Deprem Kültür Müzesi yaşananları hatırlatıyor

Sakarya'nın Adapazarı ilçesinde 2004 yılında kurulan Deprem Kültür Müzesi, Marmara depreminin anılarını ilk günkü tazeliğiyle içinde barındırıyor.

17 Ağustos Marmara Depremi’nin ardından Bayındırlık ve İskan Bakanlığınca yaptırılan ve Adapazarı Belediyesine devrinin ardından 17 Ağustos 2004’te hizmete açılan Deprem Kültür Müzesi ziyaretçilerin akınına uğruyor.

Fay kırığı teması işlenerek göçük şeklini andıran ve yıkık duvarları, eğik kolonları ve kırık kirişleriyle farklı bir görünüme sahip olan müzeyi, 7 yılda 327 bin kişi ziyaret etti.

Ücretsiz olarak hizmet veren müze, ilköğretim okulu öğrencilerine yönelik eğitim seminerleri, resim ve fotoğraf sergileri gibi birçok kültürel etkinliğe de ev sahipliği yapıyor. Müzede, depremde hayatını kaybedenlerin isimlerinin yer aldığı 3 bin 285 kristal anıt bulunuyor.

Acılar anı defterinde tazeliğini koruyor
Her gün onlarca ziyaretçiye depremin acı gerçeklerini hatırlatan müzedeki anı defterleri, duygularını paylaşmak isteyen ziyaretçilerin başvuru kaynağı oluyor. Ziyaretçiler deftere yazdıkları anılarla, acı ve hüzünlerini paylaşıyor.

Ziyaretçi defterinde yer alan bazı ifadeler şöyle:
-”Herkes bir kere öldüğünü düşünür, ‘Allah rahmet eylesin’ der ama o ölenin bıraktığı acı ve hüzün asla bitmez. Depremde ailemden kimseyi kaybetmedim ama arkadaşlar, komşular ve dostlar… Onları unutmadık, unutturmayacağız”
-”İnsan demek hayat demek, varlık demek. Yaşamın tümü demek. İnsanlığın yaşadığı bu acılı günü hatırlamış olduğum anda hayatın tümüyle durduğu anı tekrar yaşadım. Geçmişlerimize rahmet olsun.”
-”Bütün ölenlerimize Allah rahmet eylesin. Sevdiklerimi kaybettiğim bu doğal afetin bir kez daha yaşanmaması dileğiyle sizleri unutmadık, unutturmayacağız”
-”Deprem sonrası yani 18 Ağustos’ta bir çay bardağı suyu dört kişi içtik. İnsan bir anda yıkılabiliyormuş. 10 yılda 10 kez mi yıkılır?”

-”Gecenin bölünmez en tatlı anlarında saat üçü göstermeye az bir zaman kaldığında uykusuzluğum rahatsız ediyordu beni. Havada sıkıcı bir hal vardı. Terliyordum kabus içinde. Altıncı hissin eseri mi ne? Karanlığa esir olan gözlerimi bir an geriye çevirdim. Annem gelmişti. ”Uyumadın mı oğlum benim gibi ?” deyişi hala kulaklarımda. Okuyamadım o an duygularını, son bakışları olmuştu meğer. İkimiz de konuşmuyorduk. Konuşamıyorduk zaten. Boğazımda acı bir lokma takılı kalmıştı. Aniden boynuna sarıldım. Annem de bu hareketimi bekliyormuş. Sinesine sardı beni. Hıçkırıklarımı duyacak diye korktum bir an. Gözyaşlarımı ellerimle gidermeye çalıştım ve gözlerine baktım annemin. Ağlıyordu. Neden ağlıyorsun anne ? Duymuyordu sanki beni. Onun da bakışları meçhule takılı. Az sonra kalkacak bir gemiyi arıyordu, üzerimizi saran karanlıkların sırrında. ‘Oğlum’ diyerek tekrar sardı kollarına beni. İkimiz de ağlıyorduk sessiz sessiz. Malum oluyordu az sonra olacaklar.

Şimdi ise mezarının başındayım annemin. Balkonda o gece yarım kalan yağmurum devam ediyordu sağanak sağanak. Gök kuşağına siyahı da eklemişler annemden ayrılınca. Mezar taşındaki ”17 Ağustos şehidesi” yazısını kazıdım yüreğime. O yazıyla beraber haykırmak geliyor. ”Kalk anne ayağa da söyle bana yıldızlar neden kayar anne?”Kardelen çiçeğim olacaktın bu vakitten sonra demek ki.”

Etiketler

Bir yanıt yazın