Daha Mütecanis Bir Bina Yapsaydınız Olmaz mıydı?

Ankara'daki yapımı bir türlü bitmeyen Kızılay Binası'nın mimarı Affan Yatman ile mimarlık-bürokrasi-insan ilişkisini merkez alan bir söyleşi gerçekleştirdik.

İrem Çağıl: 1980 yılında açılan proje yarışmasında birinci olmanızla başlayan Ankara Kızılay Binası’nda, o zamandan bu yana geçen 27 yıllık süreci kısaca anlatabilir misiniz?

Affan Yatman: Kızılay Binası sürecini anlatmaya yarışmadan başlamak lazım. Şu anda mevcut olan binadan önce, yine aynı arsada, meydana adını veren Kızılay binası vardı. Bu bina 1980 yılınının ilk günlerinde yıkıldı. Binanın yıkılışını hiçbir zaman tasvip etmedik, ama daha sonra açılan yarışma, birçok mimar gibi bizim de ilgimizi çekti. Yarışmanın konu aldığı arsa Ankara’nın çok özel bir noktasında, her mimarın proje yapmak istediği bir noktada bulunuyordu. Açılan yarışmaya katılan 54 projenin arkasında çok iyi isimler vardı, Dönemin mimarları yarışmaya oldukça ilgi göstermişlerdi.
Bizim teklifimiz daha çok arsadaki kamu alanını serbest bırakacak bir sistem öneriyordu. Projenin başından beri boşluğu meydana yönelmiş bir bina yapmayı amaçladık ama bu yamuk plan şeması daha sonra ortaya çıktı. İlk önceleri düşündüğümüz boşluklu dikdörtgen prizma geometrisinde bazı uyumsuzlukları fark ettiğimizden arsa sınırlarına uygun bir kitlede karar kıldık. Bu formun arka kısmı görünmediğinden bir sorun çıkmadı. Boşluk için, Meydan yönünü seçtik. Arsanın hemen hemen yarısını kamuya terkedecek şekilde bir planlamaya yöneldik. Yarışma şartnamesinde Bakanlıklar’a kadar olan alanda bir çevre düzenlemesi isteniyordu fakat biz düzenlemeyi Bakanlıklar’a kadar olan kısımda değil sadece arsa çevresinde yapmıştık. Birçok yarışmacı bu konuda hayli kapsamlı araştırma ve çevre düzenlemesi çalışması yaptı. Biz, idarelerin yarışma sınırlarının dışında bir düzenleme yaptırmayacağını düşünüyorduk. Sonuçta da düşündüğümüz gibi oldu. Projemizde Milli Müdafaa Caddesi’ne bağlanan küçük bir yaya köprümüz vardı, fakat arsa sınırlarının dışında olduğu için bu köprüye bile belediyeden izin alamadık. Kent içinde bir köşe parseli olduğu için otopark ve araç girişi mümkün olamıyordu, bu yüzden, bütün dolaşımı sağlamak ve servisi almak için Müdafa Caddesi’nden dalıp aşağıdan girmek için bir tünel yapmayı düşündük, ama ne yazık ki bu da mümkün olamadı. Ne üstteki yaya köprüsüne ne de alttan geçişe izin veridii. Diğer projelerdeki çevre tanzimi önerileri de yine aynı sebepten gerçekleşemeyecek türdendi. Sonuçta iş sözleşme safhasına geldiğinde Kızılay’ın isteksizliğini ferkettik Bu isteksizliğin kaynağının Kızılay Binası’nın hemen arsa çaprazında yeralan Gökdelen (Emek İş Hanı) kadar yüksek olmaması gerekçe olarak gösterildi. Kızılay idaresi daha önce Nervy’ye bir proje yaptırmıştı, Bu projeyi benim görme şansım oldu.Birisi 100, diğeri 70, öbürü de yaklaşık 50 metre yüksekliğinde üç silindir formlu bloktan oluşuyordu ve büro olarak kullanılmaları amaçlanıyordu. yarışmada önerilen projeler de buna benzer tipteydi. Neredeyse hepsi büro binasıydı, çok az çarşı düzeni olan proje vardı. Eğer bizde bir büro binası önerseydik şimdiye çoktan eskimiş olacaktı.

İrem Çağıl: Kızılay’ın yarışma öncesinde bina tipiyle ilgili belirgin bir istediği var mıydı?

Affan Yatman: Hayır, yoktu. Sadece sahip olduğu arsanın üzerine bir rant tesisi yapılmasını ve bu binanın nasıl para kazanacağının da açıklanmasını öngörüyordu. Biz de bunun için projeye ek olarak rantabilite raporları sunmuştuk.Büyük ve kiralanabilir alanların bir atrıum çevresinde şekillenmesi , iç düzeninin şu anda bile rahatça kullanılabilmesini sağladı. Bu sayede 20 küsur senedir eskimedi. binaya bağlanan metro giriş çıkışları mevcut. Üst kotlarda kullanılabilecek büyük alanlar var. Bir bölümü kiralayan şirketin idari kısmına ayrılacak,geri kalan bölümlerde fast food ve genel kullanım alanları yer alacak.

İrem Çağıl: Mimari plan ve programlama eskimemesine rağmen ve bina kullanıma uygun olduğu halde, binanın şu andaki şekillenmesinde ve kullanımda olmamasında bürokrasinin payı var mıdır?

Affan Yatman: Binanın şekillenmesi değil inşasında daha çok bürokrasi etkili oldu diyebiliriz. Yarışmadan sonraki 2 sene inşaata başlanamadı çünkü Kızılay idaresi “bina yapılsın” ve “yapılmasın” diyenler arasında ikiye ayrıldı. Biz yarışmayı kazandıktan neredeyse iki sene sonra sözleşme yapmak için çağırıldık. O zamanlar boş olan arsada bir Kızılay çadırı vardı. Sabah maket ve projelerimizle belirlenen yere gittiğimizde kimsenin olmadığını gördük. Uzun bir süre bekledikten sonra tam gitmeye karar verdiğimizde o zamanlar açık olan Müdafaa Caddesi’nden gelen arabaları gördük. sözleşme imzalandı ve birlikte yemek yedik. Sonradan öğrendiğimize göre son ana kadar kurum içinde tartışmalar sürmüş. İş başladık ve yarışma projesini biraz daha geliştirdik. O sırada belediye Mehmet Altınsoy idaresindeydi. Altınsoy ve o sıradaki hükümet ANAP’lıydı fakat Kızılay DYP ağırlıklıydı. Dolayısıyla ANAP’lı bir belediye DYP ağırlıklı bir derneğin binasını yaptırmak istemedi ve mani oldular. İlk önce sözlü daha sonra yazılı olarak itiraz ettiler ve inşaatı durdurdular.

İrem Çağıl: İnşaatın durdurulmasının gerekçesi neydi peki?

Affan Yatman: Çok belirgin bir gerekçe yoktu. “Bu binaya izin vermiyoruz,” dendi. “İmar durumunu değiştireceğiz,” düşüncesi vardı. Sonradan bunu gerçekleştirdiler. Arkadaki kısmı 10 kat yüksekliğinde bir dar blok halinde ve İzmir Caddesi’ndeki binaların önünü kapatacak şekilde, tanzim ederek yeni bir imar planı çıkardılar. Fakat bu süreç içinde Kızılay davacı oldu. 90’lara kadar bu dava sürdü. Bu süre içinde belediye değişti, belediye başkanı Murat Karayalçın oldu. Biz gittik yeni belediyeye derdimizi anlattık. Bu esnada Kızılay davasında sonuca yaklaşıldı. Bir gün Kızılay Genel Müdürü bana telefon etti ve “Eğer projeni beğeniyorsan ve yapılmasını istiyorsan, git binanı müdafaa et,” dedi.

İrem Çağıl: Kime karşı binayı savunmanız istendi?

Affan Yatman: Ben de bunu sordum, binayı kime karşı müdafaa etmem bekleniyordu? O sırada arsada daha önce bahsettiğim Kızılay çadırı halen duruyordu. “O çadırda bekleyen bilirkişiye git ve ifadeni ver,” dediler. Ben tekrar projeleri ve maketlerimi alarak sahaya gittim. Çadırda bilirkişi olarak mimar Feyyaz Erpi beni bekliyordu. Başından sonuna kadar projeyi ve o zamana kadar geçen süreci Feyyaz Bey’e anlattım ve Feyyaz Bey’in bilirkişiliğiyle mahkeme kazanıldı. Murat Karayalçın hukuka saygılı olduğunu ve binanın yapılmasına izin vereceğini söyledi. Bu arada bir estetik kurul toplanmasına karar verildi. Kurulda Mustafa Aslan Aslaner, Çoşkun Erkal, Orhan Dinç gibi isimler vardı. Projeyi anlatmak üzere götürdüm fakat Mustafa Bey itiraz etti; “Biz senin projene bakıp, tasdik edecek değiliz. Ben bu projeye olumlu bakıyorum ve buna göre rapor yazıyorum,” dedi. Ben diğerlerine projenin yeni durumunu anlattım. Sonuçta kuruldan olumlu bir rapor çıktı ve binanın inşaatına tekrar başlandı. Emek İnşaat’ın Kızılay’ın ortak olduğu bir şirket olması dolayısı ile Kızılay inşaatı ihale yapmadan, Emek İnşaat’a verebildi, kaba yapısına başlandı ve zemine kadar gelindi. Ondan sonra zemin üzeri işler yeni bir ihale konusu yapılarak zeminden yukarısının kaba inşaatı da bitirildi. Emek İnşaat bu işlerde Kur İnşaat’ı taşeron olarak kullandı. Kur İnşaat’ın deneyimli ve dikkatli bir şantiye şefi vardı. Sonuçta binayı çok iyi inşa ettiler. Öyle ki 50 metrede 5 cm şakül hatası vardır. Kaba inşaatın bitirilmesinden sonra ve ben Kızılay Genel Başkanı Kemal Bey Demir’e binanın dışının kaba haliyle bırakılmaması gerektiğini, ilk önce dış kısmını daha sonra iç kısımların bitirilmesinin daha iyi olacağını anlattım. Bunun üzerine Kızılay, binanın bütün alimünyum doğramalarını ve granit kaplamalarını tamamladı ve bina dışarıdan bitmiş bir görünümüne kavuştu. Kızılay işe devam edecekken, o zamanki Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in “Siz bu binayı yap-işlet-devret yöntemi ile başkasına verin, sizden para çıkmasın, siz binayı kiralayın,” sözü üzerine Kızılay bir ihale açmaya karar verdi. İhaleye 3 teklif geldi, iki firma 3 milyon Dolar civarında teklif verdi. Beğendik daha fazla teklif verince ihale onlarda kaldı. Böylece binanın yapımına Beğendik tekrar başladı, projeler yeniden elden geçirildi, bütün tesisat projeleri ihtiyaca göre yenilendi. Bütün yürüyen merdivenler, iç kaplamalar, tavan döşemeleri, tesisat işleri bitti ve işlerin tamamen bitimine neredeyse 2 ay kala şirket maalesef ekonomik bir krize girdi. Bunun üzerine İş Bankası, Beğendik ve Kızılay arasında hukuki bir problem çıktı ve binanın inşaatı tekrar durdu. Şu anda bu hukuki problemin çözülmesi bekleniyor. Süreçte gelinen son durum budur.

İrem Çağıl: Binanın yapımında karşılaşılan güçlükleri bürokrasi, estetik kaygılar ve bina sahibi olan kurumun iç problemleri olarak toparlayabilir miyiz?

Affan Yatman: Çok ortada bir binaydı… Yani çok kişinin söz söyleme hakkını kendinde bulduğu bir arsada bulunuyordu. Ankara’nın göbeğinde üstelik özel bir kişiye değil bir kuruma ait. Kurum yerine kişi ya da kişilere ait olsa bu kadar problem yaşanmazdı. Aynı zamanda alışılmamış, etrafındakilere göre farklı olan bir bina olduğu için de problemler yaşandı. Kızılay’dan bir kişi bana “Bu kadar zamandır vakit kaybediyoruz, daha mütecanis (diğerlerine benzeyen, uyumlu) bir bina yapsaydınız olmaz mıydı?” demişti. Bildik, alışılmış bir bina isteniyor tabii. Bizim projede ise şimdiye kadar görmedikleri bir form vardı.

İrem Çağıl: Sizin önerdiğiniz formun karşı çıkılan özelliği büyüklüğü ya da yüksekliği olmasa gerek zira söyleşinin başlarında Kızılay’ın kendisine Gökdelen binasını örnek aldığını söylemiştiniz. Peki Kızılay’ın binada görmeyi beklediği şey neydi sizce ya da bina hangi özelliklerinden dolayı kurumda tartışma yaratıyordu, estetik tartışmalarının kaynağı neydi?

Affan Yatman: Binanın zemin katı çok değerli bir alanken bizim o kısmı kamu kullanımına bırakmamız oldukça tartışma yaratmıştı. Bizim daha yoğun kullandığımız alanlar üst katlarda yer alır. Biz istesek bütün binayı ticari kullanıma göre yapabilirdik ama belli kısımlarını boşaltmayı daha uygun bulduk.

İrem Çağıl: Şu sıralarda binaların şehrin kamusal alanlarıyla girdiği ilişki ya da yapıların kendi içlerinde yaratılan kamusal alanlarla ilgili birçok tartışma süregelmekte. Kızılay Binası’nda zemin kısmında kamuya ayırdığınızı söylediğiniz alandan yola çıkarak bu konular hakkındaki görüşlerinizi alabilir miyiz?

Affan Yatman: Şu anda her yere alışveriş merkezi yapıp bundan para kazanma modası var. Nerede boşluk bulunursa orası alışveriş merkezi haline getiriliyor. Aynı şeyler Ankara ve İstanbul’daki Atatürk Kültür Merkezleri için bile düşünülüyor. Önemli arsalara rant getiren bir bina yapıp ondan faydalanmak istiyorlar. Bu yüzden hala konser salonu yapılamıyor, operayı yaptırmıyorlar. Özgür Bey’in (Özgür Ecevit) yaptığı bina mesela… Projeleri çok zaman önce bitmiş olmasına rağmen hala binayı yaptırmıyorlar. Orayı da dönüştürme çabası içindeler herhalde. Hatta Coşkun Bey’in binasını da yıkmak istiyorlar. Bu tip kültür binaları bir çok kişinin rant çabasına mani oluyor o yüzden bu binaları başka kisveler altında ortadan kaldırmak istiyorlar; buraya hem müze , hem otopark hem de alışveriş merkezi yapacağız diyorlar…

İrem Çağıl: Varolan binaları daha ticari hale getirmenin yanında topluma, insanlara birçok farklı şekilde hizmet edebilecek binalar yerine tek tip ticari bina yapılmasını yönlendiren bir sistem var. Sizin bu noktada kamusal alana bakışınızı merak ediyorum. Projenizde, bilinçli bir şekilde kamuya ayrılan bir bölümden bahsettiniz. Şehirlerin, yapıların insanla olan ilişkisinin giderek zayıfladığı bir zamanda, mimarın kamusal alanlar konusundaki rolü nedir, nasıl olmalıdır size göre?

Affan Yatman: Kızılay Binası’nın arsasında insanların eskiden beri alıştıkları bir diagonal geçiş düzeni vardı. Biz o diagonal geçişi yeni binayla da sağlamak için arsa içinde o boşluğu bıraktık. Özellikle Kızılay Meydanı yönüne tamamen açık bir geçiş sağlamak istedik. Kızılay’ın en kalabalık olduğu nokta orasıdır. Şu anda inşaat hala bitmediğinden dolayı kaldırılamayan tahta perde yüzünden insanlar, onlara ayrılmış olan alanı fark edemiyorlar. Halbuki tahta perde kalkıp, binanın önü açıldığında herkes binanın önündeki ve içindeki büyük meydanın ayırdına varacak. Benim düşünceme göre bu tür kamusal alanların ticari olarak değil insanların kullanımına açık bir şekilde değerlendirilmesi lazım. Mümkün olduğu kadar yeşil alan ya da kültürel yapılar olarak değerlendirilmesi lazım. Her yerde bir alışveriş merkezi yapılabilir, alışveriş merkezi dediğimiz şey kapalı bir kutudur, ama bir kültür yapısı kent için tartışılmaz olarak çok daha önemlidir.

İrem Çağıl: Son zamanlarda ortaya çıkan projelerin bahsettiğiniz biçimde ele alındığı örneklerini görebiliyor musunuz?

Affan Yatman: Maalesef pek göremiyorum. Bu noktada Kızılay’ın bir yönünü tebrik etmek lazım; projede, arsasının, büyük bir kısmının kamu kullanımına ayrılmasını kabul ettiler. Bu kadar alanı kullanmayıp serbest bıraktıkları için o zamanki Kızılay yöneticilerinin duyarlılığına teşekkür etmek lazım. Ama şu anda hiçbir işveren bu duyarlılığı göstermiyor. Arsalarının 1 cm²’si bile çok önemli onlar için. Şu andaki inşaatlarda bu tip boş alanları bırakmak mümkün değil. İşverenler bu tip uygulamaları istemezlerse mimarın yapacak pek bir şeyi kalmıyor. Mesela bizim son projelerimizden olan Divan Otel’de de benzer bir uygulama vardır. Orada da giriş katını boşalttık. Bu hem otel için hem de içinde bulunduğu sokak için iyi ve doğru bir seçim oldu. Ama işveren bunu istemezse mimarın yapabileceği bir şey kalmaz. Ama mimar işvereni, arsadan feragat ettiği yerde başka bir anlamda binaya kazandırdığına ikna edebilirse düşündüğünü uygulama şansı artar. Çünkü bu tür bir yaklaşım her zaman binanın değerini artırır. Aslında mimar bir yol göstericidir ve bazı projelerde mimarın ikna kabiliyeti çok büyük rol oynar. Biz genelde işveren konusunda şanslı olduk, hem yurtiçinde hem yurtdışında bu tip bir dirençle karşılaşmadık. Özellikle yurtdışında insanlar çok daha duyarlı. Orada mimarın dediğine saygı duymak diye bir kavram vardır; mimarın ve baş mimarın dediğine…

İrem Çağıl: Baş mimar galiba Rusya’dan bir örnek değil mi? Orada mimarlar arasında böyle bir hiyerarşik düzen var bildiğim kadarıyla.

Affan Yatman: Rusya’nın çok önemli mimar ve mühendisleri vardır. Bu insanların hepsi meslek adamıdır, hepsi işini ve takibini iyi yapar, mimarlar şehir konusunda da oldukça söz sahibidirler. Fakat orda da başbakan veya şehrin belediye başkanının sözü çok önemlidir, “Bu böyle olacak!” derse öyle olur. Şehirde insanlar genellikle mimarlık kültürüne sahip insanlardır. Bir mimar şehirle ilgili bir fikir ileri sürdüğü zaman,veya bir proje yaptığı zaman, insanlar gelip o projeyi incelerler. Bir mimar olarak bir proje yaptığınızda mutlaka Baş Mimar’a onaylatmak zorundasınız ve projenizin bir maketini yapıp şehrin içindeki yerini göstermek zorundasınız. Şehrin koca bir maketi vardır ve binanızın oradaki yerini kitle olarak göstermeniz gerekir. Gösterilen yere nasıl bir bina yapılacağı belediye meclislerinde ve o şehrin mimarları arasında uzun süre tartışılır. Binayı her zaman çevresiyle beraber düşünürler ve o noktaya nasıl bir bina yapılması konusunda fikir üretirler. Mesela bizim bir başbakanlık binamız var Kazan’da. 1900’lerin başında orası için bir düşünce gelişmiş, “Burada ortası yüksek, iki kenarı daha alçak bir yapı kitlesi olmalıdır” demişler. 50-60 senedir düşünülen bir kitle için sadece cephe ve kitle yarışması yapmışlar. Orada binaların dışı ve kitlesi çok önemlidir, içine çok fazla karışmazlar. Ben Kazan’a bu işle ilgili olarak gittiğimde bir mimarla tanıştım. O kişi bana açılmış olan yarışmaya gönderilen projeleri gösterdi; 64 tane cephe… “Hangisini beğendin” diye sordu. Şöyle bir bakıp bir tanesini işaretledim, meğer onun projesiymiş. Büyük bir şans eseri böylece kendisiyle son derece olumlu ilişkilerimiz oldu Ama burada ilginç olan bir bina için böyle bir yarışma açılması ve 64 tane farklı cephenin çizilebilmesidir.

Ayrıca orada, en önemli mimari konu yeni bir yapının çevresiyle kurduğu ilişkidir. Eğer siz çevredeki binaları rahatsız etmeyecek şekilde bir bina yapıyorsanız kendi içinizde özgün de olabilirsiniz, bu konuda bir kısıtlama yoktur. Fakat şöyle bir örnek de var; şehrin valisi bizim birinci olduğumuz bir yarışmada yaptığımız post-modern binayı daha sonra istemeyerek Yunan alınlıklı, tamamen klasik bir bina yaptırdı. Orada da siyasi otorite her zaman “Böyle bir şey yapılacak” diyebilir.

İrem Çağıl: Peki gördüğünüz kadarıyla, orada şehrin ne kadarı siyasilerin “tamam” dediği binalardan oluşuyor?

Affan Yatman: Genellikle oradaki, şehirde sorumlu mimari ofisin ve oradaki baş mimarın kararları doğrultusunda işler şekillenir. Ama binanın içine hiç karışmazlar, dışına bakarlar, formuna, yüksekliğine, diğer binalarla olan ilişkisine bakılır. Binanın içi mimarlar tarafından denetlenmez. Binanın içini yangıncı denetler, ayrıca sağlıkçılar da vardır.

İrem Çağıl: Bu iç-dış ilişkisiyle ilgili bir nasıl bir bağlantı kurulabilir sizce? Binanın dışı, yani yüzü, şehre baktığından mimarlar tarafından denetlemeye tabi tutuluyor fakat içi serbest bir alan.

Affan Yatman: Şehrin yapılanması, yol aksları onlar için çok önemlidir. Projelerin maketlerinin durduğu büyük salonlar vardır, mutlaka sizin binanızın maketini oraya koyarlar ve herkes gelip bakar, diğerleriyle ilişkisi nasıl diye.

İrem Çağıl: Buna benzer bir yaklaşımı ben Milano’dan biliyorum. Orada da şehirdeki bütün insanları ilgilendirecek bir proje olduğunda, o projeyle ilgili dokümanlar, maketler, çizimler şehir meydanındaki bir galeride (Galleria Vittoria Emmanuelle) halka sergilenir, insanlar gelip çizimlerden anlamasalar bile projenin maketine bakarlar, mimarlar gelir söyleşiler yapılır, insanlar projenin ne demek istediğini mimarından dinlerler ve daha proje inşa edilmeden belli bir ilişki kurulur. Şehrin şekillenmesiyle ilgili bu tip bir ilişkinin eksikliğinden dolayı Türkiye’de, bahsettiğiniz mimarlık kültürü gelişmiyor olabilir mi?

Affan Yatman: Orada mimarlar gelip projesini anlatıyor diyorsun, mimarların anlattığı çizimleri insanlar anlayabiliyorlar. Bizde kimsede böyle bir algılama göremezsin. Bizde 3 boyutlu çizimler de yapılsa, bina bitmeden insanlar nasıl bir şey olduğunu algılayamıyorlar. Bina ne zaman yapılmaya başlanıp şekilleniyor, o zaman gelip seni tebrik ediyorlar. Bizdeki yaklaşım çok ilginç.

İrem Çağıl: Bahsettiğiniz için bir konuya daha değinmek istiyorum; proje sunumlarında çok fazla 3 boyutlu çizime ağırlık veriliyor. Mimarlıktan mezun ya da tasarım eğitimi almış birçok kişi sadece 3 boyutlu çizim yaparak hayatını kazanabiliyor. Fakat insanlar ne kadar gerçeğe yakın bir çizim görse de yine de kafasında binayı canlandıramıyor ve hep bir şey eksik kalıyor. Aslında o eksik olan parça mimariyle başından beri kurul(a)mamış bir ilişki değil midir?

Affan Yatman: Evet, mimariyle o ilişkiyi kurulamıyor. Geçenlerde yaptığım bir binanın mütaahiti “Abi, binanın cephesini süsleyelim, böyle olmasın” diyor. Ben her türlü dokümanı ortaya koyduğum halde yapmak istediğim şeyi zihinlerinde canlandıramadım ama ne zaman ki bina tamamen bitiyor, ancak o zaman gerçekten görüp, beğeniyor ve tebrik ediyorlar. Bahsettiğimiz çeşit bir ilişkinin kurulabilmesi için insanların mimarlık kültürünü öğrenmesi gerekiyor…

İrem Çağıl: Çok güzel bir söyleşi oldu, teşekkür ederim.

Affan Yatman: Ben teşekkür ederim.

Etiketler

1 Yorum

  • simla-sunay-ozdemir says:

    Bu talepleri neden birinci ağızdan “ben” “bir mimar” diyerek yazdığımı açıklamak zorunda hissediyorum kendimi. Öylesine güzelce “biz” dediğimiz bu günlerde bazı talepleri yazarken biz demeye neden çekindiğimi söylemeliyim. Çünkü biz deme hakkını kendimde göremedim.Ben demek değil biz demek egosantrik olacaktı. Kim adına, nasıl karar vermiş olabilirim ki? Birleştiğimiz kadar bireyselleşiyoruz da. Ne yazık ki bu talepleri yazarken evimde yalnızdım. Hiçbir kurum ya da dernekle çalışmadım, mimari olarak çalışmıyorum. Doğrudan çalışmıyorum ama bazı STK’lar ile ortak projeler yürüttük çok yardımlarını gördüm. Ancak Kanal İstanbul’u mimarlar istiyor mu istemiyor mu bilmiyorum. Belki sizler bu metnin altına yazarsanız bileceğim. Her yazı bir çağrı olduğu kadar biraz da dinlemektir. Çünkü her yazının sonunda bir nokta ve boşluk vardır. Güneşli günlerin göz kamaştırıcı günlerinden selamlarımla affınıza sığınıyorum.

Bir yanıt yazın