“10 Bin Kişilik Okul Olur mu Deniyor, Peki 20 Milyonluk Şehir Olur mu?”

Milli Eğitim Bakanlığı'nın açmış olduğu Eğitim Kampüsleri Mimari Proje Yarışması'nın ardından farklı gruplarda yarışan Kerem Piker, Ömer Selçuk Baz ve Oral Göktaş ile yarışma sonrası süreç hakkında konuştuk.

AE: MEB’in Eğitim Kampüsleri Yarışması ile ilgili hem yarışma ilanından sonra hem de ilk iki grubun sonuçlanmasından sonra çokça konuşuldu. Sizin yarışma ilanı ile birlikte dosya gönderme sürecinde bu yarışmaya katılma motivasyonunuz neydi?

Kerem Piker: Milli Eğitim Bakanlığı’nın farklı illerde eğitim kampüsü yapacağı dışında herhangi  bir bilgi yoktu. Hatta o zaman seçme prosedürüne ilişkin bir detay da yoktu. Evet, okul yapmak iyi olur, devlet de iyi bir şey yapıyor diye düşünmüştük.  Detaylar daha sonra ortaya çıktı.

AE: Peki kampüslerin on bin kişi için üretileceğini öğrenince yarışmaya yaklaşımınız ne oldu?

Ömer Selçuk Baz: Bakanlığın ya da devletin başka bir kurumunun,bir yapı tipolojisini tip proje üzerinden çözmeye alışmış bir sistemin, alışılmışın dışına çıkma niyetini ve yarışma girişimini herkes olumlu buldu.

On bin kişilik kampüslerin aslında kent içerisindeki parsellerin boşaltılarak ranta aracı olarak değerlendirilecek olması ihtimali gibi tartışmalar vardı. Bakan Bey, kolokyumda böyle bir senaryonun asla söz konusu olmayacağını belirtti. Yarışmanın problemi, on bin çocuk bir arada ne yapar? Büyüklüğün yarattığı soru işaretleri; Gerçekten böyle bir kurgu olabilir mi? Bu kurgu mimarlık açısından nasıl bir noktaya gelir? Mimarlık bunun neresinde durur? Gibiydi…

Oral Göktaş: “10 bin kişilik kampüs olmaz” diyerek çekilmek yerine, 10 bin kişilik kampüsü projelendirip kapasiteyi sorgulamayı tercih ettik. İlk iki aşamada ete kemiğe bürünen 10bin kişilik kampüsler sayesinde neden söz edildiği, ölçeğin ne olduğu anlaşıldı. Biz de görmüş olduk, çünkü dünyada da bir emsali yok bunun. Bu durumun, kapasitenin beş bin kişiye düşürülmesinde etkisi olduğunu düşünüyorum açıkçası.

1. aşamanın kolokyumunda da Bakan Avcı tek tek projeleri gezdi ve büyüklükle ilgili çekincelerini dile getirdi. Çoğu işveren için geçerli bir durum: somut projeyi görmeden ölçeği kavrayamamak.


Kocaeli Cephanelik Eğitim Kampüsü Mimari Proje Yarışması, 2. Ödül – Oral Göktaş, Sevince Bayrak

KP: 10.000 kişilik kampüsün sorunlu olduğu görüldüğü için programının 5.000 kişiye düşürüldüğünü düşünmüyorum.

İzleyebildiğim kadarıyla süreç devam ederken Bakan değişti, tahmin ediyorum ki  bu işle ilgili tariflerin yeniden yapılması gündeme geldi, beş bin öğrenci kararı da böyle bir noktada alındı. Bu işe başladığımız zamanki yönetim devam ediyor olsaydı üçüncü aşama da on bin öğrenci üzerinden yapılabilirdi.

Ben açıkçası öncelikle 10 bin kişilik kampüsün yapılıp yapılmamasının kararının neye göre alındığının konuşulması gerektiğini düşünüyorum.

Benim süreçten anladığım şu; Bakanlık eğitim yapısı açığım var diyor ve önerdiği model, bu açığı kapatmak için şehir dışındaki arsaları değerlendirmek. Bu aşamada yaşça biraz daha büyük olan çocukları şehir dışına taşıyarak lise kampüsleri oluşturmak fikri ortaya atılıyor. Daha sonra Bakanlık bu önerinin ekonomik modelini oluşturuyor ve görüyor ki kampüslerin özel sektör tarafından işletilebilir olması için belirli büyüklükleri sağlaması gerekiyor. Dolayısıyla on bin öğrenci ve yüzbin metrekare büyüklüğe buradan ulaşıldığı iddia ediliyor.

Şimdi bu tartışmanın önemli bir tarafı Bakanlık’ta bu işin fizibilite çalışmasını hazırlayan teknik personeldir. Onlar bu masanın etrafında olmadıkları ve tartışmaların içerisinde bulunmadıkları için sağlıklı olarak tartışamıyoruz. Ancak bu işin sürükleyicisi olan kişiler deselerdi ki; “Biz yarışma kurgusunu şu sebeplere istinaden oluşturduk, araştırmasını şöyle yaptık.” bu mesele çok daha farklı konuşulurdu. Şimdi biz sadece bize gelen damıtılmış veriyi yorumluyoruz.

Özetle ülke ölçeğinde bir girişim var. İddia edilen oydu ki Bu işin ekonomik modelinin yönetilmesi için doğru olan rakam bu. Peki madem öyle bu rakam sonradan 10.000’den 5.000’e nasıl düşebildi, onu bilemiyoruz.

Nabi Avcı’nın bu konuya dahil olması sırasında ikinci yarışma ilan edildi. Süreç üst üste gelince Bakan değişikliğinden kaynaklanan bu tür bir karar ancak üçüncü aşamaya sirayet edebildi diye düşünüyorum.

“10 bin kişilik kampüs olur mu?” sorusunu “Kaç kişilik kampüs olur?” Sorusu ile de tartışmak gerekiyor. Biz mimar olarak ancak var olan örnekler üzerinden konuşabiliyoruz.

OG: Bu konuyu sadece mimarlar olarak tartışmak da ne kadar doğru? Fakat yarışma sürecindeki araştırmalarımızda gördük ki, kampüslerin büyüklüğü konusu özellikle Kuzey Amerika’da çok tartışılıyor. Örneğin kalabalık kampüslerin, daha kapsamlı sosyal donatılarının olabilmesi gibi avantajları da var, dezavantajlarının yanı sıra.

ÖSB: Sezgisel olarak içerisinden geldiğimiz eğitim sistemine baktığımızda bulunduğumuz çevreler ile bu ölçeği kıyaslayabiliyoruz. Geldiğimiz ölçekler de tarif edilenin çok altında ve on bin öğrencinin korkutucu bir sayı olduğu kesin.

KP: Pedagogların da bir kısmı iki bin kişinin verisi ile altı bin kişinin verisini karşılaştırdığımız zaman çok da büyük bir fark olmadığını söylüyorlar, sizin o modeli nasıl uyguladığınız önemli diyorlar.

Benim gördüğüm kadarıyla 10.000 külliyen yanlış,  2.000 doğru, 100 kişi çok iyi gibi bir kabul yok. Nerede, hangi koşullar altında, hangi zamanda yaptığınız bile o işin belirleyicisi olabiliyor ve sonuçları çok uzun vadede ortaya çıkıyor.

10 bin kişilik okul olur mu deniyor, peki 20 milyonluk şehir olur mu? Bizim kendimize standart olarak belirlediğimiz şeyler, bazen yaşadığımız ölçeğin, ekonomik ve sosyal koşulların doğrudan karşılığı olamayabiliyor. Elbette Finlandiya’daki eğitim sistemini model almak idealdir baktığınızda ama Finlandiya’da böyle bir şehir de yok.


Mardin Midyat Eğitim Kampüsü Mimari Proje Yarışması, 1. Ödül – Kerem Piker

ÖSB: Kolokyumda gündeme gelen çok ciddi bir derslik açığı var. Bize anlatılan çok iç açıcı bir tablo değil. Özellikle İç Anadolu ve Doğu’daki durum, bu şekli ile ilerlemeye devam ettiği sürece o bölgede yaşayan öğrencilerin yarışma programı ile üretilen alt yapıdaki tesislere hiçbir zaman ulaşamayacakları yönünde bir gerçeklik var.

İlk iki aşamada üretilen projelere baktığınız zaman on bin kişilik kapasiteyi çok iyi eritmiş, ölçeğine hakim projeler de var, gerçekten çok feci sonuçlar da..

Bu da gösteriyor ki on bin kişilik kampüs olabilir. Kentsel kurgu içerisinde ele alıp, bir doku oluşturup bu ölçeği farklı farklı alt mekanlara bölen tasarımlar vardı.

Şöyle düşünün, lisenin son sınıfında bir mekandasınız, ufak lisenizdesiniz,  sonra bir sınava giriyorsunuz ve bir anda kendinizi otuz bin kişinin içerisinde bir kampüste buluyorsunuz.
Aradaki sınır sadece bir sınav mıdır gerçekten? Bu durum tasarım ile çözülebilecek bir problem. On binin korkutucu bir büyüklük olduğu konusuna katılmakla , bu problemin tasarım en önemli sorunu olarak ele almakla birlikte, sayının, büyüklüğün mutlak suretle imkansız bir probleme işaret ettiğini düşünmüyorum.

AE: Peki 3. Grupta da yarışma programı on bin üzerinden olsaydı ve beş bine düşmeseydi yine katılır mıydınız?

ÖSB: Biz ikinci defa katılmak ile ilgili ciddi tereddüt yaşadık. On bin kişi tasarımın en önemli parametrelerinden bir tanesiydi ama yine de katılırdık. On bin kişinin sonucunu ilk aşamada görebildik. Sunulan program çözümsüz bir problem değil, ama beş bin kişinin baş etmesi nispeten daha kolay ve sonucu daha iyi olabilecek bir ölçek olduğunu düşünüyorum.

AE: Birinciler ile idarenin iletişim süreci nasıldı? Birincilerin Ankara’ya davet edilmesi ve aranızdaki diyalogdan biraz bahseder misiniz?

KP: İkinci aşamanın birincilerinden bir tanesiyiz. İkinci aşama ve birinci aşamayı farklı, üçüncü aşamayı farklı değerlendirmek gerekiyor aslında. İzleyebildiğim kadarıyla Üçüncü aşamada hem program farklı ele alındı, hem soru-cevap aşamasında bir toplantı yapıldı. Birinci grup ile ikinci grubun süreci ise birbirine daha paralel yürüdü.

Süreç bizim açımızdan olumlu sonuçlanmadı. Bu durumun farklı sebepleri var.  En önemli sebep bu işin daha önceden yarışma dışında doğrudan temin ile yapılmış bir emsalinin olması. Oral’ın söylediği on bin kişilik kampüsün ete kemiğe büründüğü zaman nasıl bir gerçeklik kazandığına dair simülasyonunun yapılması meselesi, daha önceden doğrudan temin ile elde edilen projeler düşünüldüğünde, zaten Bakanlığın elinde olan bir veri.

OG: Bizim de, yarışmadan önce başka alanlarda on bin kişilik kampüsler için projeler yaptırıldığından daha önce haberimiz yoktu. Bakanlık bizi birinci ile anlaşamayıp aradığında haberimiz oldu.

KP: Dolayısıyla elinde doğrudan teminle edinilmiş 10.000 öğrencilik kampus projeleri olan Bakanlığın konu hakkında bir tereddütü olsaydı, program yarışma açılmadan değiştirilebilirdi. Öyle bir tereddütün en azından Bakan değişine kadar yaşandığını düşünmüyorum. Bize söylenen de bütün bu yarışmanın altyapısının büyüklük ve ekonomik model üzerinden oluşturulduğu idi.

“Peki bu yarışma niye açıldı?” Günün sonunda bir proje yarışmasının sonuçlarını, bir tür ihale gibi en az teklif verene göre değerlendirdiğiniz zaman aslında baştan bu yarışmanın açılmasına ilişkin bir çelişki yaratıyorsunuz. Oysa yarışmacı ve idare, yarışma şartnamesinin gerekliliklerini yerine getirmekle yükümlüdür.

Şartnamedeki tarif Bayındırlık Bakanlığının ilgili sınıfı ile bu işin ücretlendirileceği üzerineydi. Sözü geçen 140 bin, 160 bin TL’lik proje bedelleri yani doğrudan temin sınırı ile bu işin yaptırılması konusu yarışma öncesinde ve esnasında bilgimiz dahilinde değildi.

Yarışma sonrasında, teklif aşamasında bize iletilen teknik şartname, avan projenin ötesinde, neredeyse bir kesin proje tarifi yapıyordu. Statik, Mekanik, Peyzaj altyapı mühendislikleri için kesin projeye yakın nitelikte avan projeler isteniyordu. Biz de bu durum ile ilgili mühendislerimizle görüştük ve bir teklif sunduk. İdare bu rakamları yüksek buldu, bize sözlü olarak, şartnamenin ve sürenin daha makul bir içeriğe dönüştürülebileceğini, ilerlemiş bir avan proje istenmesinin doğru bir maliyet analizi yapmak için gerekli olduğunu ifade etti. Siz bu projeleri hazırlayın, biz şu an için belirli bir bütçe içerisinde kalmak zorundayız, sizin bu çalışmalarınızın karşılığını ise ileriki aşamalarda telafi edeceğiz denildi.

Bizse bu çalışmanın böyle çetrefilli bir yola sokulmasının projenin niteliğini doğrudan etkileyeceğini düşündüğümüz için çekinceli davrandık.

Dersliklerin ötesinde sosyal tesisler, spor salonları, tiyatro salonları ve benzeri karmaşık kullanımların ön proje aşamasında işin ehli ekipler tarafından iyi etüt edilmesi gerektiğini düşündüğümüz için, bu türden ileriye dönük bir taahhütü göze alamadık. Eninde sonunda devlet projeyi çizen ekibe bu parayı ödeyecekse, aşamaların doğru noktalarında bu ödemelerin yapılması sağlanabilirdi.

Eğer burada amaç maliyet analizi yapmaksa, bu tahmin edilebilir bir miktar. Bu aşamada sadece mimari proje hazırlayalım diğer disiplinler içinse mühendislik raporlarını teslim edelim diyerek önerimizi sunduk.

Ancak o noktada Bakanlık yetkilileri bu işin daha önceden belirtilen fiyatlara yapılabildiğini şimdi neden bizim bu işin içerisinde yer almak istemediğimizi anlamadıklarını belirttiler ve diyalog koptu. Eğer ki baştan bu koşullar açıkça belirtilseydi bu işe girmezdik ve iki taraf da vakit kaybetmezdi.

ÖSB: Kerem’in tarif ettiği çerçeve Bakanlığın son kolokyumda belirttiği kurgu aslında.

KP:  Beş bin öğrenci üzerinden ikinci kez teklif istendiğinde, 160 bin liraya yapmıyorsanız biz bu işi ikinci ile yapacağız denildi. Bu bir iletişim kurma biçimidir. Ben de bu konuşmanın üzerine teşekkür ederek müsaade istedim.

OG: Birinciler tüm bu süreci tartışırken neler olup bittiği hakkında bir fikrimiz yoktu. Eylül ayında Bakanlık aradı; birinciyle anlaşamadıklarını belirttiler ve bizden teklif istediler. Biz de değerlendirmek üzere telefonu kapattık. Sonrasında birinci olan ekipteki müelliflerden İnanç Eray bizi aradı, süreci konuştuk ve daha detaylı bilgi alabilmek için birinci ekibin diğer müelliflerinden Semra Uygur’u aradık. Uygur Mimarlık’ın yarışma açılmadan önce bu işi 160.000 TL’ye yapan altı gruptan biri olduğunu ve çeşitli sebeplerden dolayı ikinci bir projeyi bu maliyete yapamayacaklarını bu konuşmada öğrendik. Bu esnada yarışmacıların ortak bir tavır almasının tartışıldığından da haberimiz oldu. Biz de Bakanlığı arayıp yapamayacağımızı belirttik. Bu arada Bakanlık bize, işi kabul eden ekipleri 3. yarışmaya da davet edeceklerini söyledi. Fakat işi reddettiğimiz için 3.aşamaya da davet edilmedik.

Bu konuşmadan bir ay sonra Bakanlık bizi tekrar aradı. Bu arada, geçen sürede yarışmacılar arasında ortak bir tutumun sağlanamadığını gördük. Burada altını çizmek istediğimiz durum şudur: Bizim grubumuza özel bir tesadüf olarak, birinci olan ekip aynı zamanda Bakanlık’ın projeyi tüm ekiplere 160.000 TL’ye yaptırmak için, daha önce işi doğrudan temin bedeline yaptırdığını emsal gösterdiği 6 ekipten biri. Dolayısıyla herhangi bir yarışmada, ikincinin fiyat kırarak işi alması gibi bir durum bu örnekte söz konusu değil. Sözünü ettiğimiz gibi bir durum olmasaydı, yanıtımız olumsuz olurdu.

Sonrasında sözü edilen avan proje 160.000 TL sınırında yapılabilir mi durumunu araştırdık. Cedetaş, Emir, Meta ve Sigal’den mühendislik projeleri için bütçe içerisinde kalan teklifler gelince işi kabul ettik.

AE: Peki 160.000 TL gerçekçi bir rakam mı?

ÖSB: Bizim bildiğim anlamda bir projenin bu çerçevede üretilmesi neredeyse imkansız. Burada mimari ve mühendis grupların ciddi tavizler vermesi ve risk alması gerekiyor.

Şu an bir grup insan, uygulanmış bir binası olsun diye yapıyor projeyi, muhtemelen en büyük motivasyonlardan biri bu. Bizim hiç anlayamadığımız ise devletin iş yapma şekli, TOKİ’nin proje elde etme süreçlerinden gelen, projeye, tasarıma hiçbir şey atfetmeyen o süreç.

Projeyi kabul eden gruplarda, bu sistemin çok sağlıksız olduğunu bilerek, ama sonunda eli yüzü düzgün bir yapıları olacağını umut ederek bu riski alıyorlar.


Aksaray Eğitim Kampüsü Mimari Proje Yarışması, 1. Ödül – Ömer Selçuk Baz, Okan Bal

KP: Bu süreç niye böyle yürüyor? Esas soru bu olmalı. 100.000 TL’ye de yapan vardır bu işi. Fakat ben şartnamede taahhüt edilen şartlara göre yarışmaya katıldım. 100.000 metrekareden bahsediyoruz. 1.000 metrekarelik bir okulu bedavaya çizebilirsiniz, fakat 100.000 metrekarelik bir projeyi niye biz finanse ediyoruz? Devlet zaten bu işin parasını ödeyeceğim diyor. Niye bu ödeme modelini doğru oluşturamıyor?

OG: Biz anlaşmadan önce, bu limitler içerisinde projeyi yaptığımızda zarar etmeyecek şekilde nasıl bir süreç tasarlarız diye düşündük. Bakanlık, uygulama projelerinin ihaleyi alan firma tarafından finanse edilmesini öngörüyor ki bu model, ilk kez bu yarışmada karşımıza çıkmadı; kamu-özel ortaklığı ile yapılan pek çok projede geçerli olan, sıkça başvurulan bir model, ki asıl tartışılması gereken de bu yöntem.

KP: O zaman ister istemez insanın aklına Mimarlar Odası’nın birim fiyat çizelgesi neden var? Sorusu geliyor. Bu ülkede devlet yapım maliyetini ön görüyor,birim fiyatlar belirleniyor ve mimarların oluşturduğu bir birlik, bir işin layıkıyla yapılması için gerekli olan en az bedelleri ilan ediyor. Bu işi sadece Mimarlar Odası değil, avukatlar da yapıyor, berberler de yapıyor. Mimarlar Odası’nın üzerinde uzlaşılmış olan bir hizmet bedeli var. Onun altına nasıl ineriz konusu başka bir tartışmaya giriyor. Arkadaşının ofisinde çizersin, kira maliyetini düşersin, daha az mimar çalıştırıp, kendin gece gündüz uyumadan çalışırsın ve bu bedel düşer ama bu bir hizmet bedeli oluşturmaya baz olamaz. Tüm bunların üzerine de bu işten belirli bir gelir elde etmek ve yaşamımızı sürdürmek zorundayız.

ÖSB: Hizmet bedelinin minimumda tutulması durumu da mimarın süreç içerisindeki ana tasarlama eksenini belirlemeye başlıyor. Karşında bir kurum var ve senin yaptığın işi nasıl yürüttüğünü bilmiyor, sen de onun işini nasıl yaptığını bilmiyorsun.

OG: Bakanlığın emsal gösterdiği, bu işi yarışma sürecinden önce toplam alan 100.000 metrekare iken 160.000 TL’ye yapmış 6 mimarlık ofisi var. Sonrasında yaklaşık 60.000 metrekareye düşmüş projeyi de 160.000 TL’ye çizmeyi kabul eden 30-33 ekip var (yarışmaya ilk 2 gruptan farklı olarak, bütün bu koşulları bilerek katılan üçüncü gruptaki ekipleri de sayıyorum). Ortalama 150 mimar bu durumu kabul ederek onaylamış oluyor. Bu da gösteriyor ki, Mimarlar Odası’nın en az bedel hesabı hem kamu kurumları tarafından hem de hatırı sayılır sayıda mimar tarafından deliniyor. Kurulan bu sistemde (kamu projelerinde avan proje ile ihaleye çıkabilme) ciddi problemler var.

ÖSB: Ülke gerçekleri ile uyuşmuyor diyorsun aslında.

KP: Katılmıyorum. Birçok ofis, hiçbir bedel almadan özel sektöre konsept proje üretiyor. Sırf bu şekilde proje çizen gruplar yüzünden, proje bedeli talep ettiğimiz zaman karşılığını alamıyoruz. Bu sistemin yanlışlığından mı kaynaklanıyor yoksa bedavaya yapılmayacak işi bedavaya yapmaya hazır bir grup mimar oluşundan mı kaynaklanıyor?

OG: Kamu İhale Kanunu’ndaki avan proje ile ihaleye çıkma yetkisinin varlığı başlı başına, odanın en az bedel hesabını yok sayıyor, çünkü avan projenin tanımını değiştiriyor. Oda hesabındaki avan proje tanımı ile kanundaki avan proje tanımı aynı değil, bu sistemin delinmesini sağlayan temel problemlerden biri. Şu anda burada sanki bu model ilk defa bu yarışmada uygulanıyormuş, daha önce hiç duymamışız, ya da böyle proje üretilmemiş gibi tartışıyoruz ama durum böyle değil. TOKİ’nin açtığı fikir projesi yarışması da aynı süreçle ilerledi bildiğim kadarıyla. Bu model, sadece mimara değil kamuya da uygulama safhasında zarar ettiren bir model olabiliyor çoğu zaman.

KP: Bence deliniyor olması demek mutlaka sistemin hatalı olduğu anlamına gelmiyor, bu kuralı delen insanların olduğu anlamına geliyor. Bizim önce Mimarlar olarak birlikte bir duruş sergilememiz gerekiyor. Herhalde Yarışmayı açan kurum da , hangi aşamada ne kadar ödeme yapacağını, nasıl bir hizmet talep edeceğini doğru hesap etmiyor. Yarışmayı açmadan önce metrekareleri belliydi, şartnamede taahhüt edilen fiyatlar da belliydi, oturup hesaplanabilirdi.

AE: Ütopik bir yorum olarak, bu yarışma özelinde herkes ortak bir tavır sergilemiş olsaydı 160.000 TL değişebilir miydi?

OG: Aslında ütopya değildi, mimarların örgütlenme ve iletişim problemi olduğu da bir gerçek ama bu başka bir tartışma…

ÖSB: Milli Eğitim Bakanlığı’nın bu yarışma özelinde yaptığı seri hatalar üzerinden gidersek, ben daha önceden iş yaptığım devletin farklı kurumları ile de bu problemleri yaşadığımı söyleyebilirim. Birinci olduğumuz tüm yarışmalarda, ikinci ile irtibata geçme durumu yaşandı. Hiçbir proje hatırlamıyorum ki şartnamede yazıyor olmasına rağmen kurum çok çetin pazarlıklara girmiş olmasın. Bizim tasarım dediğimiz tüm argümanlara verdiğimiz değer ile onlarınki arasında çok büyük fark var. MEB deki mevzu tekil olarak görülen bu sorunların, sürtüşmelerin tamamının bir arada paket olarak karşımıza çıkması.

KP: İlk teklifler alındıktan sonra yönetim tüm birincileri çağırıp, biz sizinle bu işi yapmak istiyoruz ve bütçemiz bu kadar, bu işi yapmanın en rasyonel yolu nedir bunu ortaya dökelim deseydi, o zaman çok farklı bir süreç gelişirdi. Bu bir diyalog yolu açmaktır. MEB süreci bu türden üretken bir diyalog yolu ile yürümedi. Mesela bizim grupta anlaşma için ikinci mansiyona kadar gidildi.

Başında iyi niyetli açılmış, fakat belirli noktalarda hatalar yapılmış bir süreçti Eğitim Kampüsleri Mimari Proje Yarışması. Günün sonunda bütün hatalarına karşın yarışma açılmasının hala doğru olduğunu düşünüyorum. Devletin nitelikli okullarının olmasını hepimiz arzularız. Ben devlet okulunda okudum, çizdiğim projedeki gibi bir okulda okumak isterdim.

ÖSB: Bizden önceki birkaç jenerasyonun da sürekli şikayet ettiği tip proje durumunun tartışma ortamına çekilebileceği ile ilgili ilginç bir tecrübe olduğunu düşünüyorum. Eğitim Kampüsleri sürecinin Bakanlığın önerdiği bu havuz sistemi yarışma modelinin de önemi büyük. Çok iyi niyetli, başka kapılar açan bir sistemi önümüze getirdi, bir yandan da pek çok hata yapıldı. Kendimi de dahil ederek mimarların, kamu kurumları ile iletişim kurmakta problemleri olduğunu da düşünüyorum. Sonuç itibariyle bu süreçten çok fazla deneyim edinilebilir.

OG: Kamu kurumlarının katı mevzuatlarının içerisinde bir şeyleri değiştirebiliyor olmak ya da bunu denemek de önemli. Burada hiç tartışmadığımız bir husus var, bu kampüslerin kentlerle olan ilişkisi. İhtiyaç programı, kente katkısı olabilecek pek çok sosyal donatı öngörüyor ve Kocaeli gibi proje alanının kentin neredeyse içinde olduğu örneklerde bu çok önemli bir başlık oluyor. Eğer uygulanırsa neredeyse ülkedeki 3 şehirden birinde bu kampüslerden inşa edilmiş olacak. Ama mevzuatı tartışmaktan bir türlü sıra gelmiyor ki bu konuları tartışabilelim.

ÖSB: Bütün kamu yapıları yarışmayla yapılsın argümanına büyük oranda katılıyorum. Yarışmayla yapı elde etmek zorlu bir süreci tarif ediyor ve Bakanlık iyi bir üretim yapmak istiyor. Bir sistemi mimarlık üzerinden getirme çabasının oluşuyor olması çok değerli. Eğitim sistemi üzerine bu yarışma özelinde üretilmiş 150’den fazla proje var.

OG: Aslında jüri de ciddi sorumluluklar alarak elini taşın altına koymuş durumda.

KP: Bu türden bir reaksiyon oluşacağını idare düşünmemiş olabilir. Jüride doğrudan temin bedeli ile proje çizmiş mimarlar olduğu için, jürinin bu şartlarda proje çizilebileceğini düşündüğünü biliyoruz. Dolayısıyla yapılamayacağını düşünen bizlerin işin başında haberdar edilmesi gerekirdi diye düşünüyorum.

AE: Belki de jürinin şartnameye 160.000 TL’lik proje bedelini yazması lazımdı.

OG: Katılıyorum. Belli ki idare, daha fazla metrekareyi daha düşük fiyata çizdirmiş olduğu için, yarışmaya girecek ekiplerin, yarışmadan da alacakları ödülü varsayarak, bu şartları kabul edebileceğini düşünmüş. Tersinden bakarsak da, 30’a yakın kampüs için yarışma düzenlenmesi, çok sayıda müellifin idareyle başbaşa kaldığı her iki taraf için de meşakkatli bir süreç.

Üçüncü aşamayı izleyebildiğim kadarı ile, taraflar da belli başlı hatalardan yola çıkarak, süreci daha işler hale getirmek için çabalıyorlar. Memlekete has bir durum, hata yapa yapa öğreniyor olduğumuzu ümit ediyoruz.

Etiketler

Bir yanıt yazın