Katılımcı, Mimar Sinan Müzesi ve Mimarlık Merkezi Ulusal Mimari Proje Yarışması

Katılımcı (3. Tur Elemesi)

Mimarlık zaman gözetmeyen toplumsal ve kültürel bir yaratımdır. Mimarın düşüncesinin fiziksel temsiliyle farklı işlevlerde karmaşık formların oluşturduğu mekânsal üretimler, mağaralardan kentlere uzanan tarihsel katmanlar arasında zamanla gelişen kültür varlıklarıdır. Akdeniz coğrafyasının ve Anadolu’nun mimari pratiği ele alındığında önemli bir temsilci olarak Mimar Sinan öne çıkmaktadır. Bulunduğu coğrafyadaki verileri ve yapı geleneğini bir arada kullanarak yüzlerce yıl hem işlevini koruyan hem de strüktürel açıdan kalıcı yapılar tasarlamış ve çağının Öklit’i olarak tanımlanmıştır. Sinan’ın mimarlığını anlayabilmek için öncelikle geçmişe gitmek, ona kalan mirasları incelemek ve sonrasında onun geleceğe neler bıraktığını görmek gerekir.

Mimar Sinan’ın üretimlerinin sergilendiği ve daha geniş kitlelerce anlaşılmasının amaçlandığı bir müze yapısının sadece kendi döneminin mimari pratiğiyle değil, mimarlık tarihinin içinden daha geniş bir bakışla kurgulanması gerekmektedir. Çünkü Sinan, Akdeniz coğrafyasından beslenen ve yapılarıyla geçmişle gelecek arasında köprü vazifesi gören bir tasarımcıdır. Tüm bunlar mimar öznesini, tasarım ilkeleri ve yöntemiyle birlikte, mimarlık pratiğinin zaman içerisinde değişen temsili çerçevesinde ele almayı gerektirmektedir. Bu amaçla Mimar Sinan Müzesi ve Mimarlık Merkezi projesinin kurgusunu oluşturan süreç Öncül, Eşik ve Ardıl kavramlarıyla üç ayrı bölümde ele alınmıştır.

KURGU

ÖNCÜL

Krallara ve imparatorlara hizmet eden zanaatkârlardan günümüzün tasarımcısına dönüşme sürecinde mimarlar, mekân üretme konusunda yönlendirici olmuştur. Bu süreç içinde kullanılan veriler birbirine eklenerek tarihsel bir süreklilik sağlanmıştır. Çağlar boyunca eş ve artzamanlı mekânsal üretimler bir ana mekân ve çevresinde onu destekleyen yan mekânlarla bir yapı kompleksi oluşturmak üzere kurgulanmıştır. Böylelikle kamusal yapılardan konutlara kadar birçok farklı işleve sahip yapılarda, ana boşluğun tanımlanmasında merkezi mekân ortaya çıkmıştır. Bu süreç içinde yapının mekânsal organizasyonuyla birlikte ele alınan ana mekân çeşitli aşamalardan geçerek değişime uğramıştır. İlk örneklerde dağınık olarak kurgulanan yapılar, zamanla bir ızgara dokuyla çakıştırılıp daha düzenli hale getirilmiş ve ana aksı tanımlamak adına plan düzleminin odak noktasına merkezi mekân konumlanmıştır. [1] Izgara/grid ile birlikte modüler geometri, planlama ve yapım işlerini kolaylaştırmıştır.

Farklı kültürlerin harmanlanarak ortak bir üretim dili ve pratiği oluşturduğu bu coğrafyada, çeşitli evrelerden geçen merkezi mekân, Sinan için bir yapı pratiği mirasıdır. [2] Izgara dokuyla birlikte merkezi mekânı revaklarla destekleyen plan kurgularında Sinan, en küçük ölçekli yapılarından en görkemli yapılarına kadar bu ilkelere sadık kalır. Farklı mekânsal arayışları sırasında bazı yapılarında giriş aksı genişler; boşaltılan ve dışa açılan revaklar bir geçit haline gelir. [3_1 ve 3_2] Aynı zamanda bütüncül düzende orta aks üzerinde yer alan ana mekânı farklı konumlarda da yorumlar; ana mekân dış duvar üzerinde bile yer alsa halâ geniş bir kubbenin altında merkezi mekânı tanımlamaktadır. [3_3] İlk örnekleri Antik dönem mimarlığından başlayıp günümüze kadar gelen ızgara/grid sistem plan düzleminde önemli bir düzenleyici rol üstlenmiştir. Bu düzeni hem kentsel ölçekte hem de yapı ölçeğinde gözlemlemek mümkündür. Basit bir ızgara şemadan üretilen merkezi mekânlı yapılara zamanla avlu eklenir ancak ana kurgu en başından beri en sade plan tipini korumaktadır. [4] Dış duvarların çevrelediği revakların ortasında bulunan merkezi mekân kurgusuna avlu da eklendiğinde tek bir giriş yeterli olmayacağı için uzun kenarlardan ek girişlerle desteklenir. Son şemada artık merkezi mekân avlu ve revaklarıyla birlikte en gelişmiş plan tipine kavuşur. [5]

EŞİK

Yapı tasarımı konusundaki Rönesans dönemi çalışmaları günümüzün mimari temsil yöntemlerinin gelişmesine önemli ölçüde katkı sağlamıştır. 15. ve 16. yüzyıl öncesindeki çizim geleneğine ait kesin bilgiler bulunmamakla birlikte Rönesans boyunca mimarlar, ressamlar ve zanaatkârlar çeşitli perspektif ve çizim yöntemlerini önemli bir tasarım ve aktarım tekniği olarak kullanmıştır. Bu yöntemlerden yapım işini tarif etmek üzere maket, perspektif kesit ve plan çizimi gibi tekniklerin Sinan tarafından da kullanıldığı ve günümüzün görkemli eserlerinin ortaya çıkmasında önemli rol üstlendiği bilinmektedir.

Tasarlama ve planlama teknikleri 18. yüzyıla kadar gelişme gösterir ve Sinan’ın üretimlerinden iki asır sonra, 1795 yılında Gaspard Monge tarafından mimarlık disiplinini önemli ölçüde etkileyen tasarı geometri bilimi kurulur. Monge, Descartes’in analitik geometri eksenlerine (x ve y) üçüncü ekseni (z) ekler. Böylelikle yapı tasarlama pratiği, epür düzlemi ve izdüşüm sistemiyle birlikte bilimsel temellere kavuşur. [6] Tasarı geometri mimari çizim alanını perspektiften kurtararak yeni bir temsil biçimi olan aksonometri ile buluşturur. Mimarlık alanında bir anahtar işlevi gören aksonometri yeni bir dil olarak mimari tasarıma ve yapı üretimine bilimsel kesinlik ilkesini de kazandırmış olur. 20.yüzyılla birlikte bu sürece diyagram eklenir ve mimari tasarımın ifade aracı çizimden diyagrama dönüşür. Bu noktadan sonra bir mimari tasarım ifade aracı olarak diyagram, tasarımı temsil etmenin ötesine geçip onu dönüştürmek için mimari pratiği ve nesneyi kurgulamak üzere kullanılacaktır.

Mimarlık tarihindeki merkezi mekân, ızgara/grid, aksonometri ve diyagram günümüzün mimari üretim düşüncesini ve tasarımın altyapısını güçlü bir şekilde destekleyen öncüller ve eşikler olarak Mimar Sinan Müzesi ve Mimarlık Merkezi proje kurgusunda yerini alacaktır.

ARDIL

Öncül ve Eşik süreçlerinden sonra Sinan’ın planlama pratiği ve çizim metotlarıyla tasarlanmış merkezi mekân, onu çevreleyen revaklar ve bu bütüne eklenmiş avlu birimlerinden oluşan plan şeması, Monge’un epür düzlemindeki açılımıyla üç boyutlu Kartezyen düzlemde incelenebilir hale gelir. [7] Bu açılımla birlikte, dış duvar üzerinde yer alan revaklar ve iç duvara takılı büyük bir merkezi mekân elde edilir. [8]

İlk aşamada projenin ihtiyaç programı gözetilerek iki ayrı duvarda mekânsal kurgu tanımlanabilir: Dış duvar mimarlık merkezini ve ek işlevlerini, iç duvarda yer alan merkezi mekân ise müzeye ait birimleri barındırır. [9] İşlevsel ayrım kütlesel parçalanmayla karşılık bulur; mimarlık merkezinin birimleri, kütüphane, atölyeler ve çok amaçlı salon duvarla desteklenen üç ayrı kütle olarak kurgulanır ve bir sirkülasyon birimiyle birbirine bağlanır. [10-11] Üç kütlenin arasında yer alan iç bahçeler mekânların ihtiyacı olan ışığı almasını sağlarken, işlevsel kullanımlara ait kendi yaşam alanlarının da oluşmasını sağlar. İki kurucu duvar ve kütleler epür düzleminde açılmış ancak proje alanıyla henüz bir bağlam bulunmamaktadır. İkinci aşamada yer ile ilişki kurulur: Yarışma için belirlenen proje alanının çevre ve yön verileri değerlendirilerek duvarların yer ile bağlamı düzenlenir. [12]

Programda yer alan mekânların sabit ışığa ihtiyaç duyanları bağlı oldukları dış duvarla birlikte kuzey doğrultusunda yönlendirilir ve duvara dik bir şekilde konumlanan kütleleri birbirine bağlayacak bir sirkülasyon kütlesi duvarın her iki yüzünde eklenir. [13] Böylelikle artık kuzey duvarı haline gelen yüzey mimarlık merkezi, derslikler, kütüphane, atölyeler, çok amaçlı salon ve sirkülasyon birimiyle birlikte çalışan bir yapıyı tanımlamaktadır. Açılımda merkezi mekân olan müze yapısının yer aldığı diğer duvar ise proje alanının kent merkezine bakan yönüne paralel konumlandırılır. Böylelikle birbirine yaklaşan ancak değmeyen iki duvar ve aralarında kalan bir iç meydanla proje kurgusu tamamlanır. [14]

Etiketler

Bir yanıt yazın