Yıkılan Maçka Oteli ve Bir Mimari Peri Masalı…

Kasım 2013’de değerli hocam Prof.Dr. Zafer Ertürk öncülüğünde, İstanbul Kültür Üniversitesi Müteveli Heyet Onursal Başkanı çok sevgili İnş.Yük.Müh. Fahamettin Akıngüç ve tüm İKÜSAG grubu desteğiyle babam Y.Mühendis Mimar Yılmaz Sanlı için bir sergi yaptık. Sergi babamın tam da hoşuna gideceği şekilde alçak gönüllü, yapılarının başarısını bağıran görsellerden değil, onun büyüleyici, uçuşan, romantik sulu boya çalışmalarından oluşuyordu. Bu serginin açılışında programda olmadığı halde benden bir konuşma istendi. Konukların önünde mikrofonu elime aldığımda babam kasketiyle, derin kara gözlerindeki sıcaklıkla, insanın içine işleyen gülümsemesiyle karşımdaki posterden bana bakıyordu. Sözlerime “Yılmaz Sanlı çok değerli bir mimardır. Türk Modern Mimarlık tarihinin önde gelen mimarlarından biridir, çok sayıda proje üretmiştir…” diye başlamıştım. Bir anda durdum. “Ama benim babamdı,” dedim. O anda babamın mimari başarısının, eserlerinin önüne geçen düşüncem yalnız ve yalnız Yılmaz Sanlı’nın babam olması ve artık yanımda olmamasıydı. İşte bu yazı da aynı sergi açılışındaki konuşmam gibi kesinlikle bir mimari bakış açısı içermemektedir.

Konu yıkılan Maçka Oteli. Çok sevgili dostum, çocukluk yıllarımızı aynı apartmanda geçirdiğimiz Emre Arolat tabii ki her zamanki titizliği, özeniyle, beğenilen, yeriyle diyalog içinde olan bir tasarım gerçekleştirmiştir. Babam hayatta olsa eminim Emre Arolat’ın bu tasarımı üstlenmiş olmasından mutluluk duyardı.

Ne var ki tuhaf bir biçimde, Maçka’ya gittiğimde önünden geçmemeye, geçerken bakmamaya çalıştığımı buradan itiraf ediyorum. Nedeni ise bir mimara yakışmayacak bir duygusallık ve belki de bencillik…

Ben çocukluk ve gençlik yıllarımı babamın bürosunda geçirdim. Mimarlık eğitimime başladıktan sonra babamın hastalığının ilerlediği günlere kadar hep yanındaki masada çalıştım. Babamın aklı her zaman eski büro günlerindeydi. Üniversitedeki “hocalık” günleri, “konkur” hikayeleri akşam üstü simitli çay saatlerimizin sohbet konusuydu. Sevgili hocam Prof.Dr. Ferhan Yürekli’nin dile getirdiği gibi babam da o günlerin “daha mimarca” olduğunu düşünüyordu.

İşte o günlere ait anlattıklarından benim tutkuyla bağlandığım hikaye Maçka Oteli Mimari Proje yarışmasıydı.

Hikaye şöyle gelişir…

Babamın askerlik görevi için ailece gitmiş oldukları Ankara’dan yeni dönerler. Bebek sırtlarında ortakları Yılmaz Tuncer ve Güner Acar ile birlikte inşaatını tamamladıkları Yılmaz I apartmanı daire 10’a taşınırlar. Geniş cam yüzeyleriyle boğaza bakan, aydınlık, ferah, modern mobilyalarla döşenmiş minimalist tarzda bir dairedir. Bu sıralarda annem bana hamiledir ve 1966 yılı başlarında babam Almanya’ya bir iş seyahatine gider. Gitmeden önce ise Emekli Sandığı Maçka Oteli mimari proje yarışması açılır ve büro olarak katılma kararı alınır.

İşte hikayenin buradan sonrası benim için bir mimari peri masalına dönüşür…

Babam benim doğumum nedeniyle Almanya’dan geri döner. Onun yokluğunda çizilen yarışma projesi içine sinmez. 1 hafta içinde yeni bir teklif hazırlar, tüm çizimleri evde kendi yapar. Benim yeni doğduğum halde hiç ağlamadığımı, yan odada ona sağladığım huzurla bu projeyi çizdiğini söyler. Sonra da ekler. “Bu yarışma ödülü senin bana hediyen.” Ben henüz mimarlıkla ilgim olmadığı günlerden beri dinlediğim bu hikaye ile ünlü bir mimar olan babamın tasarladığı Maçka Oteli’nin benim doğumumu temsil eden bir eser olduğuna inanırım.

Yılmaz Sanlı tasarımı Maçka Oteli’nin başarılı mimari yaklaşımlarından söz etmek, yeni otelle karşılaştırma yapmak, eleştirel bakış açısı sunmak, yıkımını sorgulamak gibi bir niyetim yok. Ancak mimari değere sahip bazı yapılar yıkılırken yalnız Türkiye’nin mimarlık tarihine ait bir iz silinmiyor o yapıya ait anılar, yaşam izleri de siliniyor. Modern mimarlık dönemini yansıtan örnekleri yerle bir edip yerine şık, alımlı yapıları yerleştirirken yalnız mimari kültürün sürekliliğini kesintiye uğratmıyoruz, onlarda yaşanan hikayeleri de yok ediyoruz.

1966 tasarımı eskimiş Maçka Oteli artık yok… Yılmaz Sanlı da yok… Yerine yapılan bina ne kadar başarılı olsa da benim babama armağanım olan yapı değil… Maçka benim tanımadığım yepyeni bir yer artık…

Etiketler

3 yorum

  • yilmazcan-sanli says:

    Birkaç yüzyıllık bir sürü yapısı olan şehirlere imreniyorum. Nesiller arası köprü olan şehirler, caddeler ve onları oluşturan yapılar ile hikayeleri. Yapısal eserlerin analogdan dijitale dönüştüğü bir kültür revizyonu yaşıyor istanbul.

  • zafer-akay1 says:

    Elinize sağlık. Biz mimarlar için çok önemli olup toplumla paylaşamadığımız bu konuyu böyle sıcak bir biçimde anlatmanız sanırım insanlara çok iyi ulaşıyor. Değerli paylaşımınız için çok teşekkürler…

  • bay-cambaz says:

    Yerine gelen iyi birşey olsa yine gam yemez insan. Bir eski fotolardaki zerafete bakıyorum, bir de şimdiki gazulete.

    Suzan hanım ne kadar da kibar.

    Barbarlar istila etmiş her yanımızı. Bazısı müteahhit bazısı mimar. Farkları yok.

Bir yanıt yazın