Tarlabaşı parsel parsel!..

Esmeray'ın Taraf gazetesindeki köşe yazısı...

Geçen cuma günü bir arkadaşım aradı ve gazeteci bir arkadaşının, Tarlabaşı yıkımları ile ilgili bir haber yapacağını, Tarlabaşı’nda gezerek bilgi toplayacağını söyledi bana. Benim de Tarlabaşı’nı çok iyi bildiğimi bildiği için, arkadaşına eşlik etmemi istedi. “Neden olmasın!” dedim. Bir saat belirledik, buluştuk.

Tarlabaşı Caddesi’nden aşağı yürürken gördük yıkılan evleri… Harabe gibi! Eşyalar yerlerde… Hani inşaat sahası yazar, kapatırlar falan; nerede, yok öyle bir şey! Tarlabaşı toz dumana bürünmüş! Sakızağacı Caddesi’ne geldik sonra, aman Allah’ım savaş hali; savaş sonrası terk edilmiş, bir harabe, enkaz, yıkıntı. Tek tük insanlar var ve son kalan bir kaç esnaf. Kuaför, eskici vs…

Gazeteci arkadaş oradakilerle sohbet etmeye çalışıyor, benim başım dönmeye başladı o ara. Yukarılara baktım, karşılıklı camlardan aşağılara sarkılan (adeta Tarlabaşı’nın sembolü haline gelmiş) asılı çamaşırlar yok artık. Belli bir yere kadar geldik, sanki sınır çizilmiş gibi. Sınırın öte yanında yıkılmamış binalar var. Sorduk soruşturduk, belirlenen ilk aşamadaki 20 kilometrekarelik ilk bölge yıkılmış, üç ya da dört parçaya bölmüşler Tarlabaşı’nı. Sıra diğer yerlere de gelecekmiş.

Orada bir taşa oturdum. Tarlabaşı parsel parsel olmuş. İçimden “vah vah!” dedim. Elim dizime gitti, dizimi döveceğim ama millet deli der diye toparladım kendimi. Kalktık benim eskiden oturduğum sokağa geldik, orası daha felaket. Virane, bomboş hatta ses yankı yapıyor. Nereye gitti bu insanlar. Sadece bu aklıma geldi.

Merdivenlerden aşağı inerken, eski arkadaşlarımı gördüm. Onlar sınırın öte yanından; gülerek “sıra bizde gelir!” dediler. Azıcık sohbet ettikten sonra aşağı ev sahibimin olduğu sokağa geldik. Sokağa girdik benim dizimin bağı çözüldü, anlamadım başım döndü birden. Yukarı doğru baktım, haykırmak geldi içimden, bağırmak, çığlık atmak. Ayseell, Halil Amcaaa, Yadee, dilenci teyzee… Sokağın başındaki siyah Afrikalı çocuk, sokaktaki çocuklar. Kimse kalmamıştı. Bağıramadım. Azıcık yürüdüm, baktım tek sağlam bir bina kalmış. Süryani Meryem Ana Kilisesi. Işıkları da yanıyordu. Kapısındaki merdivene oturdum.

Cadının Bohçası’nı izleyenler bilir; evsahibin bir oğlu var Halil yedi yaşında ama sanki 27 yaşında, çünkü şimdiden Tarlabaşı’nın o kültürünün hepsini almış Halil. İnanılmaz küfürler ediyor, hayatımda duymadığım küfürler. Halil her gün benden ‘haraç’ alıyor. Oturduğum yerde içimden ilk defa Halil burada olsa da benden ‘haraç’ alsa keşke diye geçti. Kimsenin telefonunu da almamışım! Nasıl haberdar olacağım; insanların nereye gittiğini nereden bileceğim? Gazeteci arkadaşa dedim ki: “Ben gidiyorum!” Hızla yürüdüm, terk ettim yıkıntıları.

Evet, Tarlabaşı’nın en son hali bu. Tarlabaşı’na ertesi gün gene gittim. Orada kiminle konuştuysam herkes aynı şeyi söyledi. “Çalık Grubu aldı burayı Belediye ile beraber” dediler. Esnaf ve evsahipleri “Mecbur kaldık, sattık” dediler. Evsahibi olanlara ev vermişler; şehrin dışında, yeni yapılan binalarda. Yani kiracılar. Hani âdettendir; mülk satılınca yeni mülk sahipleri kiracı mağdur olmasın diye en azından bir iki kira bedeli, ne bileyim bir tazminat öderler. Buradaki olayda yok maalesef. Kiracılar şaşkın ve perişan… 150 ve 350 TL arası kira ödeyenler. Başka yerlerde, dar gelirli bu insanlar nasıl kira verecekler? Buradan Belediye ve Çalık Grubu’na sormak istiyorum. Şaşaalı alışveriş merkezleri, oteller yapacaksınız buralarda; buralara kimleri yerleştirmeyi düşünüyorsunuz? Allah aşkına kimlere hizmet ediyorsunuz? Buralarda daha önce oturan insanları apar topar nereye yolladınız? Amacınız kentsel dönüşüm ise eğer bu dönüşüm kimleri dönüştürüyor? Kim gelecek buralara, cevap versin birileri? Asıl Tarlabaşı’nın sahipleri burada oturmayı hak etmiyor mu diyorsunuz? Sonuç şunu gösteriyor: bu proje Tarlabaşı’ndaki Kürtleri, siyahları, Romanları, transseksüel kadınları izole etme projesidir.

Etiketler

Bir yanıt yazın