C.F. Møller Architects, Zürih'teki Bellerivestrasse 36 binasını çağdaş ve iklim dostu bir ofis binasına dönüştürdü.
Fotoğraf: Mark Hadden
Zürih Gölü kıyısında yer alan 1974 yılına ait bu eski ofis binası, mimari mirasını bozmadan çağdaş sürdürülebilirlik standartlarına uyacak şekilde modernize edilmiş. Proje, sürdürülebilir uygulamaların estetik ve sosyal değerlerle entegrasyonunu sağlarken bu sayede eski ve kapalı yapı, canlı ve verimli bir iş alanına dönüştürülmüş.
Fotoğraf: Mark Hadden
Mimarlık ofisi, projenin ana zorluklarından birinin, binanın orijinal karakterini korurken çevresel performansını artırmak olduğunu söylüyor. Bu sorunun yanıtı, cephenin üzerine yatay fotovoltaik panellerin yerleştirilmesiyle verilmiş. Bu paneller temiz enerji üretiyor ve güneş ışığını engelleyerek iç mekanın aşırı ısınmasını önlüyor. Paneller, metal kaplama ile uyumlu renkli camla kaplanmış. Böylece binaya taze, modern bir görünüm kazandırılırken çevredeki parkla uyumlu hale getirilmiş, ayrıca içeriye net bir görüş açısı sunulmuş.
Fotoğraf: Mark Hadden
İçeride yeni bir avlu, ofis ve kiralık birimleri birbirine bağlayarak departmanlar arası etkileşimi ve bilgi paylaşımını teşvik ediyor. Işıkla dolu bu alan, binanın kullanıcıları için bir kimlik ve aidiyet duygusu sağlayarak sosyal sürdürülebilirliği artırıyor. Avlu ayrıca hava dolaşımını ve doğal ışıklandırmayı iyileştirerek daha sağlıklı ve daha hoş bir çalışma ortamı yaratıyor.
Fotoğraf: Mark Hadden
Yenileme, dış mekâna da uzanmış; mevcut taş teraslar yeşil alanlara dönüştürülerek parkla entegre edilmiş; bu entegrasyon, yağmur suyu kullanımına yardımcı olmak ve biyolojik çeşitliliği teşvik etmek amacıyla kullanılmış. Teraslar, çalışanların ara vermek için kullanabileceği alanlar yaratıp onların ruh hallerini düzenlerken aynı zamanda yerel ekosisteme de katkıda bulunuyor.
Fotoğraf: Mark Hadden
Tasarımcıların, asansör çekirdekleri ve zeminler için ahşap gibi doğal malzemeler kullanması, mimarların sıcak ve davetkâr bir ortam yaratma konusundaki bağlılıklarını bir kez daha vurguluyor. Sonuç olarak proje, estetik, sosyal ve çevresel değerleri dengeleyerek, binanın kullanıcıları ve yerel halk üzerinde kalıcı bir etki yaratmayı amaçlayan bütünsel bir mimarlık yaklaşımını temsil ediyor.