Vazo Kule ve kimlik meselesi

Mimarlar, belli bir üslupta yapıların dayatılmasını çok tehlikeli buluyor.

Şehrin kıyısındaki eski boş arazilerde birbiri ardınca sıralanan dev TOKİ blokları; ortasından sular akan yaşam alanları; kocaman portallı, iri saçaklı, kubbeli ya da kemerli pencereli adliye sarayları, ilköğretim okulları… Son yılların inşaat atılımıyla birlikte yeni yapı tipleri Türkiye’nin her yerinde kendini göstermeye başladı. Belli ki mimaride yeni bir kimlik oluşuyor. Özellikle kamu yapılarında bu kimliğin ‘Selçuklu-Osmanlı’ esintili olmasına özen gösteriliyor, konutlar söz konusu olduğunda eksantrik bir konsept ve arşa uzanan yükseklik yeterli gibi…

Geçen hafta sonu, bu kimlik meselesini konuşmak üzere Kapadokya’da toplanan mimarların elden elde gezdirdiği bir emlak ilanı ‘Vazo Kule’den söz ediyordu. Üç bin yıllık Hitit mirasını yaşatmaya aday, çatısı hiyerogliflerle süslü bir ‘yaşam merkezi’ kuruluyormuş. Bunu görünce geleceğe nasıl bir mimari kimlik bırakacağımıza dair insanın kafası iyice karışıyor.

Sözünü ettiğim toplantıyı düzenleyen Kale Bodur. Mimarlık ve tasarım alanlarına önem verip birçok etkinlik düzenleyen Kale Bodur, Arkitera’yla birlikte ‘Mimarlar Konuşuyor’ adlı bir panel dizisi yapıyor. Üçüncüsü Uçhisar’daki Argos in Cappadocia’da düzenlendi. (Eski evlerden mağara ve yeraltı şehrine her şeyi restore edip bir büyük otele dönüştüren Argos, ayrı bir yazı konusu…) Nuri Çolakoğlu’nun yönettiği panelin konuşmacıları üç çok önemli mimardı: Uğur Tanyeli, Melkan Tabanlıoğlu ve Han Tümertekin.

Uğur Tanyeli ‘kimlik’ diye bir konunun ele alınmasını bile tehlikeli bulduğunu söyleyince bu konunun mimarlık için nasıl da çok katmanlı bir mesele olduğunu anladım. İşin hem toplumsal ve siyasi bir yanı hem de ‘yaratıcı özne’yle ilgili bir tarafı var. “Mimarın yaptığı işten memnun olması önemli, çünkü binalar bizden çok yaşıyor” diyen Melkan Tabanlıoğlu da, mimar kendisini ne kadar geriye çekerse çeksin kendi binalarında ortak bir iz bıraktığını söyleyen Han Tümertekin de buna işaret ettiler. İdeal durumda her binanın yapıldığı yer ve zamana göre bir diğerinden farklı olması gerekiyor. Oysa Türkiye genelinde durum hiç de böyle değil. Melkan Tabanlıoğlu’na göre bunun bir sebebi mimarlarsa diğeri de müşteriler: “Mimari olarak çok fazla emek harcanmayan binalar üretilmeye başlandı. Samsun ile Diyarbakır’ın farkını anlamaz olduk. Türkiye’de bir yerde yapılan tasarım illa bir şeyin devamı olmak zorunda değil, tasarımın çevreye de uyumlu olması gerekir. Bu noktada işveren faktörü var, kişi ya da kurumun bilinçli olması da çok önemli.”

Tanyeli, ‘kimlik’ tartışmasının çok bize özgü bir mesele olduğunu düşünüyor. Ama bu tartışmanın gittikçe alevlenmesini, hatta belirli üslupta yapıların dayatılmaya başlanmasını ise çok tehlikeli buluyor: “Bu çok tehlikeli bir gidişi haber veriyor. Mimarlık aracılığıyla başka bir şeyi anlatmak büyük bir dayatma. Toplumsal bir tıkanmaya işaret eder.”

Ödüllü yapılara imza atmış, her birinin kendi çevresiyle uyumuna özen gösteren bir mimar olarak Han Tümertekin de Uğur Tanyeli gibi, “Bu konu neden bizde bu kadar tartışılıyor diye düşünürsek, bunun siyasi bir görüşün uzantısı olduğunu söyleyebiliriz” diyor, Tümertekin’e göre ‘Türkiye’nin her yerinde yapılan binaların, sadece geçmişe değil bugüne de ait olmadığını’ söylemek mümkün.

Aslında bugün üretilen her ne ise, bugünün kimliğidir. Tabii mimarların endişeyle işaret ettiği sorun bunun da bir yapı gibi ‘inşa edilmeye’ çalışılması. Osmanlı olsun, modern olsun, bizim olsun, şöyle olsun böyle olsun diye bir üslubun dikte edilmesi. Geleceğe toplumun tamamının değil, hâkim olan entelektüel ya da siyasi ruhun kalması, diğer tüm etkilerin üzerini örten tek tipçi bir mimari kimliğin ortaya çıkması ihtimali hayli yüksek.

Türkçülük akımlarının kendini gösterdiği 20. yüzyıl başının 1. Milli dönemi eserleri, ya da ulus devleti kurduğumuz Cumhuriyet’in ilk yirmi yılında inşa edilenler gibi sevelim ya da sevmeyelim bütün o kamusal ya da özel yapılar ileride birer ‘kültürel miras’a dönüşecek. Vaktiyle hep dertlendiğimiz ‘sefertası gibi’ apartmanlar bugünkü İstanbul’un kimliğini oluşturuyor. Şimdi depreme karşı tamamını yıkıp yeniden yapmaya çalıştığımız bu apartmanlardan geriye kalanların da ileride rağbet görüp korunmaya alınması hiç kimseyi şaşırtmamalı. Hatta Vazo Kule’nin bile bir 50-100 sene dayanırsa ‘kültürel miras’ ilan edileceğine garanti gözüyle bakabilirsiniz…

Etiketler

Bir yanıt yazın