Zil, Şal ve Gül…

Bu yazıyı okurken, bir yandan da şu şarkıyı dinlemenizi rica ediyorum...

“Zil, şal ve gül. Bu bahçede raksın bütün hızı…

Şevk akşamında Endülüs üç defa kırmızı…

Bakınız… Zil, şal ve gül… raksın bütün hızı…
Dikkat ediniz… üç defa kırmızı…”

Şarkının sözleri, yani Endülüs’de Raks şiiri, biz öğrencileriniz için, Yahya Kemal’den çok size, Ahmet Eyüce’ye aittir hocam. Tasarımın ne olduğunu bize bu dizelerle anlatır, sonra boş bakışlarımıza muzipçe gülümseyerek, iyice düşünmemiz için tekrar ederdiniz. Sonra bakıp tekrar gülümserdiniz… Biz de tabii düşünmeye devam ederdik… Kastettiğiniz bütün bağlantıları kurabilmek, tasarımın en olgun haline örnek olarak verdiğiniz bu şiiri, sizinle aynı hassasiyetle algılayabilmek için…

“Şimdi hoca ne demek istedi yahu? Zil, şal ve gül… üç defa kırmızı… üçünde vurgu var… kırmızı, vurgu, hız, dans, aşk… renk, form, duygu… birbiriyle ilişkili… mi demek istiyor? E Endülüs’e ne oldu peki?”

Bilinç altıma nasıl yerleştiyse bu şiir, hala düşünüyorum, hala arıyorum şifrelerini. Yüklediğim anlamlar yeterli gelmiyor, üstelik gelmemesi de gerekiyor, işin kötüsü biliyorum… Her zaman daha fazlası olduğunu biliyorum… Tasarımın hiçbir zaman bitememesi gibi, bu şiir de aynı kaderi paylaşıyor…

“Raks… uyum… kompozisyon… şevk… estetik… Onlar da ilişkili demek ki… Zili duyuyorum, şalı ve raksı görüyorum, gülün kokusunu alıyorum… Hah dur buldum! Duyular… algı… Ses, söz ve göz arasındaki birliktelik… Tüm duyulara hitab eden sanat demek istedi hoca… Tasarımda mükemmeliyet bu muymuş yani?”

Türk Sanat Müziğini çok severdiniz. Tabii mimarlığı da… Sanırım bu şiir sizin için o çok sevdiğiniz tasarımla sanat müziğini en iyi birleştiren araçtı; öğrencilere bir çırpıda meseleyi anlatabiliyordunuz çünkü. Ya da onlara düşünmeyi öğretiyordunuz. O nedenle sanırım, siz bu şiiri çok seviyordunuz…

“Üç obje… Aynı rengin üç tekrarı… Tüm kelimeler birbiriyle bağlantılı, çağrışımlı… Büyük bir duygu var altında, ama en az kelimeyle söylenmeye çalışılmış belli ki… Buldum! Soyutlama! Yani bence hocanın asıl demek istediği, bakın bu şiirde başarılı bir soyutlama yapılmış, bu şiir de bir tasarım, başarılı bir tasarım. Tasarım bu ilişkileri ya da en derin duyguyu en az kelimeyle anlatabilmek mi yani? Hımmm…”

Sırf siz sanat müziğini çok sevdiğiniz, biz de sizi çok sevdiğimiz için, sizi mutlu edebilmek adına, sınıfça TSM korosu kurup, okula kanun ve tef getirip, siz derse girer girmez fasıl söylemeye başlamıştık. Bu aksiyonla mimarlık okulları tarihinde bir ilke imza attığımıza inanmak istemişimdir hep. Ama maalesef “Zil, şal ve gül”ü söylemek çok zordu bizim için, listede o yoktu, henüz hazır değildik. E hala şifresini çözmenin peşindeydik. O yüzden başka şarkılar seçmiştik sizin için. Çok mutlu olmuştunuz. Çok haketmiştiniz. Biz de sizi mutlu etmeyi haketmiştik sanırım. İyi tasarım mevzuunu artık anlamlandırmaya başladığımızın bir göstergesiydi bu fasıl nitekim…

“Çok katmanlı düşünceler barındıran bu şiiri anlamanın bir üst katmanı, anlatılan mekâna hayalen dalmak olsa gerek… Renkli ve kahkahalı bir Endülüs bahçesi belirir mi şimdi gözümde? Zil, şal ve gül… dansçının kimliği… Endülüs… dansın kimliği… Akşamın siyahı, kırmızıları daha da ortaya çıkarıyor…”

“Çok katmanlı düşünce sistemi” sözünü pek severdiniz. Projelerimiz için jüride kullandığınız zaman bu sözü, çok mutlu olurduk. Yaptığımız işin “kıymeti harbiyesinin olmasını” öğütlerdiniz. Olsun diye çabalardık, büyük bir zevkle ve istekle. Bir projemle ilgili “neden burasını böyle yaptın” diye sormuştunuz bir keresinde. “Daha anlamlı olsun istedim” demiştim ben de, kendime pek güvenerek. “Herşey anlamlı olmalı mı sence” demiştiniz. Hocam hâlâ veremedim cevabını valla… Hayatımı yöneten soruya dönüştü resmen…

“Bir şey diyeceğim dostlar, yahu daha bu şiirin ilk iki dizesi… Allahım daha gerisi var… Biraz daha düşünürsem, şifrelerini çözüvereceğim diye de korkuyorum vallahi… Ara vereyim en iyisi merete… Ama şiirin geri kalan kısmı zil, şal ve gül’ü İspanya’ya bağlamış. Kimlik mevzuu işte, demiştim! İyi tasarımın, özel bir kimliği vardır diyebilir miyiz o zaman? E deriz…”

Sizin bir hocanız beğenmediği projelere, yanlarından geçerken gözünün ucuyla bakıp “olmamış” dermiş, taklidiniz bizi çok güldürürdü; o kadar ki, taklidinizi taklit ederdik. Sizse “bu proje ya F alır, ya A alır” derdiniz bazen. İşte bunu söylediğinizde mutluluğu ve korkuyu “çok katmanlı” bir biçimde, üstelik her bir katmanının “kıymeti harbiyesini” tek tek vererek yaşardık. Projelerimiz üç kez kırmızılaşırdı birden. Üstelik hiçbir zaman “akademik bir F vermek niyetinde” olmadığınızı da bilirdik. Jürilerde başarısız örnekleri tiye alır, bayağı sinirlenir, kızar, e bizi de kızdırırdınız. Küsenlerimiz ve küstükleriniz bile olmuştu. İyi projelerin de sunumuna katkıda bulunur, kendi projemizi de, kendinizi de, bize tekrar sevdirirdiniz. Hiçbir konuşmanızı kaçırmamaya çalışırdık. Mimarlığı, şevk içinde öğrenmemizi ve yapmamızı isterdiniz hep; “sizinle kavga eden” öğrenciyi severdiniz. “Ben öğrencinin tasarım problemini çözmem, onu ona çözdürtürüm ki mutlu olup kendine güvensin” derdiniz. Ne kadar zor olduğunu farkedince, iyi tasarım hocası olabilmek için, hedefin bu olması gerektiğini düşünmeye başladım. Bu yüzden, “bana problemlerle değil, çözümlerle gelin” sözünüz de, sadece tasarıma değil, aynı zamanda hayata dairdir benim için. “Reytingim yüksektir benim” de derdiniz bazen keyifle, bu sevgiyi sonuna kadar hakettiğinizi bilerek. Siz de bizi severdiniz, biliyorum. O yüzden dersleriniz hiç bitmesin isterdik, çoğu zaman ders arası vermeyi reddetmiştik. Not düşülmeli, bu da ilklerden olsa gerek.

“İyi tasarım, iyi kompozisyon, başarılı soyutlama, işlev ve formun birbiriyle yarışmaması, bu yarıştan vaz geçmesi olsa gerek… “Form happily lives together with function!” Allahım mimarlığa yeni bir motto kazandırmak üzereyim… Ama yok, yetersiz… Bundan fazlası var bu şiirde… ve hayatta… Eminim… En iyisi, bu kafayla şimdi yeniden bir bakayım hepsine…”

İşte sizin de istediğiniz ve bizzat yaşadığınız gibi, mimarlık ve zevklerimiz aynı kapıya çıkıyor biz öğrencileriniz için de artık. “Hocanın dediğini yap, gittiği yoldan gitme” demeyin hiç. Yol pek güzelmiş. Ve sanırım sonu Endülüs bahçesine varıyor. Ve işte sürpriz hocam! Topladık bizim ekibi yine: İYTE Mimarlık Fakültesi ’98 girişliler tüm sazlarını kuşandı ve TSM korosu formatında dizildi. Bu sefer daha da özendik. “Zil, şal ve gül”ü çalıştık. Hala çok sorular var kafamızda gerçi, ama şiir de bu sorularla güzelmiş, şarkı böyle anlamlıymış zaten. Sanırım mesajınız da buydu değil mi?

Haydi hocam… Fasıla başlamak için derse girmenizi bekliyoruz…

“Zil, şal ve gül. Bu bahçede raksın bütün hızı…
Şevk akşamında Endülüs üç defa kırmızı…

Bakınız… Zil, şal ve gül… raksın bütün hızı…
Dikkat ediniz… üç defa kırmızı…”

Etiketler

Bir yanıt yazın