Sir Peter Cook’tan Dame Zaha Hadid’e

'Kıvrımların kraliçesi' ve muhtemelen günümüzün en ünlü mimarı, Zaha Hadid'in 3 Şubat'ta İngiliz Kraliyet Nişanı'na layık görülmesinin ardından Sir Peter Cook, "Dame Zaha Hadid"e dair aşağıdaki yazıyı kaleme almıştı*

31 Mart’ta hayata gözlerini yummasının ardından, cafcaflı, büyüleyici, devasa ve tartışmalı kariyerini Peter Cook’un gözünden okuyabilirsiniz: 

“Bizim her bir kutuya tik atma, her şeyi yapma kültürümüzde, o muhakkak öne çıkıyor. Sonuçta Zaha -Royal Gold Medal kriterlerinden alıntılarsak- “yalnızca moda olan işler ile değil bütün bir külliyatı ile mimari kuram ve uygulama konularında ciddi katkılar sağlamış” bir mimar. Gerçekten de, her ne kadar işleri biçim, stil ve dur durak bilmeyen bir manerizm ile dolu olsa da, Zaha’da bazılarımızın kusursuz “göz” dediği nitelikten vardı; ki, basitçe “moda” olarak değerlendirilemeyecek bu olgunun özgün mimarinin temelinde yattığını iddia edebiliriz.

Zaha’nın işleri şüphesiz ki özgün. Otuz yıldır çok azımızın gitmeye teşebbüs ettiği yerlere gitti: Eğer Paul Klee bir çizgiyi yürüyüşe çıkardıysa, Zaha o çizgiden yola çıkan yüzeylere edimsel danslar ettirip onları ustaca katladı ve fezada bir gezintiye çıkardı. Erken “dikenli” döneminde de hayran olduğu Rus Suprematist ve Konstrüktvistler ile -geç endüstri çağının tarifsiz dinamizmini yakalamaya çalışan- ortak bir coşkuya sahipti.

Yalnız bir sanatçı olmak yerine gayretini bir stüdyo üretimi içinde sürdürdü. Mekanları kendi içine katlama konusunda bilgisayarın yarattığı potansiyelin ayırdındaydı.  En eski Apple Mac “Box” bilgisayarların o ilkel teknolojisi ile matematiksel olasılıksızlıkları çizebildiğine dair bir şehir efsanesi var. Zaha, sahip olduğu matematik altyapısı ile, bu fırsatı kaçırmadı ve Hong Kong Peak projesi ve benzerlerinde bulunan uçuşan makine izdüşümlerini üretti. Zaha, resimler ve hususi küçük çizimler ile tüm bu projelerin başını çekiyordu. Aynı zamanda, amacından sapmadan, hatırı sayılır miktarda yetenekli bilgisayarcıyı da bünyesine çekmeyi başardı.  

Nitekim aldığı işlerin ölçeğinin de aşama aşama büyümesi gibi, dikenimsi projeler de aşama aşama “akan” projelere evirildi ancak kimlik ve kontrol konusunda her zaman net oldular. Vitra’da bulunan Fire Station’a girdiğinizde o eski çalışmalarından birinin içinde olduğunuzu fark edebilirsiniz, evet o zamanlarda bile mümkündü. Ama içimizde -belki Zaha’nın zirve noktası olan- Heydar Aliyev Merkezi’ni ziyaret edecek kadar şanslı olanların, bütünlüğü, devasa iç rampası, ok gibi ışık huzmeleri ile bundan daha düşsel bir mekanda bulunduğunu sanmıyorum. Bu mimari dağarcık, bizim normal olarak addettiğimiz ve ussallaştırdığımız mimari dağarcığın çok ötesinde yer alıyor.

Böylelikle Zaha’ya, bir İngiliz kurumu olarak, Zaha da bu İngiliz kurumunun bir parçasıymış gibi, Britanya İmparatorluk Nişanı’nı (Dame Commander of the Order of the British Empire), takdim ediyoruz. Ancak gerçekte Zaha Cardiff Opera Binası Yarışması’nı kahramanca kazandığında, birçok geveze zümre ve azımsanmayacak sayıda meslektaşımız, onu karakteristik sönüklükte bir övgü ile karşılamıştı. Aynı şekilde Zaha South London Okulu ile -ikinci kez- RIBA Stirling Ödülü’ne layık görüldüğünde, biz jüri üyeleri bir dizi seçkin mimar tarafından alay konusu edilmiştik. Kuşkusuz, bizim ihtiyat ve tevazu kültüründen bakıldığında onun işleri hiç de mütevazı değil ve kişisel olarak da Zaha mütevazı olmaktan çok uzak. Gerçekten de Zaha’nın kötü işlere veya aptallığa dair gürültülü eleştirileri, tenisçi John McEnroe’yu hatırlatıyor. Ancak bu elbette onun işini ne kadar ciddiye aldığının bir göstergesi: şapşallık ve şımarıklık onu için bir ıstırap ve güç sahibi İngilizlerin benimsemiş olduğu basmakalıp zırvalardan oluşan yumuşatılmış söylemlere pabuç bırakacak da değil. Onun metotları, belki bir nebze de psikolojisi hala Mezopotamyalı ve hiç ürkek değil: ama kesinlikle net.

Sonuç olarak Zaha, zirvede belki biraz yalnız, ofisindeki hatırı sayılır yetenekler ile çevrili, bir yandan da korkulan biri ve gençlere mesafeli. Fakat özel hayatında geveze ve eğlenceli; ve oldukça farklı mimari işler üreten Steven Holl gibi genç meslektaşlarına karşı içtenlikle ilgili. Lebbeus Woods veya Stanley Saiotowitz gibi yetenekleri de Londra’ya ilk getiren yine Zaha. Birçoğu Alvin Boyarsky dönemi Architectural Association’dan kalma eski arkadaşlarına olağanüstü sadık ki bu insanlar Zaha’nın hem konfor bölgesi hem de arkadaşlığının altın çağını oluşturuyor. Boyarsky tarafından genç yaşlarda teşvik edilmesi ve yüreklendirilmesi ile Zaha, AA’i mütemadi bir sadakat ve şefkat ile ödüllendirdi.

Altın Nişan’ın tarihi illaki, büyük gemiler yöneten birçok ergin şahsı içeriyor olmalı. Organizasyon gücünün çok net olduğu Roma’daki MAXXI, dinamizmi yansıtan Innsbruck’teki Bergisel Ski Jump veya yüzücülerin dalma hareketleri kadar akıcı çizgilere sahip Londra Olimpiyatları’ndaki Aquatics Centre gibi projelerine baktığında insan, bu güçlü projeleri gerçeğe dönüşmesini sağlayan operasyonu hayal etmeye çalışıyor. Ve Zaha bunu Viyana’da, Marsilya’da, Pekin’de ve Guangzhou’da tekrar tekrar başardı. Daha üretken veya daha tutarlı olabilir miydi. Kenzo Tange ve Frank Lloyd Wright’ın her bir çizgiyi kendilerinin çizmediğinin veya her birleşim yerini kontrol etmediğinin farkındayız, bununla birlikte Zaha’nın onlarla paylaştığı ortak bir rol var: etrafındaki herkes üzerinde yücelerek kurduğu özgün ve amansız nüfuzu ile sonuçların normdan ayrışmasına olanak sağlamak.  Böylesine bir özgüven futbolcular veya yönetmenlerde olduğunda kolaylıkla kabul görmesine rağmen, bazı mimarların kendilerini rahatsız hissetmesine yol açıyor. Kim bilir belki gizliden gizliye Zaha’nın şüphe götürmez yeteneklerini kıskanıyorlardır. Kabul edelim, bu nişanı saygın ve tatminkar bir kişiye verebilirdik. Ama vermedik, destansı, yürekli ve ne gerekiyorsa onu yapan Zaha’ya verdik.

Bizim Kahramanımız.

Londra’da olduğun için ne kadar şanslıyız.”

*Asıl metne buradan ulaşabilirsiniz.

Etiketler

Bir yanıt yazın