Bir Araya Gelme Düşüncesi Evrenseldir

Morales ile kamusal alanlar, kent planlamada kamu - özel sektör işbirliğinin rolü ve "fantastik" İstanbul üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik.

İspanyol mimar ve şehir plancısı Manuel de Sola Morales, 15-17 Ekim tarihleri arasında gerçekleştirilen ArkiPARC 2008 etkinliği kapsamında, Arkitera Mimarlık Merkezi’nin misafiri olarak İstanbul’daydı. Barselona Mimarlık Okulu Kentsel Tasarım Bölümü Başkanı, Kent Laboratuvarı’nın kurucusu ve başkanı olan Manuel de Sola Morales, aralarında Antwerp, Trieste, Groningen, Porto ve Barselona’nın bulunduğu çok sayıda kent için önemli kentsel tasarım projelerine imza attı. Barselona Olimpiyatları’na yönelik gerçekleştirdiği projedeki kent planlama yaklaşımıyla dikkatleri üzerine çeken Morales ile kamusal alanlar, kent planlamada kamu – özel sektör işbirliğinin rolü ve “fantastik” İstanbul üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik.

Bahar Songüler: Katıldığınız “Metropoliten Planlama ve İstanbul Deneyimleri” başlıklı panel hakkında izlenimleriniz neler?

Manuel de Sola Morales: Uluslararası ve birbirinden çok farklı birçok deneyim üzerine bir seminerdi. Mesela, Almanya örnegi, İstanbul deneyimden cok farklıydı. İyi bir organizasyonun 20 yıl içinde nasıl pozitif bir dönüşüm yarattığını gösterdi. Vancouver örneği de bir şehrin dönüşümünü gözlemlemek anlamında önemliydi. İstanbul hakkında ise oldukça kapsamlı bir şekilde metropoliten verileri ve sorunlarıyla ilgili bilgi edindik. Bunun yanı sıra politik organizasyon sorunları ve planlama alanındaki eksikliklerini dinledik. Benim sunumum ise bu örneklerden farklı olarak daha çok kamusal alan ve tasarımı üzerine yoğunlaşmıştı.

Genel olarak programı incelediğimde de bu karışımın doğru şekilde harmanlandığını düşünüyorum. Yönetici, gayrimenkul uzmanı gibi farklı aktörlerle yaratılan bu karışım, farklı gelecek vizyonlarını tanımak anlamında da yararlı olacaktır.

BS: ArkiPARC 2008’in bu seneki teması “Kentsel Kalite için Diyalog” olarak belirlenmişti. Öncelikle “diyalog” konusu üzerine gitmek istiyorum. Aktörler arasındaki diyalog eksikliği ülkenizde ne gibi deneyimler yaşamanızı sağladı?

MS: Bunu kesin bir şekilde ifade etmek zor. Barselona’nın dönüşümü bu konuda iyi bir örnek sayılabilir. Çünkü Barcelona’nın dönüşüm süreci kent yöneticileri -ki bunlar ekonomik ve yasal aktörler, kamu ve özel sektör gibi karmaşık bir ağ- arasında iyi bir diyalog kurulması sayesinde başarıya ulaştı. Kentsel dönüşüm için bu diyaloğun kurulması şart. Kamu – özel sektör ve girişimci – yatırımcı arasındaki pozitif karmaşıklık, iyi bir kentsel dönüşüm sürecinin anahtarı.

BS: Diyaloğun kurulmasi için “kamu – özel sektör arasındaki pozitif karmaşıklık”ın altını çiziyorsunuz. Peki bu diyaloğun sürüdürülebilir olması için ne yapılmalı?

MS: Buna sunumumda da gösterdigim, 2002 yılında dahil olduğum, Porto’nun Avrupa Kültür Başkenti projelerini örnek verebilirim. Porto tabii ki büyüklük bakımından İstanbul’dan çok daha küçük ve farklı yapıda bir kent. Fakat yaşadıkları problemler benzer, her iki kentte de bir atılım yapma isteği var. Porto’nun bu süreçten başarıyla çıkması ise bütüncül bir kentsel dönüşümden ziyade aktörler arasındaki koordinasyonun doğru kurulması sayesinde gerçekleşti.

BS: Daha önce buna benzer süreçlerin içinde bulunmuş bir uzman olarak İstanbul için 2010 Avrupa Kültür Başkenti sürecinde yönetişim ve liderlikle ilgili ne gibi tavsiyeleriniz olabilir?

MS: Benim düşüncem liderliğin kamu tarafından yürütülmesi yönünde. Aksi takdirde yasal ve koordinasyona ilişkin sorunlarla yaşanan zaman kaybı, sürecin aksamasına sebep olur.Tabii ki kimi örneklerde kamu da yeterince güçlü ve becerikli olamayabiliyor. İstanbul’un idari mekanizmaları üzerine derin bir bilgim yok, fakat yaşadığım deneyimlerden yola çıkarak, kamunun sahip olduğu araçlar sayesinde böyle kapsamlı süreçleri yönetme gücüne genellikle sahip olduğunu söyleyebilirim.

BS: Bu yasal otoritenin başka aktörlere transferi konusuna nasıl bakıyorsunuz?

MS: Yetki, kesinlikle yardımcı, özel ya da kâr amacı gütmeyen bir kuruma verilebilir. Bu bir kurum olmak zorunda da değil aslinda. Farklı tipte bir organizasyon, bir grup ya da bir kişi bile olabilir. Fakat İstanbul gibi hem mekansal, hem demografik, hem de ticari olarak bu büyüklükteki bir kenti yönetebilmek için merkezi bir yapıya ihtiyaç var. Ayrıca kamu sektörünün diğer aktörlerle arasındaki karşılıklı ilişki de çok önemli. Aktörlerin ortak hareket etmesi, kamusal alanların yaratılması ve kentsel dönüşüm için de en temel unsurdur. Daha iyi tasarlanmış kamusal alanlar için de kamu yönetiminin önemi büyüktür.

BS: Kentsel dönüşüm için kamusal alanlara önem verilmesi gerektiğini vurguluyorsunuz. İstanbul’daki kamusal alanların dönüşümü de oldukça güncel ve sıcak bir konu, özellikle Galata ve Haydarpaşa bölgelerinin dönüşüm projelerinde kamu kullanımının kısıtlanacağı yönünde tartışmalar var. Siz, kamusal alanların dönüştürülmesiyle ilgili ne düşünüyorsunuz?

MS: Kamusal alanın özel mülkiyete dönüştürülmesi ya da kamusal niteliğinin kısıtlanması benim kişisel olarak tamamen karşısında olduğum bir durum. Belki gerekli görülen yerlerde, özel mülkiyetlerin kamusal alana dönüştürülmesi bile gerekebilir. Fakat bunun tersi düşünülemez. Bu demek değildir ki o alanın, kamusal alan olarak arazi kullanım kararını vermek yeterlidir. Kamusal alanın tasarımı da bu noktada çok önemli. Kimi durumlarda kamusal alanlar, spekülatif bazı özelleştirme projelerinin içinde, adeta bir özür olarak sunulur. Burada kilit nokta daha iyi ve daha çok kamusal alan yaratmaktır. Yaptığım sunumda da bu alanların ne gibi niteliklere sahip olması gerektiği üzerine vurgu yapmıştım. Kentsel dönüşüm projelerinde de -merkezi ya da sembolik alanlar olsa bile- kamusal alanlar kısıtlanmak yerine büyümesi için desteklenmelidir. Örneğin Karaköy fantastik bir yer ve bence korunmalı. Dönüşecekse de kamu yararına bir dönüşüm modeli uygulanmalı. Kamu yararı düşünülmeden planlanan dönüşüm projeleri İstanbul’un kentsel kalitesinde kayba yol açacaktır.

BS: Kamusal alan İstanbul için önemli bir sorun. Sosyal etkileşim için bu gibi alanlara ihtiyaç duyuyoruz.

MS: Dün gece İstiklal Caddesi boyunca yürüyorduk, fantastikti. Aşağıya yukarıya yürüyen insan sayısı… Sadece birbirine yakın olmak, bir arada olmanın verdiği keyif veya diğerlerinin arasında olmak için yürüyen insanlarla tıklım tıklım dolu bir cadde… Bu bir araya gelme düşüncesi evrenseldir. Yaşam organizasyonunun daha yakın ya da daha uzak olmasının geleneklerle ilgili olduğuna inanıyorum. İstanbul’da çok güçlü bir şehir hayatı var, caddeler kalabalık ve dükkanlar akşam 8’e kadar açık.

BS: Yeni “kamu alanları”mız haline gelen alışveriş merkezleriyle ilgili yaklaşımınızı da merak ediyorum. Levent aksını ziyaret etme şansınız oldu mu bilmiyorum ama bu alanda “Alışveriş ve Yaşam Merkezi” adıyla sunulan, İstanbul’un en çekici alışveriş merkezleri bulunuyor. Alışveriş merkezlerinin içinde yaratılan kamusal alanlarla ilgili ne düşünüyorsunuz?

MS: İhtiyaçla ilgili. Eğer alışveriş merkezleri bir çeşit heykele dönüşmezse veya şekil değiştirirse, tamamen kapalı ve özel değillerse, çok iyi kamusal alanlar olabilir. Sizin, böyle altından bir heykel olmayan, Kapalıçarşı gibi farklı tipteki alışveriş merkezleriniz de olabilir.

BS: Yani alışveriş merkezlerinin tasarımında, ülkenin gelenekleri sürdürülmeli mi diyorsunuz?

MS: Hayır, gelenekleri karşılamak zorunda değil. Avrupa örneklerindeki gibi alışveriş merkezleriniz de var ve gerçekten kamusal. Kapalı değiller, ayrıca mağazalar birkaç markanın kontrolünde değil. Tek bir perakendeci, bireysel mağazalar da bu alanlarda kendilerine yer bulabiliyor. İnsan sirkülasyonuna açıklığıyla ilişkili bir soru, “Burayı kim yönetecek?”, “Kim tarafından kullanılacak?”, “Diğer alanlar kim tarafından kullanılacak?” gibi. Bu alışveriş merkezlerinin gelenekleri karşılaması gerektiği anlamına gelmiyor.

Her şeyi etiketlemek zorunda olduğumuzu düşünmüyorum, evet bir kısmının etiketlenmesi anlaşılabilir, ama iyi ve modern kamusal alışveriş merkezlerinin de var olabileceğine inanıyorum. Bunun çok fazla olmasa da birkaç örneği var. Herhangi bir kamusal alanı değil ama iyi kamusal alanları teşvik etmek zorundayız. Aksi halde spekülasyonun bir aracı haline geliriz. Liman, hoş bir marina olabilir. Görkemli bir kamusal alan da olabilir. Burada ne amaçlandığına, firmalara ve kullanıcılara bağlı. Mükemmel bir iş başarabilirsiniz. Barselona’da kıyı alanının dönüşüm projesinde, kamu kurumlarıyla birlikte, tamamen halka, restoran veya sportif faaliyetlere yönelik birimleri burada kurmak konusunda gönüllü girişimcilere açık, çok sayıda kamusal alan yarattık. Bu sayede şehir özel bir mülk haline gelmedi. Kamusal alanların gerçekten “kamusal” ve çekici olabilmesi için bu çok önemli.

BS: Tekrar “Kentsel Kalite için Diyolog” konusuna dönersek, deneyimlerinizden yola çıkarak “kentsel kalite”nin kıstaslarını tanımlayabilir misiniz?

MS: Bunun için belirli bir formül yok. Her bir bölgenin veya şehrin kendi karakterine, kendi yaşam stiline bağlı.

BS: Soruyu başka şekilde ele alırsak, fiziksel biçim ve dönüşümler kentsel kalitenin arttırılması için yeterli mi veya kentsel kalite konusu ne şekilde ele alınabilir?

MS: Bu klasik bir yaklaşım tarzı. İyi bir dönüşüm sağlayabilmek için, ekonomi, sosyal yaşam ve fiziksel formu dönüştürmeniz gerek. İyi görünümlü binaların, cephelerin kentsel kaliteyi tanımlayabileceği görüşüne karşıyım. Bu, “planlama ve mimarlık başka bir şey” demek gibi. Bu şekilde düşünmüyorum. Bence, bu süreçler arasında bir bölünme söz konusu değil. İyi mimarlık planlama, iyi planlama da mimarlıktır. İyi bir planlama ve mimarlık da, iyi ekonomik müdahele anlamına gelir. Bu, ekonomi, sosyal amaçlar ve fiziksel gerçeklikten başlar. Aksi halde yığınlarca kağıda sahip olabiliriz ama hiçbir müdahele yapılamadığı için insanlara yardım edemeyiz. En azından bu unsurlardan birkaçını bir araya getirmeliyiz, yalnızca birini yaparak hiçbir şey başaramayız. Bu benim görüşüm. Üniversite tarafından verilen unvanlarla bir plancı, mimar ve ekonomistim ve tüm bunların uygulamada bir bütün haline geldiğini düşünüyorum o da “yapılan iş”. “Yapma” yatırım, kanun, yapısal metropoliten düşünme ve fiziksel eylem anlamına geliyor. Planlara inanmıyorum. “İş yapma”ya inanıyorum. Bunun için “planlı düşünmeye ihtiyaç var, tabii ki doğru eylemlere de. “Sosyal düşünme” yalnız başına ne demektir? Hiçbir şey! Sosyal düşünce eylem arasında geçip giden bir şey değildir, peki eylem nedir? Gerçekte eylem, yatırım, ekonomi ve politikadır. Sonucu da fizikseldir. Eğer kentten bahsediyorsak, eğitimden de bahsediyoruz demektir. Bu başka bir hikaye ya da sosyal sağlık olabilirdi. Fakat kentsel kaliteden bahsediyorsak, bu çok sayıda sosyal ve ekonomik amacı olan fiziksel bir çözümdür: Doğru bir kamusal tasarım. Bankları değiştirmek veya güzel lambalar yerleştirmek değil. Belki buna da ihtiyaç duyulabilir ama asıl yapılması gereken insanların birbiriyle ilişki kurmasını, aidiyetlik hissini, katılımı sağlayabilmek. İyi bir kamusal mekan, oturma birimlerinin ya da meydanların düzenlenmesiyle olmaz, en büyük hata burada. Kamusal alan kent içinde mekan boyunca akıp giden ekonomik ve sosyal ilişkilerin inşa edilmesidir. Halkın takdiri başarının kanıtıdır. Sosyal etkileşimi arttırmak ve daha ekonomik süreçlerin üretimi, bunlar iyi bir kamusal mekanın özellikleridir. Bu bir test veya bir moda ya da tasarım sorusu değil. Belki bu amaçlar için modaya ve tasarıma ihtiyacınız olabilir ama bunlar temel hedeflerin tutturulması için yalnızca birer araçtır.

BS: Siz hem şehir plancısı hem de mimar kimliğine sahipsiniz, bu iki disiplin arasındaki ilişkiyi nasıl tanımlıyorsunuz?

MS: Mimarlar ve plancılar arasındaki bariyere karşıyım. Aslında bu bariyer üniversitelerden kaynaklanıyor, çünkü insanlar dışa kapalı ve “Biz plancıyız”, “Biz mimarız” demeye devam ediyorlar. Hayatım boyunca bu konuyla mücadele ettim. Bütün arkadaşlarım mimarlar ve plancılar. Kendi disiplinimize odaklanmak yerine, insanların neyi istediğine odaklanıyoruz. Eğer şehirle ilgili konuşmak istiyorsak, karışım hakkında, karma değerler ve ilgiler üzerine konuşmalıyız. Çözüm, ancak birlikte bulunabilir.

Etiketler

Bir yanıt yazın