İstanbul’un Altındaki Tarih

Antik çağın en büyük limanı ve Neolitik dönemden kalma bir yerleşim yeri Marmaray kazılarında gün yüzüne çıkıyor. Geçmişe ışık tutan kazılarda İstanbul tarihi yeniden yazılıyor.

Kuruluşundan bu yana bir bebek gibi itinayla korunup sevildi İstanbul. Uygarlıkların kesiştiği bölgede, zarif Boğaziçi’nin bitiminde, onca kültürü ağırladı. Roma, Bizans ve Osmanlı uygarlıklarının başkenti olarak tarihe yön verdi. Taşıdığı her bir uygarlığın kültürüyle, başlı başına tarih müzesine dönüştü. Bu yüzden sadece yerin üstü değil, altı da kültür hazineleriyle dolu. Her yerden tarih fışkırıyor.

Bu nadide kentte yaşayanlar, 21. yüzyıl başlarında iki kıtayı Boğaz’ın altından birleştiren bir tünel yapmaya giriştiklerinde, bir kez daha karşılaştılar İstanbul’un zenginlikleriyle. Marmaray projesinden bahsediyoruz. Asrın projesi olarak değerlendirilen ve sadece İstanbul ve ülkemiz için değil, Asya ve Avrupa kıtaları için de önemli bir ulaşım ağı olan Marmaray projesinin kazılarında, 32 bin 350 müzelik eser açığa çıktı. Devam eden kazılarla bu sayının artması muhtemel.

60 bin metrekarelik alana yayılan ve yaklaşık 10 yıldır yürütülen kazılarda, dünyanın en büyük gemi filosu gün yüzüne çıkarıldı. 37 gemi batığına, yüzlerce insan iskeletine ve 22 bin hayvan kemiğine ulaşıldı. Belki de daha önemlisi, bundan 8500 yıl öncesine ait insan yaşamının ipuçlarına erişildi. Böylelikle İstanbul’un yerleşik yaşama geçiş tarihi bir kere daha tespit edildi.

Asırlık hayal gerçek oluyor

Marmaray kazılarından çıkan eserlere ayrıntılı bakmadan önce, Marmaray projesine kısaca değinelim. Marmaray projesinin hayali, 1902 yılına kadar uzanıyor. Boğaziçi’nin altına yapılacak tüp geçit ile Asya ve Avrupa’yı denizin dibinden birbirine ulaştırma hayalinin gerçekleşmesi, ancak bir asır sonra mümkün olacaktı. 2004 yılında somut adımlar atılmaya başlandı. 76 kilometrelik bir güzergâh çizildi. Bunun 13 kilometresi denizin altında. Yeraltında 3 istasyon, yerüstünde 39 istasyon bulunacak.

Dünyanın en büyük ulaşım altyapı projelerinden biri olan Marmaray, Cumhuriyet’in 90’ıncı yıldönümünde, 29 Ekim 2013 tarihinde hizmete açılacak. Böylelikle Halkalı’dan Gebze’ye 105 dakika kesintisiz, modern bir ulaşım sağlanacak. Bostancı-Bakırköy arası 37 dakikaya, Söğütlüçeşme-Yenikapı arası 12 dakikaya inecek.

Marmaray projesinin, nüfusu 14 milyonu geçen İstanbul’un trafiğini büyük ölçüde rahatlatacağı aşikâr. Ancak proje, bu beklentinin çok ötesinde sonuçlar doğurdu. Dünyanın en büyük ulaşım projelerinden biri, dünyanın en önemli arkeolojik kazılarından birine zemin hazırladı.

Kazılarda 32 bin 350 esere ulaşıldı

Marmaray projesi kapsamında Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü izniyle, İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürlüğü başkanlığında 2004 yılında arkeolojik kazılar da başladı. Üsküdar, Sirkeci ve Yenikapı’daki istasyonların inşasıyla birlikte, üç ayrı bölgede sürdürülen kazılar tamamlanma aşamasına geldi. Marmaray proje alanında arazi çalışmaları bitirilirken buradaki atölye çalışmaları devam ediyor. İstanbul Metrosu Projesi Yenikapı Metro İnşaatı kapsamındaki kazının bir bölümü tamamlandı, diğer alanlarda ise kazılar sürüyor. Bugün gelinen aşamada, envantere alınan eser sayısı Marmaray kazısında 17 bin 650, metro kazısında ise 14 bin 700’e ulaştı. Böylece kazılar sonucu 32 bin 350 eser elde edildi. Uygarlık tarihi açısından çok büyük bir öneme sahip olan bu eserlerden bazılarına yakından bakalım.

Theodosius Limanı, antik dünyanın bilinen en büyük limanıydı

Yenikapı kazılarında, -1 metre ile -6,30 metre arasında, antik dünyanın bilinen en büyük limanı ortaya çıkarıldı. Theodosius Limanı, İstanbul’un Constantinopolis olarak hayat bulduğu yıllarda, Roma İmparatorluğu’nun büyüyen yeni başkentinin ihtiyaçlarını karşılamak için, Marmara Denizi kıyısına I. Theodosius (379-395) tarafından Lykos (Bayrampaşa) Deresi’nin ağzına yaptırılmıştı.

O yıllarda Theodosius Limanı, uluslararası ticaret merkeziydi ve yoğun bir şekilde kullanılıyordu. Ancak Mısır’la yapılan buğday ithalatının durmasıyla etkisini yitiren Liman, Likos Deresi’nden gelen alüvyonlar yüzünden zamanla kullanılmaz hale geldi. Buna karşın küçük gemi ve teknelerin barındığı bir liman olarak 11. yüzyıla kadar kullanılmaya devam etti.

Erken Bizans Dönemi’nin en büyük limanı olan Theodosius Limanı’nda, 4. yy ile 11. yy arasında battığı düşünülen 37 adet batık gemi bulundu. Bu batıkların 30’u yelkenli ticaret gemisi, 5’i de kürekli kadırgalardı.

2011 yılının Haziran ayında ortaya çıkartılan Yenikapı 35 adlı Batık, Theodosius Limanı kalıntıları arasında çok özgün bir yere sahip. Kalıntının uzunluğu yaklaşık 15, genişliği 5 metre. Batığın yükü içinde değişik tiplerde amforalar yer alıyor. Boyutları açısından Liman’da bulunan en büyük kargo gemilerinden biri, ahşap özellikleri açısından bulunan en sağlam batık özelliğine sahip. İlk veriler ışığında batığın MS 4-5. yüzyıla ait olduğu düşünülüyor.

Dünyanın en geniş antik tekne koleksiyonlarından birini oluşturan Yenikapı batıkları, Bizans Dönemi gemi tipolojisi, gemi yapım teknolojileri ve bu teknolojinin gelişimine ilişkin önemli bilgileri bilim dünyasına kazandırdı. Dünya literatüründe belki de bir ilk olarak değerlendirilen gemi filosundaki buluntuların sayısı ve dokuların bozulmadan kalmış olması, büyük bir şans olarak görülüyor.

Yenikapı kazı alanının batısında yer alan ve 100 ada olarak isimlendirilen bölgeden çıkarılan, limanın karadaki mimarisine ait kalıntıların (deniz surları, büyük taş bloklardan inşa edilen rıhtım ve dalgakıranın bir bölümü) yerinde korunmasına karar verildi. Bu nedenle bu alanda yapılması planlanan istasyon iptal edildi. Koruma altına alınan kalıntılarla ilgili çalışmalar, Arkeopark projesi ile birlikte tamamlanarak ziyarete sunulacak.

Ayrıca Yenikapı Metro alanında sürdürülen kazılarda liman dolgusu üzerinde açığa çıkan ve MS 12-13. yüzyıllardan kalma olduğu düşünülen kilise kalıntısı da yine koruma altına alınarak Arkeopark projesine dâhil edildi.

Batık gemiler, uluslararası bilim dünyasından da övgü aldı

Yenikapı batık gemileri, uluslararası bilim dünyasından da övgü aldı. Marmaray kazılarını bugüne kadar dünyanın dört bir yanından arkeologlar ziyaret etti. Geçtiğimiz Haziran ayında UNESCO’ya bağlı ICOM’un düzenlediği sempozyum için Türkiye’ye gelen 29 ülkeden 130 bilim insanı, Marmaray kazılarında Yenikapı’dan çıkan 36 gemiyi inceledi. Heyetteki yetkililer, keşfin öneminin altını çizdi. Diğer yandan aşağıda değineceğimiz, İstanbul’un MÖ 6000’li yıllarda da önemli yerleşim merkezlerinden biri olduğuna ilişkin bulgular, dünya çapında ilgi uyandırıyor. Kazıların sonuçlarını yabancı bilim insanları ve dünya basını da merakla bekliyor.

İstanbul’un en eski insanı

Theodosius Limanı’nın bulunmasının ardından kazılar yerin 10 metre derinine kadar sürdürüldü. Alandaki kazı sırasında, 9 metre 40 santim derinlikte karşılaşılan bir iskelet, kazı heyetinde büyük heyecan yarattı. İskeletin etrafı açıldığında bugüne kadar alışılmışın dışında bir mezarla karşılaşıldı. 8 bin 500 yıllık mezardaki insanın, bilinen en eski İstanbullu olduğu belirtildi.

Başı batıya, ayakları doğuya doğru yatırılan iskeletin yanında dönemin silahı yay olduğu tahmin edilen bir alet bulundu. Sal şeklinde mazgallı bir ahşabın üzerine yatırılan iskeletin, bebeğin ana rahmindeki duruş pozisyonunda gömüldüğü belirlendi. Cinsiyeti belirsiz iskeletin dişlerinin sapasağlam olduğu görüldü. İskeletin diş özünden alınacak bir örnekle DNA yapısının, nasıl öldüğünün ve hangi kavme ait olduğunun, Anadolu’ya nereden geldiğinin tespit edilebileceği belirtildi. İskeletin ayakucunda, çömlek içinde 5 yaşlarında olduğu tahmin edilen bir de çocuk iskeleti bulundu.

Neolitik Dönem mezar mimarisinin nadir örneği

MÖ 6500 yılına ait olan bu mezarlar, Neolitik mezar mimarisi açısından eşsiz bir veri sunuyor. Büzülmüş (hoker) pozisyonda yatırılan erişkin bireyin naaşının altında, paralel ince ahşaplar belirli aralıklarla yerleştirilmiş. Bunun üzerine gövde yatırılmış ve ölünün üstü dikey pozisyonda, büyük olasılıkla yekpare geniş bir ahşap ile kapatılmış. Ahşap organizasyonu çok ilgi çekici bulunan bu gömüt mimarisinin yakın benzeri henüz bilinmiyor. Arkeolojik dolgular içinde ahşap malzemenin korunmasının imkânsıza yakın olduğu dikkate alındığında, bu keşif daha da önem kazanıyor. Suriçi’nde ilk kez böyle büyük ve önemli bir buluntu elde edildi. Uzmanlar, “Belki de dünyada bir mezar ilk kez tamamen, bütünüyle ahşabıyla birlikte bulundu” diyor. Normal şartlarda ahşabın 15-20 yılda çürüdüğü, buradaki ahşapların ise çok iyi bir koruyucu olan siyah kil sayesinde 8 bin 500 yıl öncesinden günümüze geldiği belirtiliyor.

İstanbul’un yerleşim tarihi, Neolitik Döneme (Cilalı Taş Çağı) uzanıyor

Kazılarda mezarların yanı sıra dal örgü mimari kalıntılar, çok sayıda pişmiş toprak kap parçaları, çakmaktaşı, taş aletler ve döneme ait bilinen en eski ahşap aletler de tespit edildi. Tüm bunlar, İstanbul’un tarihinin çok gerilere dayandığını ortaya çıkarıyor. 8500 yıl öncesini işaret eden bulgular, Neolitik Çağa, diğer adıyla Cilalı Taş Devri’ne ait. Yani henüz bakır ve tuncun elde edilmediği, insanların tarıma yeni yeni geçmeye, yiyeceklerini ve suyu depolamak için çömlek yapmaya, köpek, koyun, at gibi bazı hayvanları evcilleştirmeye başladığı dönem.

Aynı zamanda Marmara Denizi’nin tatlı su gölü olduğu MÖ 6500’lerde, İstanbul’un ilk sakinleri Tarihi Yarımada’ya yerleşmiş.

Avrupa tarihi buradan geçiyor

Tüm bu bulgular sonucunda, “İstanbul’u Bizanslılar kurdu” tezi de tartışmaya açılıyor. Arkeologlar, bu bilgilerin İstanbul tarihi kadar dünya tarihi açısından da önemli olduğunun altını çiziyor. Arkeologlar Derneği İstanbul Şube Başkanı Doç. Dr. Necmi Karul, Neolitik Çağ’ın, endüstri devrimine kadar olan dönemde yaşam biçimlerini belirlediğinin altını çiziyor. Buluntuların, Anadolu’dan Avrupa’ya kültür aktarımını anlamaya yardımcı olacağını ve bu yönüyle Avrupa tarihine de ışık tutacağını ifade ediyor.

Üsküdar’da Antik Khrysopolis Kenti

Yenikapı kazılarıyla eşzamanlı olarak yürütülen Sirkeci ve Üsküdar’daki kazılarda da kentin geçmişine ışık tutan Bizans ve Osmanlı Dönemine ait önemli sonuçlar elde edildi. Üsküdar’da ortaya çıkan “Antik Khrysopolis Kenti”, MÖ 7. yüzyıla ait olmasından ötürü dikkat çekiyor. Bugün Şemsi Paşa Camisi dolaylarında, denize uzanan basık çember biçimindeki bölümde kurulan kentin adı, eski Helen dilinde “altın kent” anlamına geliyor. Bu alanda da çanak çömlek, sikke, madeni eşyanın yanı sıra Bizans dönemlerine ait çok sayıda bezemeli kap parçası, cam şişe gibi buluntular açığa çıkarıldı.

Osmanlı Dönemine ait bulgular da gün yüzüne çıktı

Marmaray kazılarında, 150 yıl öncesine ait buluntulara da rastlandı. Yenikapı’daki kazılarda, +3 metre ile -1 metre arasında Geç Osmanlı Dönemine ait kültür dolgusunda, 19. yüzyıla tarihlendirilen küçük imalathaneler ve işliklere ait mimari kalıntılar ile sokak dokusu bulundu. İmalathaneler ve mimari kalıntıların yerinde korunmasına karar verilirken sokak dokusu ise Arkeopark projesinde değerlendirilmek üzere sökülerek koruma altına alındı.

Konstantin Suru’ndan, Marmara Denizi’nin tarihçesine…

Kazılarda, yukarıda saydığımız eserlerle birlikte çok sayıda eşya bulundu. Neolitik çağdan günümüze uzanan deri sandalet, ahşap kap, ahşap tarak, kaşık, çanak çömlek, amfora, gemi makaraları, çıpa, metal aletler, heykeller, mimari kalıntılar, terazi ağırlıkları, keramik parçaları, altın, ibrik gibi birçok eşya gün yüzüne çıktı. Yenikapı kazılarında ortaya çıkarılan; 4,5 metre genişliğinde ve 51 metre uzunluğundaki 1700 yıllık Konstantin Suru kalıntıları da özellikle mimari açıdan önem taşıyor. Yine buradaki kazıda bulunan, İstanbul’un en eski dönemlerine ait olan taşlık alan, Marmara Denizi’nin tarihçesine ilişkin ipuçları veriyor. Bu taşların Marmara Denizi’nin henüz göl olduğu dönemlerde buraya taşındığı düşünülüyor. Neolitik kültür katı arasında tabakalaşmış deniz dolguları, Marmara Denizi’nin son 10 bin yıl içinde geçirdiği değişimlerin anlaşılabilmesi açısından son derece önemli bulgular sunuyor. Denizin yükselip sular altında kalmasıyla MÖ 6000’li yıllara ait Neolitik döneme ait eserlerin zamanla kumla örtülerek günümüze ulaştığı tahmin ediliyor.

Eserler müzede sergilenecek

Marmaray kazılarında ortaya çıkan buluntuların tespit edilme ve korunma aşamaları da çok önemli. Arkeolojinin en mühim aşaması olan belgeleme, buluntuların nitelendirilmesi açısından ilk safha. Buluntuların tarihlendirilmesi, ait oldukları dönemlerin belirlenmesi gerekiyor. Aslına göre çizimlerinin yapılması ve fotoğraflarının çekilmesi, bundan sonraki aşamalar olarak karşımıza çıkıyor. Çıkan eserler konservatörler tarafından kaldırılıyor ve restorasyon ile konservasyon işlemlerine tabi tutuluyor. Buluntuların türlerine göre yapılan koruma çalışmaları sonrasında ise envanter çalışması yapılıyor ve son aşama olarak eserler müzeye teslim ediliyor. Elde edilen buluntular, Arkeopark projesinde sergilenecek. Kazılarda ortaya çıkan hayvan kalıntıları da bir müzede sergilenecek.

İnsanlık tarihi, kulak temizleme pamuklarıyla araştırılıyor

Marmaray ve Metro projeleri, İstanbul için bir şans olarak değerlendiriliyor. Çünkü bu projeyle gündeme gelen kazılar; kentin 8500 yıllık sürecinde geçirdiği kültürel, sanatsal ve jeolojik değişimi, kent arkeolojisi, sanat tarihi, filoloji, deniz ticareti, gemi teknolojisi, jeo-arkeoloji, osteo-arkeoloji, arkeo-botanik ve dendrokronoloji konularında önemli belgeler sunuyor. Yenikapı’da gün ışığına çıkartılan Theodosius limanı ve kalıntılar Neolitik yerleşme; Sirkeci ve Üsküdar kazılarında tespit edilen Osmanlı ve Bizans dönemine ait buluntular da İstanbul tarihi ve dünya kültür tarihi açısından önemli sonuçlar veriyor.

Diğer yandan dünyanın en büyük açık hava kazısı özelliğine sahip olan Marmaray kazıları, sadece ülkemiz arkeolojisi için değil, dünya arkeoloji tarihi bakımından da önemli bir çalışma. İlk kez, yaşayan bir kentin içinde bu kadar büyük bir arkeolojik kazı yapılıyor. İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürlüğü’nce yürütülen kazı çalışmalarına İstanbul Üniversitesi, öğretim üyeleriyle bilimsel olarak büyük katkı sağlıyor.

Kazıların tamamı yerli bilim insanlarınca yürütülüyor. Yurtdışından sadece teknolojik destek alınan çalışmalarda çok sayıda farklı uzmanlık alanından yerli bilim insanı görev yapıyor. Kazılarda arkeologların yanı sıra jeofizik uzmanı, fotoğrafçı, restoratör, konservatör, antropolog gibi farklı branşlardan uzmanlar da yer alıyor.

2004’ten bu yana yaklaşık onlarca arkeolog, antropolog, 200 işçi, hızlı ve dikkatli bir çalışmayla, 60 bin metrekarelik alanı santim santim kazıyor. Yer yer kulak temizleme pamukları kullanılarak, yüzeyden 16 metre ve deniz seviyesinden 9 metre derinlikte, insanlık tarihinin kökleri araştırılıyor. Yılın 12 ayı, kimi zaman soğukta, kimi zaman da 35 derece güneşin altında yüzlerce yıl öncesini arayanlar, her bir buluntuyla insanlık tarihini aydınlatmaya çalışıyor.

Kazı çalışmalarının sonuçlarını yabancı bilim insanları ve dünya basını da merakla bekliyor. Çünkü burada kurulması planlanan müze sayesinde, binlerce yıl öncesine yolculuk yapılacak. İstanbul’un tarihi, dünya tarihine ışık tutacak.

Etiketler

Bir yanıt yazın