Türkiye’nin En Önemli Sorunu

İşsizlik ve ekonomi mi? Evet, büyük bir sorun ama işsizlik tüm dünyada önemli bir sorun. Türkiye’nin işsizlik sorunu AB ortalaması ile aşağı yukarı aynı. İspanya, İtalya ve komşumuz Yunanistan’a göre oldukça iyi durumdayız hatta. Asgari ücret AB ortalamasının birkaç kat altında, emekli maaşları da öyle. Lakin kimsenin elinde bir sihirli değnek yok, yavaş yavaş iyileşecek. Yarışta Güney Kore ile aynı çizgiden başladık ve şimdi onlar çok önde ama unutmayalım ki biz biraz da Ortadoğulu bir toplumuz…

Kürt sorunu mu? Osmanlı’dan bugüne aralıklarla varlığını hissettiren ve özellikle 1984’ten, son birkaç yıla kadar yaşanan ağır travma çözüm süreci ile biraz iyileşti. Evet, halen Türkiye’nin en büyük sorunlarından. Hala anadilde eğitim gibi basit bir konuyu bile çözemedik. Hala silahlı güçlere karşı devlet otoritesi yok. Yerinden güçlü yönetim sadece Kürtlerin yaşadıkları bölgeler için değil tüm Türkiye için halen sorun…

Alevi sorunu mu? Farklı etnik gruplara olduğu gibi farklı inanç gruplarına da özgürlük alanı yaratamayan, olgunlaşma aşamasında bir demokrasimiz olduğu konusunda kuşku yok. Farklı ideolojiler iktidara geldiklerinde Diyanet İşleri Başkanlığı gibi sadece bir dinin bir mezhebini temsil edebilecek bir kurumu şiddetle savunabiliyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne kadar giden Cemevleri’nin ibadethane olarak tanınması pratikte hala uygulama sorunları ile dolu. Alevilik hala, Türkiye toplumunun çoğunluğunun zihninde doğru yerine oturamıyor…

İktidarın otoriterleşmesi mi? Sandık gücüyle oluşan ve tüm demokratik talepleri ezip geçen bir süreçten geçtiğimiz konusunda da kuşku yok. Medya inanılmaz bir baskı altında. Ötekileştirilen kişi ya da kurum tek bir bireyin en üstten aldığı kararla adeta linç ediliyor. Anayasa bir defa delinmiyor, her gün ayaklar altına alınıyor. İyi yanından bakalım: Tüm bunlar 15 yıl önce olsaydı, çoktan bir askeri darbe ile sisteme ayar verilmişti…

Başörtüsü sorunu mu? Herhalde artık değil. Ama bu konuda “laik” çevrelere pek de güvenemiyorum açıkçası. Yüz yılda bilinçaltına yerleşmiş kodlar aniden hortlayabilir, bunun sinyallerini görmek mümkün. Neyse yine de bugün başörtüsü ve Sünni Müslümanlar için inanç özgürlüğü sorunundan Türkiye’nin önemli bir sorunu diye bahsetmek komik olur.

Yolsuzluklar mı? “Paralel” devlet yapılanması mı? Müteşebbislerin eline bırakılan ve artık neredeyse sosyal yanı kalmayan eğitim ve sağlık sistemi mi? Evet hepsi ve dahası…

Hayır, yukarıdakilerden hiçbirisi değil Türkiye’nin en büyük sorunu çevre. Doğal çevre; şehirlerin çevresi; mahallemizin, evimizin çevresi…

En büyük sorunumuz tepemizde hiç bitmeyen bir enerji kaynağı olarak her gün bize kendisini gösteren güneşin enerjisini kullanmak yerine, Sinop ve Akkuyu’ya yapmaya başladığımız Nükleer Enerji Santralleri. Planlı-plansız; zeytinlik, deniz kıyısı, doğal ya da tarihi site demeden; kimsenin gözünün yaşına bakmadan ülkenin dört bir yanına yaptığımız termik santraller. Bu santrallerde kullanılacak kömür ve başka madenler için plansız ve zayıf bir denetimle açılan madenler. En büyük sorunumuz maden ocağı açmak değil; coğrafyaya, dünyamıza karşı kabalığımız, düşüncesizliğimiz, bencilliğimiz. Sanki sular, topraklar, denizler bizimmiş sanmamız.

Türkiye’nin en büyük sorunu TOKİ. TOKİ ve iştiraki Emlak Konut eliyle yaratılan ayrıcalıklı imar. Konut üretmek için kurulan TOKİ’nin stadyum yapması. Stadyumların kent merkezlerindeki alanlarının, gayrimenkul geliştirilecek alan olarak görülerek, stadyumların kent dışına itilmesi.

Türkiye’nin en büyük sorunu parklar, rekreasyon alanları. Yeterli park olmadığı için vatandaşların otoyol kenarında piknik yapması. Bölgesinde yeterli park olmayanların hafta sonlarında sahil parklarını (İstanbul için) kapasitesinden kat be kat fazla yüklemesi. İstanbul kişi başına düşen yeşil alanda benzeri kentlerin içinde en alt sıralarda yer alıyorken, kısıtlı kaynağın da yol kenarlarının süslenmesine ayrılması. Yeterli park yokken lale şovuna milyonlar ayrılması.

Türkiye’nin en büyük sorunu plansızlık… İmarla ilgili hiçbir umut verici gelişme yok. Her gün daha da kötü… Her gün yeni bir gelişme, yeni bir olumsuz haber. Helikopterden köprü yeri belirleyenler, seçim yatırımı olarak çılgın proje açıklayanlar elbette en başta gelen sorumlusu ama ister ülke ölçeğinde bakalım ister en küçük kent ölçeğinde durum vahim. Artık kentler SOS bile vermiyor. Kaybettik, bitti.

En büyük sorunumuz taşımayı otomobile, otobüse, kamyona emanet etmiş olmamız. Yıllar önce maden taşınması için kurulan demiryollarını, teleferikleri elimizin tersi ile bir kenara iterek, cevherleri kamyonlarla taşımamız. Yıllarca şehirlerarası ulaşımı neredeyse sadece otobüs tekeline bırakmamız. Yahu üçüncü köprüyü yaparak İstanbul’un trafik sorunu çözülmez. Bu sözüm yöneticilere, hükümete değil, onların köprü ile trafik sorununun çözülmeyeceğini bildiklerine eminim. Sorun, köprünün bir gayrimenkul geliştirme projesi olduğunu göremeyen seçmen, bunu anlatamayan politik ortam. Evet, burası da sorunlu.

Sadece İstanbul’da değil, 100.000 nüfuslu kentlerimizde bile Başkanlar, Valiler trafikten şikâyet ediyor. Ankara’nın trafiği İstanbul’la yarışır hale gelmiş bile. Başkentimizin 30km dışındaki havalimanına bile metro yapmamışız. Uçaklara yetişmek piyango misali. Bir yağmurda 4 saat trafikte kalmak normal artık, büyük bir olay bile olmuyor. Öte yandan 4 saatte Londra’ya ulaşmak da mümkün. Cuma öğlenden sonra, pazartesi sabah derdik önceleri; şimdi cuması pazartesisi yok, İstanbul’da her daim trafik var, her daim yoğun, her daim kargaşa içinde. İstanbul’da köprü trafiğine takılmak istemeyenler saat 7:15’te evden çıkardı; 7, 6:45, 6:30 derken şimdilerde 6:10’u geçirdiniz mi trafik başlıyor. Mucize çözüm Metrobüs’ün, yoğun zamanlarda verdiği fotoğrafları hepimiz biliyoruz. Foursquare’de check-in yaptığımda karşıma çıkan “adeta bir fucking fest” deyimi Metrobüs’ün durumunu oldukça iyi anlatıyor.

Hayır, bunların hiçbirisi de değil: Türkiye’nin en önemli sorunu inşaat tabelaları; o inşaat tabelalarında mimarın adının olmaması.

2000’lere kadar bir inşaat tabelasında önce inşaatın ve sahibinin adı, sonra da mimarın adı yer alırdı. Zamanla mimarın adı altlara düştü. Sonra da tabelalardan tümüyle kaldırıldı. Tüm inşaatlarda inşaat tabelası zorunlu, bu tabelalardan bilinçli olarak kaldırılan mimarın adı aslında yönetimlerin mimarlığa verdiği değerin göstergesi.

Aslında sorun zihniyet.

Etiketler

Bir yanıt yazın