Türk ve İslam Eserleri Müzesi

Tasarımhane, İstanbul'da bulunan Türk ve İslam Eserleri Müzesi projesini anlatıyor:

Türk ve İslam Eserleri Müzesi, İslam kültür ve sanatının çeşitli dönemlerine ve coğrafyalarına ait 45.000 eserden oluşan zengin ve çeşitli koleksiyonu ile konusunda dünyanın sayılı müzeleri arasında yer almasının yansıra Osmanlı İmparatorluğu döneminde açılan son müze olma özelliğini de taşımaktadır.

Türk ve İslam Eserleri Müzesi’nin kuruluş çalışmaları 19. yüzyıl sonlarında ülkenin her yerinde camilere, türbelere ve kütüphanelere vakfedilen eserlerin ülke dışına çıkarılmasını önlemek, eserlerin korunmasını sağlamak ve bu kültür hazinesini gelecek nesillere kazandırabilmek amacıyla başlamıştır.

Müze-i Hümâyun Müdürü Osman Hamdi Bey’in başkanlığında kurulan komisyonun çalışmaları 1913 yılında tamamlanmış ve müze, Mimar Sinan’ın en önemli yapıtlarından biri olan Süleymaniye Cami-i Külliyesi içinde yer alan imaret binasında 1914 yılında “Evkaf-ı İslamiye Müzesi” (İslam Vakıfları Müzesi) adı ile ziyarete açılmıştır.

Cumhuriyetin ilanından sonra “Türk ve İslam Eserleri Müzesi” adını alıp 1983 yılında bugün bulunduğu İbrahim Paşa Sarayına taşınmıştır. Kanuni Sultan Süleyman tarafından Sadrazam İbrahim Paşa’ya hediye edilen saray, 16. yüzyıl Osmanlı sivil mimarisinin önemli yapılarından biridir. İstanbul’un ünlü tarihi alanı “At Meydanı’nda, eski hipodrom kademeleri üzerinde yükselen saray, tüm sivil yapıları ahşap olan Osmanlı geleneğinin aksine, kâgir olarak inşa edilmiş, imparatorluğun en parlak dönemlerinde düğün şenlikleri, ayaklanmalar gibi birçok tarihi olaya tanıklık etmiş ve uzun yıllar sadrazam sarayı olarak kullanılmasının yanı sıra kışla, elçilik sarayı, defterhane, mehterhane, dikimevi ve cezaevi gibi işlevlerle de kullanılmıştır.

Orijinalinde 4 büyük avlu etrafında yer alan sarayın birinci avlusuna 19. yüzyılda Defterhane ve 1908’de ise Tapu ve Kadastro Müdürlüğü binalarının inşa edilmesi genel görüntüyü önemli ölçüde kapatmıştı. Zamana karşı yüzyıllarca ayakta kalan sarayın önemli bir bölümü Adliye Sarayı’nın 1935-1947 yıllarındaki inşaatı sırasında yıkılmıştır. Bugün Türk ve İslam Eserleri Müzesi’ne evsahipiliği yapan 2.avlu, 1966-83 yılları arasında onarılmıştır. 2012 yılında başlayan ve 2 yıl süren restorasyon çalışmaları ile yenilenen yapı bu çalışmalar kapsamında başlayan detaylı bir teşhir tanzim projesi sonucu yepyeni bir yüz ve içerik ile 19 aralık 2014 yılında kapılarını ziyaretçilerine tekrar açmıştır.

Meydandan giriş kotunda ziyaretçileri geniş bir hol karşılamaktadır. Türk ve İslam Eserleri Müzesi’nin bu kotunda yaklaşık 400m2’lik bir geçici sergi salonu, 200m2’lik bir alanı kapsayan ve tarihi Bizans hipodromu kalıntıları içerisinde biçimlenen 25 kişi kapasiteli multivizyon alanı ile müze mağazası yer almaktadır.

Bilet satış, danışma, emanet ve güvenlik fonksiyonlarının tümünü içinde barındıran, 10 metre uzunluktaki mermer banko, ziyaretçilerin tüm ihtiyaçlarını bekletmeden, düzen içinde girişe yönlenmelerini sağlamak amacıyla tasarlanmıştır. Böylelikle mekanın tarihi formu da gölgelenmeden ve bozulmadan tarih ile modernitenin en sade halinden doğan birlikteliğe iyi bir örnek teşkil etmektedir. Banko arkasında çizgisel uzanan yatay pano, üzerinde müzenin kimliğine ve koleksiyonuna dair ipuçlarını yansıtırken, yine aynı alanda koleksiyonlar hakkındaki ön bilgiler, ziyaretçilere sade bir kompozisyon oluşturularak, ekranlar vasıtası ile aktarılmaktadır.

Restorasyon çalışmaları sırasında ortaya çıkartılan ve müze teşhirine dahil edilen hipodrom kalıntıları bulunduğu mekan kotunda ziyeretçiler ile buluşurken, tavanda yapılan cam döşeme ile bahçe kotundan da izlenmesi sağlanmıştır.

Müze koleksiyonuna girmeden önce ziyaretçilere bulundukları yapının merak uyandıran hikayesi ve mimari özellikleri “İbrahim Paşa Sarayı “bölümünde ağırlıklı olarak minyatürler üzerinden ve çok katmanlı bir grafik hiyerarşisi ile anlatılmaya çalışılmıştır. Bu alanda kullanılan ekranda daha detaylı bilgi için Prof. Nurhan Atasoy’un bu konuda ki makalesine erişim sağlanmıştır.

Sarayın mimarisinde önemli bir yeri olan geniş ve ihtişamlı merdivenler ile ziyaretçisini bahçe kotuna ulaştıran yapının bu kotunda hayranlık uyandıran bir Sultanahmet manzarasına hakim iç avlu ve seyir terası konumlanmıştır. Bahçe kotundan ayrıca önümüzdeki aylarda hizmete girecek olan Etnografya Seksiyonu ile Müze Kafeteryasına ulaşılabilmektedir. Yine bu kot üzerinde planlanan, depolama salonları ve konservasyon atölyeleri, modern, fonksiyonel tasarımlarla ve teknolojik donanımlarla desteklenerek eser koruma odaklı bir anlayışla yenilenmektedir. Ayrıca bahçe içerisinde kalan son ahşap yapı müze idari binası olarak kullanılmaktadır.

İç Avlu çevresinde 3 cepheli olarak U şeklinde konumlanan üst kat, Türk ve İslam Eserleri Koleksiyonu’nu kronolojik olarak, 13 farklı medeniyet ve dönem başlığında gruplandırılarak tasarlanmıştır. Çok güçlü dönemsel özellikler taşıyan bir mekanda aynı zamanda çok değerli objelerden oluşan bir koleksiyonu sergileme hedefi doğrultusunda başlayan çalışmalar, tasarımı, gerek yapının gerekse eserlerin önüne geçmeyecek, aksine onları destekleyip daha görünür kılacak şekilde yorumlamayı gerekli kılmıştır. Nötr ve koyu renk vitrin ve fonlar üzerinde kompozisyon, biçim, renk, doku, ses, ışık gibi temel tasarım prensipleri gözetilerek çözümlenen sergileme sistemleri müzenin kurumsal kimliğini de yeniden yaratan grafik ögeler ile desteklenmiştir, dönemler arasındaki farklılıklar bilgilendirme panolarındaki motifler aracılığı ile aktarılmıştır.

Hikaye kurgusunda öncelikli olarak “Evkaf-ı İslamiye’den, Türk ve İslam Eserlerine” başlığı altında 100 yıllık bir müzenin tarihçesinin izleyicilere sıkıcı bir bilgi yığınından çıkartılıp, anlaşılır ve etkileyici bir şekilde aktarılması göz önünde bulundurulmuştur. 100 yıl önceki müzenin geçmişe ait anılarına ev sahipliği yapan bu bölümde izleyicileri müzenin ilk kurucu heyeti karşılıyor ve ziyaretçiyi siyah-beyaz fotoğraflar ve müzeye ait ilk ekipmanlar eşliğinde 100 yıl öncesine götürüyor.

İslam Arkeolojisi üst başlığı ile Rakka ve Samarra kazı buluntularının sergilendiği bölümde, arkeolojik kazı alanı, şehrin surları gibi mimari referanslar mekansal bir canlandırma sahnesi içerisinde, izleyicilere Rakka’da horoz sesleri eşliğinde gün doğumundan, gün batımına bir zaman dilimini yansıtarak eserleri sergilemek esasına dayanmaktadır. Sergileme yöntemi, ışık, ses ve görüntü efektleri ile desteklenerek ziyaretçiye farklı bir deneyim yaşatmak istenmiştir.

Kur’an-ı Kerim’in ilk nüshalarının da muhafaza edildiği, İslam dünyası ve İslam kitap sanatının gelişimi açısından büyük bir hazine olan Şam Evrakları için müze teşhirinde ilk defa bu boyutta bir bölüm ayrılmıştır. Bu alan için hazırlanan vitrin formunda eserlerin geliş noktası olan Emeviye Camii’nin avlusundaki altıgen formlu Hazine dairesinden esinlenilmiştir.

Ana teması Peygamber sevgisinin sanata yansıması olarak belirlenen Kutsal Emanetler bölümünde, müze koleksiyonunda muhafaza edilen Hz. Muhammed’e ve Kabe’ye ait Mukaddes Emanetlere de yer verilmiştir. Bu mekanın tasarımında hayli loş bir atmosfer yaratılmış ve ziyaretçi üzerinde oluşturulmak istenen uhrevi yolculuk çok derinden gelen bir Salavat-ı Şerif sesi ve eserlere odaklanmış dramatik bir aydınlatma ile sağlanmıştır.

Anadolu Selçuklu ve Osmanlı dönemi sarayın 2 büyük hacmi olan yazlık ve kışlık divanhane mekanlarında konumlandırılmıştır. Bu dönemden çok kıymetli parçalar barındıran Halı koleksiyonu için mekana özel farklı bir halı sergi platformu tasarlanmış ve eğimli bir yüzeyde ayna kullanımı ile çözümlenen sergileme ile ziyaretçilerin desenler, renkler ve motifler dünyasında sürpriz perspektifler yakalaması amaçlanmıştır.

Teşhir ve Tanzim projeleri kapsamında sergileme tasarımı, kurumsal kimlik, bilgilendirme panoları, eser etiketleri ve tüm grafik kompozisyonları, yönlendirme projesi ile dijital ve interaktif tasarım ve uygulamaları TASARIMHANE tarafından çağdaş müzecilik prensipleri ışığında bütüncül bir bakış açısı ile gerçekleştirilmiştir. Türk ve İslam Eserleri Müzesi 13 asırlık İslam medeniyetinin ihtişamını gözler önüne seren zengin koleksiyonu, doyurucu içeriği ile Türk müzeciliğinin gelişmesine büyük katkı sağlayan geçici sergileri ve müzeye ev sahipliği yapan gösterişli yapısı ile İstanbul’un tam da kalbinde, 1800 yıllık tarihin harmanlandığı en önemli meydanda, 100yıl önce ilk açıldığı günkü coşku ve gurur ile 19 Aralık 2014 tarihinde tekrar ziyaretçileri ile buluşmuştur.

Etiketler

Bir yanıt yazın