Projenin Hedeflerinden Biri de Güncel Sanat ve Kamusal Alan Konusunu Tartışmaya Açmaktı

My City veya Türkçe adıyla Benim Kentim projesi, Avrupa Birliği (AB) Kültür Köprüleri programı kapsamında, British Council tarafından tasarlanıp kamusal alanda hayata geçirilmekte olan bir sanat projesi.

Emine Merdim Yılmaz: My City projesinden bahsedebilir misiniz?

Yeşim Gözde Ersoy: My City veya Türkçe adıyla Benim Kentim projesi, Avrupa Birliği (AB) Kültür Köprüleri programı kapsamında, British Council tarafından tasarlanıp kamusal alanda hayata geçirilmekte olan bir sanat projesi. Türkiye ve Avrupa arasındaki sivil diyaloğun güçlendirilmesi hedefiyle yola çıkan Kültür Köprüleri programı kapsamında, AB, 2008 yılında Türkiye’de faaliyet gösteren belli başlı kültür merkezlerini, bu alanda proje üretmeye davet etti. Bu çağrıya yanıt veren Goethe Enstitüsü, Fransız Kültür Derneği, İtalyan Kültür Merkezi ve British Council farklı projeler geliştirdi.

Türkiye’de Platform Garanti Güncel Sanat Merkezi ve Anadolu Kültür ortaklığıyla yürüttüğümüz Benim Kentim projesinin Avrupa ayağında Almanya, Finlandiya, Polonya, Avusturya ve İngiltere’den önemli sanat kurumları projeye destek veriyor. Proje, Türkiye’de İstanbul’un yanı sıra kültürel çeşitliliği ve zenginliğiyle dikkat çeken dört kentte daha gerçekleşiyor: Çanakkale, Konya, Mardin ve Trabzon. Avusturya’dan Andreas Fogarasi, İstanbul’da, Finlandiya’dan Minna Henriksson, Trabzon’da; Polonya’dan Joanna Rajkowska, Konya’da, İngiltere’den Mark Wallinger, Çanakkale’de ve Almanya’dan Clemens von Wedemeyer, Mardin’de çalışıyor. Şimdiye kadar kamusal alanda ürettikleri çalışmalarıyla tanınan bu beş sanatçı, bu kentlere özel birer proje üretmek üzere Türkiye’ye davet edildiler. Geçtiğimiz bir buçuk yıldır, bu sanatçılar, farklı zamanlarda, kendi belirledikleri programlar çerçevesinde çalıştıkları kentlerini ziyaret etti, kent sakinleriyle görüşmeler yaptı ve bu sürecin sonunda, her sanatçı kent için özel bir eser/proje tasarladı. Geçtiğimiz günlerde, kentlerde düzenlenen panel toplantılarında da, sanatçılar eserlerini kent sakinlerine tanıttı, birlikte tasarılarını konuştular.

Projenin Avrupa ayağında ise, Platform Garanti Güncel Sanat Merkezi’nin desteği ile bir residency programı organize edildi. Platform’un açtığı duyuruya Türkiye’den başvuran sanatçılar arasından seçilen altı sanatçı, Avrupa’nın önde gelen sanat kurumlarında ağırlanmak üzere davet edildiler.

Benim Kentim projesinin hedeflerinden biri de, kentlerde yaşayan genç nüfusu projeye dahil ederek, güncel sanat ve kamusal alan konusunu tartışmaya açmaktı. Bunun için, PACE Eğitim kurumlarının danışmanlığında bir eğitim programı geliştirildi ve program kapsamında beş proje kentinde, Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı bir dizi okulda, 11 – 18 yaş grubundan gençlerle atölye çalışmaları yapıldı. Geçtiğimiz eğitim yılı içinde, beş kentte 4 bine yakın öğrenciye ulaşan program, önümüzdeki eğitim yılı da devam edecek ve 7 bin 500ün üzerinde genç kent sakinine söz hakkı vererek, fikirlerini tartışabilecekleri ve kentlerinin planlanmasına katkıda bulunabilecekleri bir forum oluşturacak.

Kamusal mekan ve bu mekanın sahipleri ve kullanım şekilleri üzerinden kendine yer edinen proje vasıtasıyla Avrupa ve Türkiye arasındaki sivil diyaloğa destek verecek bir süreç olacağını düşünüyoruz. Bu süreci ve iletişimi de daha çok kişiye ulaştırmak amacıyla, proje kapsamında elektronik ve basılı bir dergimiz var. Yine aynı amaçla, TRT ile ortaklaşa yapımını üstlendiğimiz ve bu yıl sonuna doğru altı bölüm olarak yayınlanacak, Benim Kentim Belgesel programı çekiliyor.

EMY: Çanakkale, İstanbul, Konya, Mardin ve Trabzon kentleri ve çalışacak sanatçılar nasıl belirlendi?

YGE: Öncelikle şunu söylemeliyim ki İstanbul dışındaki diğer dört kenti belirlerken gerçekten çok zorlandık. 2010 yılı kültür başkenti oluşu nedeniyle İstanbul projenin başından kesin olan ve kaçınamadığımız kentlerden biriydi. Amacımız, kültürel zenginliği, tarihi, sosyal dokusuyla öne çıkan ve Avrupa’da pek de tanınmayan kentleri, Benim Kentim projesiyle, Avrupa kültür haritasına taşımaktı. Tahmin edeceğiniz gibi, oluşturduğumuz ilk kent listesi oldukça uzundu. Daha sonra, kentlerin soyso-kültürel yapılarını daha iyi tanımak için bir araştırma yaptırdık. Üniversite öğrenci sayısı, kentte düzenlenen kültürel etkinlikler gibi özelliklere bakarken, kente ulaşım ve coğrafi farklılık da gözettiğimiz diğer kriterler arasındaydı. Aday kentlerin birçoğuna birebir gidilerek de kentler daha yakından tanınmaya çalışıldı. Tüm bu çalışmalar sonucunda ve proje ortaklarının temsilcilerinden oluşan proje kurulu onayıyla, kentlere karar verildi.

Sanatçı seçimlerinde ise farklı bir yöntem izlendi. Bu alandaki çalışmalarıyla uluslararası güncel sanat platformunda tanınmış küratörler, belirlenen kentlere ve özelliklerine bakarak, proje için sanatçı isimleri önerdiler. Bu küratörler arasında, benim kentim projesi küratöryel danışmanlığını da yapan ve aynı zamanda Folkstone Triennial’i küratörü Andrea Schlieker, Almanya Aachen’de bulunan Ludwig Uluslararası Sanat Forumu Direktörü Brigitte Franzen, Finlandiya Gothenburg Üniversitesi’nde ders veren bağımsız küratör Mika Hannula, Varşova’da Çağdaş Sanat Müzesi’nden Sebastian Cichocki ve Avusturya’dan, 2009 Venedik Bienali Avusturya Pavyonu küratörlerinden Silvia Eiblmayr vardı. Önerilen isimler Platform Garanti Güncel Sanat Merkezi ve British Council’ın da katıldığı bir juri tarafından değerlendirilerek, Benim Kentim projesine davet edildi.

EMY: Ortaya çıkan ürünleri kentlerin hangi noktalarında ve ne zaman görebileceğiz?

YGE: Projelerin açılışı Ekim ayı sonuna doğru gerçekleşecek. Çanakkale’de çalışmalarını sürdüren İngiliz sanatçı Mark Wallinger, “Sinema Amnesi” adını verdiği, boğazın en dar noktasına yerleştireceği video enstalasyonuyla kentin bugünü ve yakın geçmişine manidar bir göndermede bulunuyor. Mardin’de çalışan Clemens von Wedemeyer’in kent için tasarladığı ve “faydalı bir heykel” olarak tanımladığı projesi, eski Mardin’de taşlardan inşa edilecek olan bir açık hava sinema perdesi. Clemens bu çalışmasına, “Güneş Sineması” adını verdi. Avusturya’dan projeye katılan sanatçı Andreas Fogarasi ise, İstanbul’un farklı mekanlarına taşınacak 19. yy’da kent meydanlarında kurulan Panorama’lara referansla tasarladığı bir yapı üzerinde çalışıyor. Finlandiyalı sanatçı Minna Henrikson ve Trabzonlu gençler, kentlerinin nasıl algılandığına dair kapsamlı bir araştırma/atölye projesi yürütüyor. Konya’da çalışan Polonyalı sanatçı Joanna Rajkowska ise, Osmanlı zamanında kullanılan alfabe ile Walter Benjamin’in “çevirmenin görevi” isimli makalesini birleştirerek gelenek ve çağdaşlık arasındaki karmaşık ilişkiyi, sorguluyor.

EMY: Proje kapsamında gerçekleşecek değişim programı ile Türk sanatçılar Berlin, Varşova, Londra, Helsinki, Viyana ve Dortmund’a çalışmalar yapacaklar. Bunu biraz daha açabilir miyiz?

YGE: Bu aslında sanat dünyasında bilinen adıyla klasik bir residency programı. 2009 Ağustos ayında Platform tarafından Türkiye’den sanatçıların başvuru gönderebileceği bir çağrı yaptı. Bu çağrının sonunda Avrupa’da ki proje ortağı kurumlar tarafından üç ay boyunca misafir edilecek sanatçılar, davet eden kurum, British Council ve İstanbul’dan jüri üyesi olarak davet edilen sanat teorisyenleri tarafından seçildiler.

Caner Aslan, DAAD Berliner Künstlerprogramm’da; Işıl Eğrikavuk, Dortmund Hartware MedienKunstVerein & Künstlerhaus Dortmund’da; Leyla Gediz, HIAP – Helsinki International Artist-in-residence Programme’da; Güneş Terkol, Londra Gasworks: Exhibitions, International Residencies & Studios’da; Can Altay, Varşova Centrum Sztuki Wspólczesnej Zamek Ujazdowski’da ve Gülsün Karamustafa, Viyana Akademie der bildenden Künste’de misafir ediliyor.

Üç ay boyunca bu ülkelerde bir çalışma alanı/atölyeye sahip olacak sanatçılar, bu sürecin sonunda bir “iş” üretmek zorunda değiller. Bu süreci tamamen bir araştıma ve kendi pratiğini geliştirme alanı olarak kullanabilecek sanatçılar dilerlerse davet edildikleri kurum ile ortak bir karar sonucunda, kurumun var olan programına dahil olup işlerini sergileme yada düzenlenecek tartışma/panel etkinlikleri aracılığıyla işlerinden bahsetme imkanı bulabilirler.

EMY: E-dergi’nin içeriğinde neler var?

YGE: Proje kapsamında yayınlanan elektronik dergi kamusal mekan, kullanımı, sorunlar, dünyadan örnekler gibi bir çok konuda uzman yazarı bir araya topluyor. Farklı alanlardan ve coğrafyalardan gelen birçok yazarın katılımda bulunduğu derginin bir de kentlerden “bildiren” sürekli yazarları var. Proje kentlerinde güncel yaşam, gündemdeki olaylar, kent sakinlerinin fikirleri gibi birçok konuyu dergiye taşıyorlar. Önceleri aylık olarak çıkarmaya başladığımız yayını, daha güncel kılabilmek ve kentlerin canlı hayatları, projenin günden güne yoğunlaşan trafiğini daha zamanlı aktarabilmek için blog sayfaları eklemeyi ve makaleleri sürekli güncellemeyi planlıyoruz.

Bu ay içerisinde, bir de basılı olarak Benim Kentim özel dergisi çıkacak. Bu dergide de gerek proje kentleri, gerek katılan sanatçılar gerekse kamusal alan konusunda tecrübeli bir çok yazarın makale ve söyleşileri yer alacak. Basılı proje dergisinden edinmek isteyenler, elektronik bülten grubuna kayıt olabilir veya sitede yer alan iletişim formunu doldurarak bize ulaştırabilirler.

Benim Kentim projesi, gerek coğrafik dağılımı gerek bir araya getirdiği sanat, kültür, eğitim, akademisyen ve daha bir çok izleyici kitlesiyle, ülkemizde ve belki de Avrupa’da kamusal mekan konusunda gerçekleştirilen en heyecan verici projelerden biri olma özelliğine sahip. Konuk sanatçı programını tamamlayıp Türkiye’ye dönen sanatçıların deneyimlerini dinlediğimizde ve yine kentlerde süren çalışmalara eşlik ettiğimizde, bu heyecanı proje çalışanları olarak bizler de yaşıyoruz. Elektronik ve basılı yayınlar ve proje belgeseliyle de, bu deneyimi daha fazla kişiye taşımak istiyoruz.

Etiketler

17 yorum

  • halil-yildirim says:

    Yazi harika ve cok bilgilendirici, bilindigi gibi Elif Safak, Ingilizceye de cok hakimdir ve direk Ingilizce de yazar bazen kitaplarini. Sanirim kitaptaki dam kelimesini, Ingilizce’deki “Dome'” yani kubbenin karsiligi olarak, sirf cumle daha zengin dursun diye ve ayni cumlede iki defa kubbe kelimesini kullanmamak icin yazmis. Ingilizceyle Turkce birimleri karismis kisa devre yapmis:)

  • gokcen-keskin says:

    Bilgilendirici yazınız için teşekkürler, küçük bir karışıklık gördüm; πr2 dairenin alanını hesaplama formülü. Yani çapı 2r.

  • pinar-erbiz says:

    Demek ki 4 sene değil mimarlık eğitimi için mimarlıkla ucundan alakalı bir kitap yazmak için yetmiyormuş.

  • gorkem-akinci says:

    Sevgili Gökçen Keskin.. 2πr dairenin çevresidir.. π çarpı r kare alanıdır.. Mehmet Berksan’ın yazdığı doğrudur..

  • koray-aslan says:

    Sevgili Görkem Akıncı, Gökçen Hanım yorumu yazmadan önce Mehmet Bey sehven “(Çevresi 2πr; çapı πr2 değil miydi yahu!)” yazmıştı. Yani çap ile alan hesap formülü arasında bir hata olmuştu. Gökçen Hanım da çevre hesaplmasında dair bir şey söylememiş, πr2’nin çap değil alan olduğunu, çapın 2r olması gerektiğini ifade etmiş. Bunu yazdıktan sonra Mehmet Bey de yazıdaki o kısmı düzeltmiş zaten. Gökçen Hanım’ın yorumunda bir yanlışlık yok hali hazırda. Yazıdaki hata giderildiği için yorumun neye binaen yazdıldığı anlaşılmıyor sadece.

  • kubra-agar says:

    Bilgilendirici nitelikte bu yazi icin tesekkurler ama uslubunu cok onaylayamiyorum.

  • mehmet-berksan says:

    Kübra Hanım, mesajınız için teşekkürler. Üslup konusunda başka eleştiriler de aldım. Buna hak verdiğimi söylemem lazım. Tekrar yazacak olsam aynı tespitleri daha soğukkanlı bir şekilde dile getirmeyi tercih ederdim.

  • suna-guler says:

    Böyle bir okur önünde saygıyla eğilirim. Anlayarak, sorgulayan okur, edebiyatı yüceltir. Elif Şafak’ın Aşk adındaki romanını okuduğumda aynı aymazlıklara, dil hatalarına, daha pek çok aksaklığa tanık oldum. Yorum yazmadım, çünkü bir yazarın böylesine köpürtülmüş bir başka yazar hakkında olumsuz yorumlar yapması, canımı sıkacak yorumlara yol açabilirdi. Ben kimdim ki Elif Şafak’ı eleştirecek? Gönül verdiğim edebiyat adına size minnetttarım.

  • talha-gencer says:

    Sayın Berksan’ın tesbitleri genellikle doğru ama bence yeterli değil. Sonuçta bu bir roman, bir kurgu eseri , hiçbir biçimde belgesel bir niteliği yok. Zaten Elif Şafak’ta romanın sonunda bazı tarihi gerçekleri deforme ettiğini ve romanın akışına göre kurguladığını itiraf etmiş. Ona bakarsanız roman bir masal havasında gelişiyor ve birçok pasajı gerçeklikten çok uzak. Örneğin Topkapı sarayından Galata’ya fille nasıl gidilir? Fil Haliç’i sandalla mı geçecek? 10 günde bir taş köprü yapılabilir mi? Buna benzer daha pek çok abartmalar var. Bu bakımdan bilimsel ve tarihi gerçeklerden oldukça uzaklaşmış.

  • hayati-binler says:

    Öncelikle bir emek sarfedip romanı yazan yazara ve bu eseri okuyarak tenkit yazan Mehmet Beye teşekkür ediyorum. Kitabı henüz okumadım, sadece görüş yazısını okudum. Mehmet Beyin görüşlerine katılıyorum. “Üslubu beyan aynıyla insan” yahut “Uslub-u beyan aynıyla insan” darbı meselinden hareketle tenkit yazısı, mezkur kitapta geçen ve umulmadık/beklenilmeyen hatalardan dolayı meydana gelen sükut-u hayalin gayet tabii yansıması olmuş. Ama böylesi ifadelerden sonra aradan geçen zamanla üslup yumuşaması da olduğu çoğunlukla vakidir. Her neyse gelelim ana konuya:

    Mimar bir yazarın 3 sene araştırma yaptıktan sonra mezkur hataları yapmasını kınamıyorum. Eksik/kusur insanoğlu içindir. Dahası, hepimiz talebeyiz. Üniversitelerde hocalık da yapsak, bir tarafımız daima talebedir. Bu itibarla daim öğreniyoruz, öğrenmeye açıksak ve ihtiyaç duyuyorsak tabii. Yalnız memleketimizin henüz aşamadığı bir mesele var: Tarihini/Mimarisini adam gibi öğrenmek, öğrenmeye niyet etmek; başkalarından, yabancılardan değil kendi kaynaklarımızdan öğrenmek.

    Münevver-Aydın-Entelektüel dizisi bize Osmanlı-Cumhuriyet-Küresel Dönem sıralamasını akla getiriyor. Dili -sözümona- yabancı kelimelerden arındırmak gayretiyle aslında bir başka yabancılaşmaya götürerek daha da bozmak maalesef yapılmış ve yapılmakta olan mühim hatalardan. Bu da kültürel yozlaşmayı getirdiği gibi, kendi öz kültüründen uzaklaşmayı ve kültürüne yabancılaşmayı getiriyor. Özellikle ilgili alandaki bilinmesi ve kullanılması gereken ıstılahî kelimelerin her ne gerekçe olursa olsun modernize edilerek/uydurularak kullanılması; kültürün hele bir yazar tarafından bu şekilde yansıtılması, okuyucunun yanıltılmaması açısından fevkalade ehemmiyetli.

    Türkiye’de yalnızca mimari eğitiminde değil, birçok alanda bizi biz yapan kültürel birikimimiz ve medeniyet telakkisi yerine; çoğu tercüme, yabancı uzman/yazarların görüşleri âlâ-yı vâlâ ile anlatılır ve verilir. Mevcut ıstılahî kelama ecnebice namlar takılarak adeta o mânâ yüceltilir ve ulaşılmaz hale getirilir. Dahası bizde, şayet siz bir kelimenin yabancıcasını kullanmıyorsanız o konuyu bilmediğiniz sanılır, yahut konuşmacı/yazar öyle sandığı için kendisini kullanmak zorunda hisseder.

    Mimari eğitiminde talebelere verilen sanat tarihi, mimarlık tarihi, rölöve ve restorasyon derslerinin münderecatı ve usulü ile eski mimarimize dair lügatçenin doğru olarak oluşması ve imalata dair bilgilerin doğru biçimde oturması, mezuniyetten sonra belirli bir süre azimli bir çalışma/araştırma sürecine mütevakkıftır. Bu da işin teferruatına dair ayrı bir cihetidir.

    Çözüm: Kendi kültür ve medeniyet birikimimizi doğru ve güzel biçimde öğrenmek. Bizi biz yapan temel dinamiklerin neler olduğunu iyice incelemek/kavramak/çözümlemek. Terakkimizi temin ederken bu temel değerleri/birikimi bugüne irca etmeye çalışmak.

  • feriha-ozkan-er says:

    Mimar Sinan’ı temel alan ve 3 yıllık bir çalışmanın neticesi olduğu söylenen, üstelik de altında Elif Şafak’ın imzası bulunan bu romanda, sanat tarihi ve mimarlık konularında oldukça basit hatalarla karşılaşınca bunları kaleme almak gereği hissettim.

  • can-lafci says:

    Üslubun son derece yerinde olduğu kanaatindeyim. Bu kadar hataya sert eleştiri olmasın mı? Elinize sağlık.

  • andrea-nalan-bayar says:

    Dalga geçer gibi eleştirmişsiniz Elif Şafak’ı .. Ustam ve Ben kitabını henüz bitirdim ve çok çok beğendim….gayet edebi bir eser…O kadar detay hatalar açıkçası güzel olmuş….Sonuçta Ustam ve Ben bir tarih kitabı değil….Bu bir tarihi roman, ve ben gayet de bilgilendim eğlendim. Hamamın altındaki kazana dikkat etmedim.. Bu tip romanların dikkat çekmek istedikleri mevzular sizin didikleyerek, kılı kırk yararak bulduğunuz hatalara bağlı değil ki….hanımefendi gayet güzel yazmış…Hepimiz az çok Osmanlı tarihini biliyoruz….Teferruat geneli asla bozmaz….Siz kendi eserlerinize dikkat edin, aman ha hata yapmayın…sizinkisi cana mal olur sonra…

  • omer-yilmaz says:

    Son cümleye kadar eh ama son cümle çok çirkin.

  • mehmet-berksan says:

    Sayın Bayar;
    Alaycı üslubumdan şikayet ederken, sizin de son cümlenizde kendinizce alaycı bir ifade kullanma çabanız gerçekten ilgi çekici. Yorum yazmadan önce zahmet edip önceden aşağıda yazılanları okusaydınız şu ifadelerimle karşılaşacaktınız: “Üslup konusunda başka eleştiriler de aldım. Buna hak verdiğimi söylemem lazım. Tekrar yazacak olsam aynı tespitleri daha soğukkanlı bir şekilde dile getirmeyi tercih ederdim.”
    Gelelim şu cümlenize: “O kadar detay hatalar açıkçası güzel olmuş” Bu cümleye ve yorumunuzdaki noktalama işaretlerine bakınca, Elif Şafak’ın eserini “Gayet edebi” bulmanızı hiç şaşırtıcı bulmuyorum.
    “Tarihi roman tarih kitabı değildir. Dolayısıyla mimarlık terminolojisine dair ufak hataları büyütmenin alemi yok” yollu eleştiriler sizden önce de defalarca, çok daha seviyeli şekillerde dile getirildi. Eğer Elif Şafak kitabın tanıtımı için kanal kanal dolaşırken “Fil kaybettiğimiz hafızaya gönderme yapan bir metafordur. Ben bu kitabı kaybettiğimiz tarih bilincini canlandırma adına yazdım. Yazarken de 3 yıl boyunca Osmanlı mimarlık tarihine dair okumadığım kitap bırakmadım. Hatta Gülru Necipoğlu’na bile danıştım. The Age Of Sinan başucu kitabım oldu” diye konuşmasaydı bu tezi savunanları o kadar boşa çıkarmamış olabilirdi.
    Anlaşılmayan bir diğer mesele şu: Ben kitabın edebi bir eleştirisini yapmıyorum. Amacımın kitaptaki mimari hataları dile getirmek olduğunu net bir şekilde dile getiriyorum. Yazımı da Radikal Kitap veya Cumhuriyet Kitap ekinde değil, bir mimarlık portali olan Arkitera’da yayınlıyorum. “Bu eser tarihi roman, tarih kitabı değil!” diye heyecanlanmadan önce, yazının edebi bir eleştiri değil, teknik bakış açısıyla ele alınmış bir metin olduğunu anlamak lazım. Yazdıklarım arasında esasen Elif Şafak’ın doğru olarak yazdığı, benim ise hatalı olarak “yanlış” diye ortaya koyduklarım varsa oturup konuşalım.
    Avrupa veya Amerika’da kitapları yüzbinler satan çok ünlü popüler bir yazar kalksa, diyelim ki Pasteur’ün hayatına odaklanan biyografik bir romanı müthiş bir reklam kampanyasının eşliğinde ve ünlü bir yayınevinden piyasaya çıksa; fakat kitap tıp terminolojisine ilişkin onlarca komik hata içerse; mesela pens yerine pense yazılsa, veya 1850’lerin Fransasında antibiyotiklerden bahsetse acaba ortam nasıl bir tepki verirdi merak ediyorum?

  • nurdan-bekiroglu says:

    Sayın Mimarlar, Edebiyatçılar, Tarihçiler ve beyninin sağ tarafını çalıştırma cesareti gösterebilen tüm KULLAR,

    Ben tarih ve sanat hakkında herkesin bildiği yüzeysel bilgiler dışında hiç bir şey bilmiyorum. Ama bilmediğim şeylerin FARKINDAYIM.

    Gözlemlediğim tek bir gerçek var: insanlar neyi bilip neyi bilmediklerinin hiç FARKINDA değil. Ama EGO insanları çok biliyormuş gibi hissetmeye ve davranmaya itiyor.

    Sizleri uyarmak istediğim çok önemli bir konu var: Tarih ve Sanat Türk Milleti’nin çok güçlü olduğu alanlardan sadece ikisidir. Bu iki gücü akıllıca kullanabilirsek tüm dünyanın gidişatını OLUMLU YÖNE çevirebiliriz.

    Ufak tefek konular için tartışmaya hiç gerek yok. Enerjimizi EN BÜYÜK HEDEF için kullanmalıyız. Başımızı göğe kaldıralım, gerçek hedefimizi birlikte belirleyelim ve bu hedefe ulaşmak için takım çalışmasıyla kanat çırpalım.

    Benim gibi sıradan bir insanın aşağıdaki tartışmadan çıkardığı sonuç kısaca şudur: Birbirimizi yemekle o kadar meşgulüz ki bu dünyaya neden geldiğimizi, kim olduğumuzu ve görevimizin ne olduğunu, kısacası hayatın ana fikrini kavrayamıyoruz. ALLAH’ın kulları olarak FARKINDALIĞA ulaşmamızın hala zamanı gelmedi mi? Daha neyin olmasını bekliyoruz? EGO düşmanını alt edebiliriz. Sadece UYANIN !!!!!

    Birincisi Ben “Ustam ve Ben” kitabını okumadım. Bazı konuları bilmek için okumak da gerekmiyor zaten. Herkes hata yapabilir. Mükemmel olan sadece ve sadece ALLAH’tır. Hepimiz önce bu GERÇEĞİN farkına varmalıyız.

    İkincisi birbirimize HOŞGÖRÜ çerçevesinde ve OLUMLU ELEŞTİRİLER yaparak destek olmalıyız. Çünkü KAYNAĞIMIZ ve VARIŞ NOKTAMIZ sadece ALLAH’tır. Biz aslında tümüyle AYNIYIZ ve BİRİZ. Sadece bunun FARKINDA değiliz. Bu kadar BASİT.

    Bana göre Mimar Sinan aslında Türk olmadığı halde TÜRKLÜĞE büyük hizmetler yapmış bir DAHİ’dir.

    Ayrıca İSLAM ALEMİ için de MUHTEŞEM eserler bırakmıştır.

    Bununla da yetinmeyip TÜM DÜNYAYA çok önemli MİRASLAR ve MESAJLAR bırakmıştır.

    AKLIMIZI BAŞIMIZA TOPLAYALIM ARTIK !!!!!!!!!

    ASIL HEDEFİMİZE DOĞRU BİRLİKTE MÜCADELE EDELİM.

    DİN, IRK, DİL, EGO gibi basit konulara takılmayalım.

    LÜTFEN UYANIN !!!!!

    Kucak dolusu SEVGİLERİMLE…

    NB

  • eren-oz4 says:

    Kitabın yazarı ile ilgili tespitler kanımca da doğru..

Bir yanıt yazın