöyle de yanlış bir izlenim olmasın, betonarme de çelik de zelzeleye dayanır. Ama çelik biraz daha esnek bir malzeme olduğu için bir takım avantajları vardır. Zelzelede betonarme binaların yıkılması kötü mühendislikten ve kötü inşaattan oluyor. Yani mühendislikte gerekli titizlik gösterilmiyor. Hayal kırıklığı konusuna gelince, isim vermeyeyim çok önemli bir müessesenin, çelik proje işi vardı. Hatta söyleyeyim adını, Tübitak. Biz, Tübitak’ın araştırma labaratuvarı projesini almıştık. O dönemki Tübitak Başkanı da Teknik Üniversite’den çok ileri görüşlü bir profesördü. Bize, “Çelik nasıl olur?” dedi. “Olur, hoca” dedik. Çünkü projenin yapılacağı bölge, fay hattına yakın. Neyse, biz avam projeleri hazırladık, analizler yaptık, beton olursa bu kadar çelik olursa bu kadar diye maliyet çıkardık. Tabi çelik olursa maliyetler biraz artıyordu. Ben gittim, kurula sunum yaptım. Çünkü, projenin kabulu sadece o dönemin başkanı Naci Görür’ün kararıyla değil, yönetim kurulu onayıyla oluyor. Bu yönetim kurulunda bir takım önemli kişiler var. Onlar baktılar, ben bizim projemizi anlattım. Aradaki 100,000$’lık, hatta daha da az olan maliyet farkından bahsettim. Biraz kendi aralarında konuştular ve sonra beton yapmaya karar verdiler.

GC: Sizce maliyet farkından dolayı mı çeliği tercih etmediler?

YM: Hayır, o kadar az maliyet farkıyla geri çekilmezler. Bakın bence şundan çekindiler. Proje ihalesini çelik olarak çıkarırlarsa 5 tane firma katılır, ancak beton olarak çıkarırlarsa 30 tane firma katılır. “Acaba bu beş firma bunu yapabilir mi yapamaz mı? Biz bu işi daha bilmiyoruz. Niye kendimizi riske sokalım?” gibi soru işaretlerinden dolayı kabul etmemiş olabilirler. Benim tahminim bu yönde. Onun için alışkanlıkları kırmak, yeni bir malzemeyi oturtmak zaman alıyor. Demek istediğim biz hedeflediğimiz yerdeyiz, ama daha hızlı gidemiyoruz. Tökezliyoruz bazen.

GC: Türk Yapısal Çelik Derneği’nin ulusal ve uluslararası platformlarda gerçekleştirmiş olduğu diğer faaliyet ve etkinlikler nelerdir?

YM: Avrupa Çelik Birliği’nin toplantıları sadece mimari danışmanlık yönünde değil, bu toplantıların mühendislik ve malzeme yönü de var. Bunların dışında şartnamelendirme gibi komisyonlar var ve bu komisyonların bir kısmında bizim Teknik Üniversite’den bazı hocalarımız da bulunuyor. Mesela bizim başkanımız Profesör Nesrin Yardımcı, bir komisyonda çalışıyor. Bizim uluslararası etkinliklerimize gelince, bunlar kongrelerle bazı sunumlar olabiliyor. Bazı çelik projeleri basılıyor. Aslında çok büyük bir etkinliğimiz yok. Türkiye’de gerçekleştirdiğimiz etkinlikler Yapısal Çelik Haftası’yla muhtelif şehirlerdeki konferanslar ve Ankara’da açtığımız bazı sergiler.

GC: Mesela, Beton Birliği ve Çimento Birliği, yaz aylarında öğrencilere workshop programları düzenliyor, siz peki dernek olarak, yarışmalar dışında öğrencilere yönelik ne tür etkinlikler düzenliyorsunuz?

YM: Mimarlık Vakfı adında bir vakıf var. Orada, 6 sene kadar çalıştım. Bu vakıf, 3 senedir yaz okulu diye bir etkinlik yapıyor. Mesela bu yaz okulunda, o öğrencilere Uskon fabrikasını gezdiriyoruz. Öğrenciler burada prefabrik çeliğin nasıl yapıldığını, uzaysal bileşenlerin nasıl bir araya geldiğini görüyorlar. Ben, geçen sene ve bu sene onlara bir bildiri sundum, otomatik otoparkı gezdirdim. Öğrenciler çok memnun kaldılar. İçlerinde Erciyes Üniversitesi’nden çocuklar vardı. Erciyes Üniversitesi’nin Mimarlık Fakültesi Yozgat’da. Yozgat gibi tutucu bir şehir düşünün, hiçbir yenilik yok. Ama o öğrenci geliyor, İstanbul’da otomatik otoparkı görüyor, birdenbire ufku açılıyor. Gelip görenler epey şanslı aslında. Çünkü mimari öyle bir şey ki bir kültür, bir görgü, bir birikim lazım. Şimdi Yozgat’da bu yok, değil mi? İstanbul bile Batı Avrupa’ya kıyasla çok eksikleri olan bir şehir. Keşke maddi olanaklar sağlanabilse de oralardaki üniversitelerden üçer beşer kişiyi alıp Avrupa’da bir tur atabilsek.

GC: Peki derneğinizin yapı mevzuatıyla ilgili eksik bulduğu noktalar var mı, varsa bunları gidermek için ne tür çalışmalar yapıyorsunuz?

YM: Tabi var, Bayındırlık Bakanlığı’nda bazı kabullerin yapılması için uğraş veriyoruz. Bu konuyu size bir örnek vererek anlatayım. Diyelim bir çelik çatı yapılacak. Bizim Türk müteahhitler mühendise der ki: “kardeşim, sen bu projeyi çok ağır yap. Ben daha çok kazanayım.” Çünkü demir kalemi karlı. Halbuki mühendislik bu değil. Çatıları daha şeffaf, daha hafif yapmak lazım, mühendislik bu, mimarlık bu. Müteahhitlerin bu tür yaklaşımları sonucu Türkiye’de mühendislik de gelişemiyor. Müteahhitin kazanması için ağır ve kalın profiller kullanılıyor. Biz, dernek olarak bunları değiştirmeye uğraşıyoruz. Yeni yapılan olimpiyat stadyumunun hem mimari hem mühendislik projeleri, Fransa’daki “Stad de France”ı yapan mimarlar tarafından yapıldı. Biz maalesef, daha bu noktalara ulaşamadık. Bu ihaleler Türkiye’de olsaydı, yani yabancılar girmeseydi, ihaleyi kazanan Türk müteahhit, mühendise ” ya, sen mümkün olduğu kadar okkalı, ağır bir şeyler yap” diyecekti. Onun için bizde daha değişmesi gereken çok şey var.

GC: Bu yıl üçüncüsünü yapılan “Çelik Haftası” etkinliklerinin yeteri kadar ilgi gördüğünü düşünüyor musunuz?

YM: İlk sene çok iyi olmuştu. Çünkü uluslararası bir de kongre vardı. Mesela Kaltenbach gibi bazı yabancı firmalar katıldı. Kalltenbach, Almanya’da çelik kesme, delme makinalarını üreten ve bu makinaları Türkiye’ye de satan çok gelişmiş bir firma. Bunun dışında bilgisayar sistemleri satan firmalar da fuara gelip yer kiraladılar. Birinci sene bayağı iyi oldu. Geçen sene ise kriz olduğu için biraz zayıf geçti, geçen seneyi saymayalım. Bu sene yine fena değildi. Ama dışarıdan, uluslarası ortamdan gelip yer kiralayan firma pek yoktu bu fuarda da.

GC: Bu neden kaynaklanıyor sizce, acaba dernek olarak kendi faaliyetlerinizi yeteri kadar tanıtamamış olmaktan olabilir mi?

YM: Türkiye’nin ekonomik yönden krize girmesi yabancı yatırımcı firmaların Türkiye’ye ilgisini azaltıyor. O nedenle bu sene de fuara dışarıdan katılımın çok az olduğu kanısındayım ben.

GC: Yaşar Bey, son olarak Ekim ayının ikinci haftası gerçekleştirmiş olduğunuz bu yılki Çelik Haftası kapsamında düzenlediğiniz diğer etkinliklerden kısaca bahsedebilir misiniz?

YM: Bu yıl Çelik Haftası kapsamında mimari sergi açtık, her yıl olduğu gibi. Bu mimari sergide diyoruz ki, mimarlara “siz taşıyıcı sistemi çelik olan bir bina tasarladınızsa ve eğer bu bittiyse ve kullanılıyorsa, biz bunu Türk projesi olarak yarışmaya sokalım. İçinden en iyisini Türk projesi olarak seçelim. Bu, eğer sadece proje halindeyse yine getirin, sergileyelim”. Mimarları bu şekilde motive ediyoruz, teşvik ediyoruz. Bu arada iki senedir gerçekleştirdiğimiz enterasan bir sergimiz daha var, çelik heykel sergisi. Heykel Bölümü burada, Hacettepe Üniversitesi’nde, İzmir’de ve Adana’da var. Sergiye katılacak öğrencileri çelik fabrikalarına gönderiyoruz. Bizim önceden konuşmuş olduğumuz fabrikatörler de bu öğrencilere kullanmadıkları artık çelik parçalarını veriyorlar. Hakikaten öğrenciler müthiş sanat eserleri oluşturuyorlar. Fakat maalesef pek satamıyorlar. Tabi yine bir miktar alan oluyor, Yapısal Çelik’deki bazı zengin firmalar öğrencileri teşvik etmek için alıyor. Ama bilmiyorum neden, bizde bu tür sanatlara karşı biraz isteksizlik var.

GC: Yaşar Bey, Arkitera adına size bu söyleşi için çok teşekkür ediyorum ve son olarak Arkitera ekibi ile ilgili görüşlerinizi kısaca öğrenmek istiyoruz?

YM: Şimdi bakın, biz Arkitera’yla yeni tanıştık, 3 ay önce tanıştık. Ben bazen bilgisayarımda giriyorum sizin sitenize. oradan bazı bilgileri alıyorum. Valla sizi aslında pek iyi tanımıyorum, tanımak isterim. Yalnız, bize çok yardımcı oldunuz onu da söyleyeyim. Bizim çelikle ilgili duyurularımızı yaptınız. Dolayısıyla size ben sempatiyle bakıyorum, daha da tanımak istiyorum.

Etiketler

Bir yanıt yazın