Katılımcı (Adile Naşit Mezarı), İstanbul’un Mezarları Tasarım Yarışması

Katılımcı (Adile Naşit Mezarı), İstanbul’un Mezarları Tasarım Yarışması

PROJE RAPORU

Adile Naşit ya da gerçek adıyla Adela Özcan 1930 yılında İstanbul’da doğdu. Ailede pek çok sanatçı bulunması Adile Naşit’in geleceği ile ilgili ipuçlarını o günden veriyordu. Babası ünlü tuluat ustası Komik-i Şehir Naşit Bey, annesi tiyatro oyuncusu Amelya Hanım, dedesi kemani Yorgo Efendi, anneannesi ise dönemin meşhur kanto ustası “Küçük Verjin” lakaplı Verjin Ozan’dı. Her ne kadar popüler olmaya başladığı 60’lı ve 70’lirnyıllarda, Türkiye Cumhuriyeti’nin içinde bulunduğu kaotik durumdan dolayı, dile getirilmese de Adile Naşit’in Ermeni, Rum ve Türk etnik kökenleri adeta küçük bir Türkiye mozaiğiydi.

Naşit Bey’in ölümünden sonra yaşanan geçim sıkıntısı ağabeyi Selim ile Adile’yi doğdukları, büyüdükleri, oyun bahçeleri olarak kullandıkları tiyatrodan ayrı kalmak zorunda bırakmıştı. Neyse ki bu ayrılık çok uzun sürmemiş, Adile ile Selim 1940’ların ikinci yarısında tekrar tiyatrolara dönmüş ve Adile sinema çalışmalarına ağırlık vermeye başlayacağırn1975 senesine kadar tiyatroya devam etmişti. 1966 yılında tek çocuğu Ahmet’i kaybeden Adile Naşit kısa ömrünün geri kalanında kendini tiyatro ve sinemaya adayacaktı.

1970’li yılların başına kadar sayılı sayıda filmde rol alan Adile Naşit’in popülaritesi, Ertem Eğilmez-Arzu film ekibine katılıp sinemada daha çok boy göstermeye başlamasıyla önlenemez bir ivme ile yükselmeye başladı. 1975 yılına geldiğimizde Adile Naşit kendisini ününün zirvesine taşıyacak olan rolüne can verdi. Elinden düşürmediği zili, gri önlüğü, siyah baş örtüsü ve meşhur kahkahası ile Hababam Sınıfı’nın Hafize Ana’sı. Hafize Ana rolü ile Türk sinemasının yıldızlarından biri haline gelen Adile Naşit alışa gelmiş yıldızlık kavramını yeniden şekillendiriyordu. Adile Naşit “Ses Dergisi” birincisi olup oyuncu olmamıştı, “film yıldızı” kadar güzel de değildi (aslında kendi de belirttiği gibi güzel bile değildi) ama bunlar ona engel olamamış, yetenek, tutku ve disiplin ile de yıldız olunabileceğini herkese kanıtlayıp endüstriyel düzene çomak sokmuştu. Zaten çok değil sadece bir sene sonra Altın Portakal’da en iyi oyuncu ödülünün sahibi olacaktı.

1980 sonrası Türk sinemasının çöküşe geçtiği dönemde Adile Naşit televizyon kariyerine başladı, “Uykudan Önce” adlı programda çocuklara masallar anlatmaya başladı, programına başlarken tek tek isimler okur, tüm çocukları eteklerinin dibine masal dinlemeye çağırırdı. “Hafize Ana” artık  bir de “Masalcı Adile Teyze” olarak hatırlanacaktı. 1985 yılında yıllardır canlandırdığı anne rolleri ve “Masalcı teyze” karakteri, oğlu Ahmet’i kaybettikten tam 19 sene sonra Adile Naşit’e yılın annesi ödülünü getirecekti.

Adile Naşit mezar tasarımı ilhamını Adile Naşit’in hayat verdiği karakterlerden alıyor. Hafize Ana’nın zili geometrik bir formda yeniden yorumlanarak tasarımın merkezine yerleşiyor. Wash beton bu kütle üst yüzeyinden kademelenerek içine çöküyor, bakır bir levha ile sonlanan bu çöküntü kuşların için bir suluk görevi görüyor. Beton kütlenin eteklerinde ise Adile Naşit’in yamaçlarına toplanmış “kuzucuk”ları yani çakıl taşları var. Bu taşlar mezarda yatanların isimlerinin üzerine işlendiği yine wash beton bir havuz ile sınırlandırılıyor.

Adile Naşit yılın annesi seçildikten iki yıl sonra aramızdan ayrıldı. Geride erken birbirlerinden ayrılmak zorunda kalan ama bugün edebi istirahatlerinde beraber olan ailesi için söylediği şu sözler kaldı.

“Evet, daha büyüğünü yaşamadım. Biz ana, baba, çocuk değildik. Üç tane dosttuk. Güzel bir arkadaştık. Ölümüne hazırlamıştık biraz kendimizi. Açık kalp ameliyatıydı geçirdiği. Ve yaşayamadı. Ondan sonraki beş sene benim için inanılmaz acılarla dolu. Elbette Ziya Bey için de. İşte sonra kuş, köpek, bebek böyle oyuncaklara tutkun olduk. Balıklar yaşadı, köpek kör oldu, çiçekler büyüdü böyle gidiyor yaşamın geri kalan kısmı.”

Etiketler

Bir yanıt yazın