Fabrika’da Sanat Yapar, Sanki Kendi Sever Gibi

Neden Andy Warhol hakkında yazdığımızı merak ediyorsanız, cevabı basit! Galerist'lerdeki (Galatasaray, Tepebaşı ve Akaretler) "Warhol Hareket Halinde" sergisini izlemek için sadece 2 gününüz kaldı...

Sanat kavramı ortaya çıkalı belki de bu kadar günlük, bu kadar basit olmamıştı. Sanatı bu kadar olağan ve doğalmış gibi göstermeyi ve bunu çok “cool” bir şeymiş gibi yapmayı başaran ilk adamlardan Andrew Warhola Jr. 

1928’de Pensilvanya’da doğan Andrew 3. sınıftayken kızıl hastalığı nedeniyle kollar ve bacaklarda istemsiz hareketlerin görüldüğü bir hastalığa yakalandı ve derisinde bazı pigment bozuklukları oluştu. Bunlardan sonra hastalık hastasına dönüşen Andrew, annesinin kuzusuna dönüşerek kendini eve kapattı. Evde geçirdiği zamanlarda çizimler yaptı, radyo dinledi ve film yıldızlarının fotoğraflarını biriktirdi. Sanatçı hiçbir zaman Küçük Andrew’ün geçirdiği bu acı dolu günlerin karakterinin gelişiminde ve yeteneğinin artmasında önemli bir rol aldığını vurgulamaktan kaçınmadı.

Daha sonra Pittsburgh’da bulunan Carnegie Institute’da grafik tasarımı dersleri almaya başladı. 1949’da New York’a geldi ve Vogue, Harper’s Bazaar ve The New Yorker gibi dergilerde illüstrasyonlar yaptı. Glamour dergisi için ilk defa “New York’ta Bir İş Başarıdır” isimli makaleyi yazdı. 1950’ler boyunca kariyerinde daha da başarılı olmaya başladı ve ödüller aldı. Bu arada ismini “Warhol” olarak kısaltmayı da uygun gördü. 1952’de ilk kez tek başına sergi açtı. 1960’da yediveren kariyerinde adeta bir dönüm noktası yaşandı. Resme ağırlık vererek çizgi roman ve reklamlar üzerinde oynamaya başladı. 20. yüzyılın ikonik sanat eserlerini bu dönemlerde ortaya çıkarmaya başladı. Bunlara verebileceğimiz en iyi örnekler ise the Campbell’s Soup Can, Marilyn ve Elvis’in serileri. Ve sonunda 1963 yılında Manhattan’ın Midtown bölgesinde 231 Doğu 47. Sokak’ta bulunan efsanevi atölyesi Factory’yi (Fabrika) açtı.

Factory
Factory’nin bu denli efsane olmasının asıl nedeni ise içinde sürekli sanat üretilmesiydi, adeta bir fabrika gibi…

Factory’nin kirasının yılda sadece 100 Dolar olduğuna inanmayabilirsiniz ancak bu bir gerçek… Ne yazık ki bina yıkıldı. Warhol’un en yakın arkadaşlarından Billy Name folyolar ve gümüş boyalarla burayı dekore etti, Name aynı zamanda Factory’de bina fotoğrafları çekme işiyle meşguldü. Aslında Name’in kendi evini ’60’ların göz kamaştırıcı tarzında döşemişti ve kelimenin tam anlamıyla Warhol buraya bayıldı. Bunun üzerine Name’den loftunu bu şekilde tasarlamasını istedi. Böylece Factory’nin gümüş dönemi başlamış oldu. Name ile ilgili başka önemli bir husus ise Factory’nin en sevilen kırmızı koltuğunu keşfetmesiydi. Bu koltuk nice fotoğrafa, filme ve speed düşüşlerine mekan oldu. 1968’deki taşınma sırasında çalındı.

Entel tiplerin, amfetamin bağımlılarının ve Warhol’un yarattığı süperstarların (uyuşturucu bağımlıları, drag queen’ler, müzisyenler, performans sanatçıları, sosyetikler, özgür düşünürler) “takıldığı” mekan olan Factory partileriyle ünlüydü. Warhol burada filmlerini çekmeye başladı ve Empire (1964), The Chelsea Girls (1966) ve the Screen Tests (1964-66) gibi şaheserleri yarattı.

1968’e kadar Warhol burada barınmaya devam etti ve 33. Sokak ve Madison Caddesi’nin kesişimindeki Decker Binası’nın 6. katında 2. Factory’yi açtı. Bu yılın Warhol’un hayatında onu sonsuza dek değiştirme özelliği de mevcut, çünkü 1968’de Factory’nin kapısında canına kastedildi. Buna rağmen Warhol burayı ölene dek elinde tutmayı tercih etti.

Warhol’un yanı sıra bu mekanı Interview dergisi de kullandı. Warhol’un ölümünden sonra Factory’de bulunan eşyalar açık arttırmada yaklaşık 25 milyon Dolar’a satıldı. Bu arada bu mekanı Warhol Paul Morrissey adında bir kişiyle ortaklaşa satın almıştı ve tam 50 milyon Dolar’a satıldı.

3. Factory ise Peter Marino tarafından renove edildi. Kariyerinin başında Warhol için tasarımlar yapan Marino günümüzün en büyük moda evlerinin tercih ettiği ve çok sevdiği bir mimara dönüştü.

Etiketler

Bir yanıt yazın