İstanbul Projeleri (5): Teşvikiye

Her hafta Taraf Gazetesi'nde yazan İhsan Bilgin, "İstanbul Projeleri" başlıklı yazısında bu hafta Teşvikiye'yi değerlendiriyor.

Teşvikiye, genellikle geçen hafta anons ettiğim gibi planlı bir yerleşme olarak değil, Taksim-Şişli zincirindeki diğer semtler gibi binaların teker teker yapıldığı bir erken apartman semti olarak bilinir. Oysa Topkapı Sarayı’nın Dolmabahçe’ye taşınmasıyla beraber Osmanlı elitinin öteden beri oturduğu Süleymaniye’den Beyoğlu yakasına taşınması ile doğan iskân sorununu çözmek üzere saray tarafından geliştirilmiş bir proje idi. Sarayın taşınmasıyla birlikte sultanın ailesi veya hısımları Boğaz kenarında Dolmabahçe’nin birer küçük modeli olan sahil saraylarını yaptırıp taşınmışlardı. Elçilikler de Pera’nın yanı sıra Boğaz’da yer seçtiğinden, saraylarla birlikte Boğaz doğa ve sayfiye mekânı olmaktan çıkıp, Venedik’in Canale Grande’si gibi bir seremoni mekânına dönüşmüştü.

Bir imar vizyonu

Ama Boğaz ne kadar büyük de olsa tüm Osmanlı elitine birer saray sığdıracak kadar da değildi. Elit tabakanın diğer üyeleri, saraya yakınlığı kadar, Taksim-Şişli ile Beşiktaş gibi servis alınacak imarlı bölgelere de yakın olması ve sarayın arkasındaki havadar tepe olarak seçkinlerin iskânına elverişli bir yer olması nedeniyle Levent çiftliğinin eski av sahasında, kendileri için yeni plânlanmış Teşvikiye’ye yerleştiler. İmar planı, bir ana caddenin (Teşvikiye Caddesi) iki tarafında çok büyük parseller, arkada da küçük parseller olacak şekilde ızgara planı olarak düzenlenmişti, Sultan Reşat, ana caddedeki iri parsellerden birine imarı canlandırmak üzere bir cami yaptırdı. Böylece en çok tekrarlanan imar modellerinden olan ve mesela Los Angeles gibi dev bir metropolün neredeyse tamamını inşa eden parsellemenin ardından, uygun yerine çekici bir bina/işlev koyup parsel paylaşımını ve inşaat sürecini özendirerek araziyi iskânlı kılma modeli harekete geçmiş oluyordu. Ancak Osmanlı’da toprağın özel mülkiyeti olmadığından, özel mülkiyetin ekonomik motivasyonuyla işleten toplumlardan farklı olarak yeni iskân bölgesi üretmenin tek yolu “tahsis” idi. Sultan, satma hakkı olmayıp Tanrı adına tasarruf hakkını elinde tuttuğu toprakları tarım amaçlı olduğu gibi imar amaçlı da tahsis edebiliyordu ancak. Öyle ki “tahsis” karşılığı ödeme olsa, bunun adı satış bedeli değil “rüşvet” olurdu. Sonuçta Boğaz’dan arta kalan Osmanlı eliti, yine prestij ve pozisyona bağlı olarak ana caddedeki büyük parsellerden arkadaki küçüklere doğru konumlandı. Süreçte, onlara da geriye binaları yaptırmak kalıyordu sadece. 1880’lerin sonunda inşaatlar bitmiş ve yerleşme ortaya çıkmıştı. İki tür bina üremişti bu koşullardan: ana caddenin iki yanındaki büyük parsellerde dev bahçeler içinde iri köşkler ve arka sokaklardaki küçük parsellerde de iki üç katlı, dar arka bahçeli bitişik nizam, ev dizileri. Ana caddenin bir tarafındaki köşk dizisi cami ile noktalanıyordu ki caminin olağandışı mimarisi, köşklerin tamamının yıkıldığı günümüzde onların varlığına tanıklık eden son inşai unsurdur. Cami yan yana gelmesi pek alışılmadık iki parçadan oluşmaktadır: daha tanıdık kubbeli mihrap kısmı ile iri ikametgâh (köşk). Köşkümsü giriş kısmı, köşkler dizisinin devamındadır ve adeta onlara ölçek ve nizam vermektedir.

Apartman ve değişim

Yerleşmedeki ilk değişim emareleri 1920-30’larda mümkün olan özel mülkiyet haklarıyla birlikte gözükmeye başlamıştır. Öncelikle de cami civarındaki büyük parsel bahçelerinin yol kenarı kısımlarından iri parçalar ayrı parsellere dönüştürülüp büyük apartmanlar inşa edilmeye başlanmış ve zamanla bu eğilim varislerin baskısıyla da yaygınlaşarak, ana caddeyi bir apartman dizisine dönüştürmüştür. 50’lerdeki yap-sat dalgası, arka sokaklardaki ev parselleri de dâhil ederek apartmanlaşmayı yerleşmenin tamamına yaymıştır. Halen üçüncü dalgayı yaşıyoruz ki: “yüksek tavan” denen apartmanlar ferahlıkları ve yeşil arka bahçeleri ile moda olunca prototip muamelesi görüp şipşakçı müteahhitler tarafından patates baskı misali çoğaltılmaya başlandı. Teşvikiye’nin bir bütün olarak hâlâ gözde olmasına gelince bunun ilk yerleşim kararlarındaki isabet ve görgülü erken apartmanlaşması kadar, kentsel ve doğal konumuyla da ilgisi vardır. Teşvikiye dört tarafından aşılması güç doğal ve kentsel sabitler tarafından sınırlanmıştır. İki kenarını Ihlamur Vadisi’nin yüksek yamaçları, üçüncüyü Maçka Parkı, sonuncuyu da Cumhuriyet Bulvarı ile Valikonağı Caddesi eşikleri sınırlamaktadır. Ayrıca Beyoğlu yakasının Cumhuriyet ve Barbaros Bulvarları ile Dolmabahçe Yolu gibi ana akslarına teğet ve yakın olmak gibi bir ulaşım avantajı da vardır. Bu eşikler Taksim-Şişli aksındaki iskân dokusu içine karışıp eriyerek kaybolmasına ve ayrıcalıklarını yitirmesine engel olmaktadır. Nitekim, o zincir içinde 60’lar sonrası prestij yitirmeyip kazanan tek yerdir. Hatta “kapalı site”nin 80’lerdeki öncüsü Alkent’e önce sakin kaybetmiş, ancak sonra 90’larda ters göçle yine kazanmıştır. Bu geriye göç hemen de bitmemiş, Teşvikiye yeniden canlanmıştır. Sadece sakinler değil, 90’larla beraber bir de sanat galerileri, seçkin alışverişi, cafe vb. ile sokak hayatının da merkezi olmuş, iyi vakit geçirmek isteyen kentlilerin uğrağı hâline gelerek canlılığını pekiştirmiştir.

Etiketler

Bir yanıt yazın