Türkiye’deki Yarışmacı Mimar Amerika’da Nasıl Yaşar?

Mimarlık mesleğindeki rutin işlerin dışında yarışmalara giren, (ödül almak şart değil) girmese bile hepsini takip eden, yarışmaların kolokyumunda “ben böyle jüriler, böyle yaklaşımlar olduğu sürece uzak durayım” dediği de olan buna rağmen ilk çıkan yarışmaya girmeye niyetlenen ve ayrıca yarışmanın doğru mimari ürün çıkarmak için bir fırsat olup olmadığını dahi sorgulayan mimara kısaca “yarışmacı mimar” denir.

Bu tanım Vikipedi’de filan yazmıyor. Kaynağı benim. Ben mi kimim? Marifet iltifata tabidir. Yıllardır üst üste Arkitera Görüş yazılarında en çok okunan yazar benim. O yüzden yaptığım tanımlar biraz ciddiye alınabilir, bu kadar kişi yıllardır okuduğuna göre.

Efendim, Türkiye’deki her türlü zorluğa karşı donanmış yarışmacı mimar Amerika Birleşik Devletleri’ne göç etmek zorunda kalırsa, ne yapar ne eder? Kendi yaşadıklarımı katarak sunmak istiyorum.

İşbu yazıda vize ve çalışma izni hakkında bilgiler verilmeyecektir. Zaten uzmanı da değilim. Ben özel bir yetenek opsiyonundan faydalandım, kendime yarayacak kadar oturma izni alma detaylarını öğrendim, avukata para kaptırmadan tüm başvurumu kendim yapıp, oturma ve çalışma iznini aldım. (Avukata hizmet bedeli vermek yanlış değil. Hatta güvenli bir yol. Ancak telefonlara çıkmıyorlar. Ön anlaşma yaptığım avukata para vereceğim zaman bile ulaşamadım. Bir hafta aradım durdum. Bir türlü erişemedim, sonra kendim hallettim.) Bu nedenle göç etme konusundaki yasal dayanaklara girmeyeceğim.

Eninde sonunda ülkeme döneceğim, sadece şu anda Türkiye’nin bana ihtiyacı olmadığını düşünüyorum. Evet yok. Ülkede eski bir akademisyen olarak hiçbir işe yaramıyorum. Üniversitelerin bana ihtiyacı yok. Onlara bir şekilde başvurursam, zaten kısıtlı maaşlı kısıtlı sayıdaki öğretim görevlisi kadrosundan birileriyle rekabet etmem lazım. Niye onlarla rekabet etmek istemem zira rektörün dekanın akrabası, torpili morpilli olanların arasında zaten her gün işsiz kalma tehlikesine sahipler. Öğrenciler de iyi öğretim görevlisi talep edemiyorlar, sorun çıkarmayan, ne emrederlerse yapanları “hoca” niyetine baş tacı ediyorlar.

Piyasadaysa bilinçli olarak mimari üretimine de pek talep yok. Bu zamanda projecilik yapmak delilik.

Peki yazdığım kitaplar, romanlar okunuyor, ikinci üçüncü baskıları yapılıyor ama Türkiye’de yazar olarak hayat sürdürmek mümkün değil. Devran döner de öğretim görevlisi, mimar ya da yazar olarak ülkenin bana ihtiyacı olursa ya da benim yurtdışındaki olanaklara ihtiyacım kalmazsa, geri dönerim.

Dönerim de o zamana kadar ülke ayakta kalır inşallah.

Konuya dönebiliriz. Soru cevap şeklinde devam etmeyi uygun buldum. Hem kolay okunur hem de belki gelen sorulara göre ikinci bir yazı da yazılabilir. Arkitera Editörlerinin kararına kalmış.

Soru: ABD’de bizim diploma geçiyor mu?

Cevap: Geçmiyor.

Soru: Ben ODTÜ, İTÜ, YTÜ, (ya da YÖK’e bağlı X üniversitesi) mezunuyum, benimki de mi geçmiyor?

Cevap: Evet, sizinki de geçmiyor. “Licenced Architect” lisanslı, kayıtlı mimar olarak geçemiyorsunuz. “Stamp” yetkiniz (imza) oluyor.

Bir de imza yetkisine haiz olmayan “Designer” denilen tasarımcılar var. Kaliforniya’da “Single Family House” denilen yani tek ailenin yaşayacağı konutları (en fazla iki katlı) tasarlamak ve resmi kurumlara verecek şekilde çizmek için lisanslı mimar olmanıza gerek yok. Yani aslında evin beyi ya da hanımı da çizime tasarıma filan meraklıysa kendi evini çizebilir. Eğer tadilat yaptıracaksa ve evin taşıyıcı duvarlara dokunmuyorsa, “kendim tadilat yapıyorum ve sorumluluk bende” diyerek daha az belge, sigorta primi yükü ve kâğıt kürek işiyle meşgul olarak işini bitirebilir. Yapanlar var çevremde. Zaten bahsettiğim evler hafif strüktür.

Ancak biliniz ki, buradaki her “City” (yani bizdeki semt, kasaba) ve hatta “County” (ilçe diyelim buna da) hepsinin ayrı regülasyonları var. Öyle ailenin inşaata meraklı bireyinin “Excel” kullanarak çizdiği proje bu kurumlardan kolay kolay onay alamaz. Bir kere “kod kitabı” diye tuğla kalınlığında zorunlulukların listelendiği kitapları var. Her yıl değişip duruyor. Örneğin klozetin önünde hareketli ya da sabit başka bir elemanın girmediği boş bir alan bırakılmalı. Onu “checker” kontrol etsin diye dikkate aldığınızı özel bir şekilde göstermeniz lazım. Daha ne ince detaylar.

Silikon Vadisi’nde diyelim ki Apple’ın ana merkezinin olduğu Cupertino’da bir tadilat çiziyorsunuz. Bu ve bunun gibi bazı kod kitabında geçen şeye dikkat etmezseniz, örneğin projede 7-8’den fazla koda göre yanlış öneri görürlerse, bakmaya devam etmezler. Hoop sıranın en arkasına atarlar sizi. O yüzden işveren de projenin başlamasını engelleyen gitti-geldilerle uğraşmak istemez. Evin hanımı, evin beyi böyle bir riske girmez. Ev kiraları o kadar yüksek ki o kadar büyük bir maddi kayıp söz konusu ki, kimse lisanslı olmayan bir mimar ile çalışmak istemez. Zira bahsettiğim kurumların her biri bizdeki Anıtlar Kurulu’nu mumla aratacak cinsten. Kimse milyon dolarlık evini lisanssız mimara teslim etmez.

Soru: Gelir lisans alırım.

Cevap: Yeniden 5 yıllık mimarlık fakültesi okurum mu diyorsunuz? Helal vallahi. Ama burada okullar çok pahalı. Bir de sizi kim finanse edecek okurken. Haydi okudunuz, aldınız. Akabinde en az 3 yıl sürecek (Enstitü kararına göre kişiye göre değişen sayıda) sınavlara girip her birinden başarılı olmanız lazım. Ha bir de 2 yıllık staj yapmanız lazım. Onu da yapınca lisanslı mimar oluyorsunuz.

Soru: Bizim okul NAAB sertifikası almış, NAABER? Biz direkt ABD’de mimar olacakmışız.

Cevap: Keşke öyle olsa. National Architectural Accrediting Board (NAAB), Ulusal Mimari Akreditasyon Kurulu demek. NAAB’ın resmi sayfasındaki bir avuç uluslararası üniversite listesinde bulunan üniversitelerimiz şunlar.

İTÜ’ye 2021 yılındaki ziyaret ne oldu bilmiyorum. Ama YTÜ 2025 yılında sonraki viziteye tabi olacak.

Peki bu sertifikasyon sahip bir üniversiteden mezunsanız ne olacak. Çok büyük bir fark mı bilmem ama indirimli bir ücret karşılığında hızlandırılmış bir inceleme için uygun sayılıyorlar. Bu kadar.

Küçümsüyor muyum? Hayır. Akreditasyonu almak için gerek şartların belgesini indirip inceledim, bu iki üniversite şartları sağlamak için çok çaba sarf etmişler belli. Vakıf üniversitelerinden bu akreditasyonu alabilecek olan var mıdır? Ama her mimarlık fakültesi, patır patır her gireni “mimar” diye mezun ediyor. Mimarlık fakülte binası belirli standartları taşımayı bırak bazılarının bina bile değil. O kadar rezil durumda. Akreditasyona başvurmazlar bile. Başvuru şartlarını bile karşılayamazlar.

Ben akademisyenken (pireler berber, develer tellal iken) fakülteler akreditasyon almalı mı, bu denli çabaya gerek var mı diye soracak olsalar, belirli kaliteyi seviyesini yakalamak gerekli, alınabiliyorsa alınmalı, derdim. Ancak tabii onu da alalım, bunu da alalım derken akreditasyon alma işi de ciddi maliyet demek.

Akreditasyonu olan bir üniversiteden mezunsunuz, ABD’de mimarlık lisans alabilmek için her koşulda Education Evaluation Services for Architects (EESA) – Mimarlar için Eğitim Değerlendirme Hizmetleri isminde başka bir alt kurula işiniz düşüyor.

Lisans alabilmek için gerekli aşamalar.

Soru: Lisanslı mimar olmak şart mı?

Cevap: Dediğim gibi şart değil. Uzun süre büyük mimari bürolarda çalıştığı halde lisans almayan mimarlar var. İyi bir mimari büroda işiniz olmalı. Ancak işte tecrübeli olmanız lazım. Lonca kendini koruyor yani.

Asıl zor olanı, oturma ve çalışma izni. Trump sayesinde daha da zorlaştı. Avrupa’daki durumu biliyorsunuz. İtalya’da İtalyan mimarlar iş bulmakta zorlanıyorlar.

Soru: Yarışmacı mimar tanımı yaptınız. Bunun anlamlı nedir? Amaç ne? Kendinle övünmek mi?

Cevap: Evet.

Soru: Tamam. Tebrikler. Açıklasanız bari.

Cevap: Peki. Açıklarım. Biz mimarların aslında elinde doğru dürüst bir şey yok. İnsanlığın ikinci eski mesleğidir mimarlık. (*) Bu özelliğe sahip olması ise modern zaman mimarları için o kadar da iyi bir şey değil.

O kadar yıl çalışmışız çabalamışız, bir sürü emek para ve hatta sağlığımızı masa başında, bilgisayar önünde sabahlayarak bırakmışız. Elimize ne geçmiş? Koca bir HİÇ. Hala daha boş varmış gibi mimarlığı kutsayıp hiçbir şeyi beğenmiyoruz. O zaman da mimarlar mesleklerine tapan sevimsiz kişiler oluyor. Madem öyle, madem bu denli kanıksanmış o zaman izin verin de biraz övünelim. Kızmak yok.

Açıklayayım. Bakma sen Türkiye’de eğitim biraz sıkıdır. Ya da sıkıydı demek daha doğru. Tüm dünyada mimarlık eğitimi diğerlerine göre biraz daha meşakkatlidir. Ancak yarışmaya giren mimar biraz daha hızlı olmak zorundadır. Olabildiğince az emekle, istenen gereklilikleri de sağlayarak tasarımını sunmak zorundadır. Tek atımlık barutu vardır. Şahane sayılacak önerisi tek bir seferde ön elemede bile gidebilir. Bir derdi ve mesajı olmalıdır.

Onun için olabildiğinde direkt çözüm bulmayı tercih eder. Occam’ın usturası kavramını bilmeyen Google’a baksın. Ayrıca o takım, bu takım, çeşitli farklı kişilerle de çalışınca çok hızlı iş üretir duruma gelmiştir. Az kapris çok iş yapar. Duruma göre sonuç odaklı düşünür. Yani Türkiye’deki zor şartlarda çalışan mimarlardan daha hızlı ve zorluğa dayanıklıdır. Bu sayede sıkı bir yarışmacı mimar ABD gibi bir yere gelirse etraftaki mimari üretimler ona pek yavaş gelecektir.

Örneğin pandeminin ortasında, 80 çalışanlı 41 yıllık Silikon vadisi merkezli firmada, daha ilk hafta çalışanların gruplara bölündüğünü görmüştüm. Birbirlerini ince dengelerle kontrol eden iki-üç ayrı çete vardı. İster inanın ister inanmayın. ABD’de ırkçılığın hası var. (Türkiye’de de var, yok diye kandırmayın kendinizi) Vietnam kökenli Amerikalılar ile Çin kökenli olanlar birbirilerine girdi girecekler. Meksikalılar ayrı. Yönetimde beyaz Amerikalılar var. Gruplar birbirlerini kolluyorlar ve işleri diğerinden hızlı vermek için çaba sarf ETMİYORLAR.

Milbrae’de 2. Dünya Savaşı biter bitmez yapılmış daha da tadilat görmemiş oldukça iki haneli milyon dolar gibi yüksek meblağa el değiştirmiş bir evin “remodelling” yani tıpkı yapımını üstlenmişiz. Mutfak işi bizim sorumluluğumuzda ve karman çorman. 45 ve 135 derece açılarla tüm mutfak. Granit işçiliği de var, kulpsuz kapak ve taşıyıcı gözükmeyen incecik raflar. Ev yıkılmış, fotoğraflar ve özensiz ölçü kağıdı var elde. Çalıştığım firmadan pandemi yüzünden işin üzerinde çalışan kişiler ayrılmışlar. Projeye liderlik eden üçüncü mimardan sonra dördüncü benim. Onlara e-posta ya da telefonla ulaşamıyoruz. Çünkü gereğinden çok profesyoneller. Üretim detaylarının Pazartesi gününe ana yükleniciye gönderilmesi lazım. Çarşamba firmadaki toplantıya patron başkanlık yapıyor ve tüm gruplar birbirlerini suçluyor. Beni hiçbir grup daha içine almamış. Ben de uzak duruyorum, tek Türk benim. İyi de o Türk nereden bilsin ki tek başına diğer grupların başına bela olacak.

İnanın büyük bir iş değil. 1/20 sistem detayı çizilecek. CNC için hazır hale gelecek. Pazartesi’ne bitmesi imkânsız diyorlar. Ben de bakıyorum ama bunu ben ertesi günü akşamına bitiririm, yani tek başıma tüm evi çizerim ki. Acaba göremediğim bir detay mı var, 7-8 kişilik gruplar ahlayıp pufluyorlar, ben atlamak istemiyorum. Onlar birbirlerine suç atarken projeyi sessizce adam akıllı inceleme imkânı buluyorum. Önceden bir türlü tüm paftaları bana göstermemişlerdi. Gizlememişlerdi de ayrıca beni de ben ciddiye almamışlardı. Sonraki işlerde gizledikleri de oldu.

İç mimariyi yapan firmaya Pazartesi akşam üstü 5:00’dan önce sistem detaylarını göndermemiz lazımmış aksi halde günlük bilmem kaç dolar cezamız varmış. Patron bu zamana kadar dosyanın kapağının açılmamış olmasına deliriyor. Benim işteki ilk haftam. Pandemi olduğundan, ofiste değil firmanın deposunun yükleme kapakları açılmış neredeyse açık havada toplantı yapıyoruz. Mart ayındayız kimse üşümüyor zira Kaliforniya’dayız.

Sonunda toplantıdaki 2. saate girerken dayanamadım ve “bunu ben yaparım” dedim. “Pazartesine mi?” diye sordular. Kendime bir gün de ekstra koyup “Yok, Cuma akşamı biter” dedim. Herkes dönüp baktı. İnanmadılar. Patron da dik dik bakıyor. Bunu yarışma projelerinde rakip takımdan birine verin o da bitirir. Patron bana güvenemedi. Ben de.

“Vietmanlı ya da Çinli takıma işi teslim edin onlar 2 hafta sonra teslim edeceklermiş. Aynı anda bana da verin ben de çalışayım,” dedim. Kabul ettiler. Ben Perşembe akşamına bitirdim ama Cuma gönderdim.

Bu her iki grup tarafından hiç iyi karşılanmadı. Onlar şaşkın ben de onların bu yavaşlığına şaşkınım. İşimde yanlış aradılar, bulamadılar. 8 ay sonra aynı firmadan Lead Architect olarak ayrıldım. Herkesle aramı da düzeltip sonra kendi işimi kurdum.

Soru: Bu övünülecek bir durum değil mi?

Cevap: Değil. Bu örnek bizin ülkemizde mimarlara hem eğitim sırasında hem de işyerinde insan üstü çalışmanın alıştırıldığını gösterir. Tamam onlar biraz işi yavaştan almışlardı ama bizimkisi de insani değil.

Soru: Siz bu özelliğinizi kullanmışsınız. Biz de ABD’de kullanalım.

Cevap: Kullanın. Sizin için hangisi iyiyse ve hangisi mümkünse onu kullanın.

Soru: Hiç mi zorluğu yok?

Cevap: Olmaz mı? Var tabii. Hatta bunu görev bilenler de var. Sosyal Medyada yurtdışına gidenlerin itibarlarının beşte birini görmediklerini yazanlar var. Nereden biliyorlarsa.

“Herif” kötü bir tabir değildir. Koca demek.

Size yurtdışını övecek de değilim ama daha insani şartlar altında çalışmaya imkan var. Evet, çalışma izni vermemek için ellerinden geleni yapıyorlar. Doğal. Ancak çalışma iznini alırsanız Türkiye’de hayatta kalmak için devamlı ayaklarınıza kum torbasıyla koşmak zorunda kaldığınızdan burada ağırlıksız yürürken bile diğerlerine göre koşar vaziyette oluyorsunuz. Olay bu kadar basit.

Soru: Bizi bu kadar çok çalıştırıp, karşılığını daha az verenlerin suçu mu bu?

Cevap: Evet, ama sadece onların deyip geçmek isterdim ama değil.

Soru: Kimin?

Cevap: Bizim. Biz kendi aramızda en az fiyat tarifesinin de altında çalışa çalışa işveren sizi suiistimal etmeye başlar. Para harcamadığı için tek bir işi olduğu halde ortalıkta mimar kaynadığından aynı anda iki tane tasarımcı çalıştıran mı dersiniz. Para vermeden önce mimarları yarıştıran mı dersiniz. Mimarın yanında oturup ona tashih veren müteahhit mi dersiniz. Tasarımı yaptığı binanın keyfi olarak değiştirilmesine itiraz eden olursa onun parasını kesenlere mi takılırsınız… Türkiye’de durum fena.

Soru: Oda buna çözüm bulmuyor mu?

Cevap: Oda sadece seçim zamanları cevvalleşir. Dinciler geliyor diye seçimi kazanır 2 sene rahat eder. Sonra kafasına göre takılır. Çözüm mözüm bulamaz. Bulamayacağını da bilir, aramaz da. Seçim zamanı yeniden milleti korkutur oy alır. Oda’yı eleştirenler de haklı olsalar bile siyasi iktidara muhalif olduğundan, odayı eleştirmenin sırası değil diye hain ilan edilir. 25 yıldır aynı.

Soru: Türkiye’de yaşayıp yurtdışına iş yapsak.

Cevap: Ne güzel değil mi TL harcayıp Dolar kazansak. Hindistan ve Çin menşeili mimari ofisler dururken onlarla rekabet etmek belki bu kurla mümkündür şimdi ama yine de çok zor.

Soru: Ne yapalım?

Cevap: BIM teknolojilerini öğrenin. Youtube’da bazı bedava dersler var. Onları iyice çalışın. Şimdiki işlerinizi bile BIM’e taşıyın. Bu sayede yurtdışından iş almak daha kolay olacaktır. Akabinde Türkiye’de bu özelliğinizi kullanırsınız.

Soru: Alakasız olsa dahi bir soru soracağım. Olumsuz hali de biraz dağıtmış oluruz. ABD’de “Yüksek mimar” diploması olan biri için “Master Of Architect” mi diyeceğiz, Yoksa “MSc.” Yazmak daha mı doğru? Farkı nedir?

Cevap: Evet, alakasız ama yanıtlayayım. Bildiğim kadarıyla yanıtlayacağım ama. Nasıl oluyor demeyin öyle. Şimdi ne yazık bazı özgeçmişlerde “Master Architect” ünvanı görüyoruz. Öncelikle mezun olduğunuz yüksek lisans programının yürütücüsüne sorunuz. Ben bu programı bitirirsem eğer bana vereceğiniz diploma hangi tür akreditasyonlarla verildi. Zira “Master of Architecture” daha çok profesyonel hayata dayalı ek eğitimler veren programların harcı. Eğitimde GENELLİKLE ve çoğunlukla stüdyo dersi ağırlıklıysa kullanmak gerek. ABD’de akreditasyonları karşılarsa kullanabilirsiniz.

MSc. ise “Master of Science” demek. Yani için teorik ve bilimsel kısmı daha ağır demek. Örneğin ben YTÜ’de Bilgisayar Destekli Tasarım Yüksek Lisans programından mezun oldum. Üzerine doktora yaptım. Yine aynı bölümde. Türkiye için ilk sayılırdı o zamanlar. Zira Doktora yaparken YÖK tez veri tabanında benim konuma yakın tezlerin çoğunda benim zavallı yüksek lisans tezi atıf almıştı. İlk dayağı biz yedik yine yani. Bu durumda olay BIM teknolojilerine oturmadığından benimkisi için MSc. uygun. Siz de duruma göre seçin öyle kullanın.

Soru: Yüksek Mimar olmak yurtdışında işe yarar mı?

Cevap: Pratikte yaramıyor. Doktora yapacaksanız ve kabul alırsanız tabii ki bir basamak ama iş ararken bir cacığa yaramıyor. Ben buradaki ilk işimde konu bile etmedim. İş oradaydı ve yapıp yapamayacağıma bakıyorlardı. En çok kime ihtiyaçları vardı, biraz analiz ettim CNC için G-code yazmasa bile nasıl yazılacağını bilip ona göre çözüm geliştirecek birini arıyorlardı.

Dedim, neden olmasın.

Bir başka işte BIM teknolojileri ile Revit’in derinliklerine inmek gerekiyordu. O da olur.

Önemli olan niş bir işte kendi kendinizi geliştirmeniz ve hemen ihtiyaca cevap vermeniz. 3 gün için kendi kendime Cabinet Vision isimli mutfak modelleme ve üretme programını öğrenmem gerekti. Dersler satın aldım. Bu yaştan sonra hiç de öyle zevkli olmayan bir süreci ve yazılımı öğrenmem gerekti. Krizi atlattık. Şimdi elimi sürmüyorum zira hiç hoşlanmadım. Daha ucuz, kolay ve pratik olanları var. Onu tercih ediyorum.

İyi ki yüksek mimar olmuşum yoksa bu işe beni almazlardı diyen var mı etrafınızda. Ben akademisyen olmayı kafaya takmıştım derdim oydu. Madem yüksek yapıp bırakacaksınız niye okuyorsunuz. Kızmak yok.

Soru: Meslek seçerken mimarlığı isteyenlere ne gibi bir tavsiyeniz oluyor.

Cevap: Önce bakıyorum çocuk mimarlık hakkında ne biliyor. Hemşirelik mi, röntgen teknisyenliği mi, yoksa mimarlık mı yazayım diyor. Devlete sırtımı dayayabilir miyim diye soruyorsa aman ha mimarlığı seçme diyorum.

Ben üniversitede çok yorulmak istemiyorum. Mimarlık eğitimi çok sıkıymış, gençliğimi yaşamak hakkım değil mi? Diyenlere saygı duyuyor başka heveslere meyletmesini salık veriyorum.

Mimarlık çok masraflıymış ne yapacağım diyenlere. Evet masraflı, eğer imkanınız varsa yazmayın diyorum.

Soru: Yine de yaptığınız yanlış değil mi? Ülkedeki mimarlık krizi bir gün bitecek neden gençlerin önünü tıkıyorsunuz.

Cevap: Yanlış değil. Çok çok çok sevmiyorsa mimarlık çekilecek meslek değil. Kızmak yok.

Soru: Bu geçici değil mi?

Cevap: Değil. 20 yıl cazip meslek olarak sayılmayacak mimarlık. O kadar çok mezun verildi ki, o kadar çok kişi mimar oldu ve olacak ki bu rekabet ortamında sağlıklı bir meslek seçimi olması için çok fazla zaman geçmesi gerek

Soru: Herkese mimarlık yazmayın mı diyorsunuz.

Cevap: Herkese demiyorum. Desem bile dinlemeyen oluyor. Ancak artık damarlarına mimarlık zehri bulaşmış tüm vücuda yayılmışsa onları kurtarmak gibi derdim de olmuyor. Niye mimarlığı sevdiğimi neden özel bir şey bulduğumu anlatıyorum. Benim öz kızım da gitti mimarlık seçti. Hala karmaşık duygular içindeyim.

Soru: Anne ve baba mimar. Siz etkilemişsinizdir.

Cevap: Vazgeçirmeye çalıştık ama etkileyemedik. Herkes sizin tahmin ettiğiniz gibi olduğunu iddia ediyor. Türk tanıdıklar bizim zorladığımızı tahmin ediyorlar. Yok zorlamadık diyoruz. “Haydi haydi itiraf et” diyorlar. “Yahu tam tersi oldu” diyoruz. “Bizi inandırmazsın, haydi doğruyu söyle, rahatla” diyorlar. “Gerçekten kendi tarttı ve karar verdi sanırım yeteneği olduğunu düşünüyor” diye anlatıyoruz. “Yeteneği var mı?” diyorlar. “Var ama olmasa bile karışmazdık” diyoruz. “Anne baba öyledir işte çocuklarını da zorlarlar kendi mesleklerine işte” diyorlar. “Seni inandırmak için ne yapmalıyım çocuk kendisi seçti işte” diye pes ediyorum “Etkilemişsiniz çocuğu bari biyoteknolojiyi de seçseydi” diyorlar. Dayanamayıp “Ayy bir gidin başımdan, manyak mısınız yahu?” demiyorum. “Evet biz zorladık, her gün işkence ettik” diyoruz rahatlıyorlar.

Soru: ABD’de mimarlık yaparken zorlandığınız hususlar nedir?

Cevap: Tahmin edebileceğiniz konu. Emperyal ölçü sistemi. Hala parmak, ayak ile ölçü verip hala nasıl teknikte bu kadar ileri gitmişler şaşırmıyor değiliz. Fakat merak etmeyin ileri derece teknik meselelerde metrik kullanıyorlar. Ancak alışkanlıklarını da bırakmıyorlar.

Örneğin 1 inch 2,54 santimetre. Çeyrek inch ne oluyor. 6,35 mm. Peki 5 mm çapında bir raf pimi deliği açmanız lazım. 150.000 Dolarlık CNC’ye ne komut vereceksiniz. G-Code yazarken üretimi ben milimetreye göre ayarlıyorum, operatörlerin kafası basmıyor. Avrupa’dan gelmiş raf pimi alınmış binlerce, kutunun üzerinde dana gibi “5 mm delik delin” yazıyor. Gidip 3/16” delici uç bulup getiriyor. Diyorum ki, olmaz 4,7625 mm demek bu. Raf pimi girmez. Peki diyor 13/64” uç sipariş veriliyor, iki hafta sürermiş gelmesi. 13 bölü 64 nedir yahu? Böyle ölçü mü olur, telaffuzu daha dert. Yahu bu da 5,1594 mm eder. Pim düşer. Bu da olmaz, tam 5 milimetreye göre ayarlamışlar işte diyorum. Tatlı sıkı girmesi lazım. 5 mm diyorum. Beş “bak elimle gösteriyorum”, diyor ki “Beş olduğunu anladım da milimetre benim kafamı çok karıştırıyor”. Amazon’dan 5 mm delen uç alıp makineyi ona göre ayarlıyorum iş bitiyor. Makine de İtalyan malı zaten, servise gelenler bakım yaparken hemen tüm inch değerlerini mm’ye çeviriyorlar. Servise gelenlerin gitmesini bekleyemeden hemen mm’yi inch’e çeviriyorlar. Onlara mm anlatmak yerine ben uyum sağlıyorum.

Sadece uzunlukta değil alan ve hatta hacimde de ölçü sistemleri bir garip.

Malzeme alınacak. Hacmi tüm inch değerlerini (en x boy x yükseklik) çarparak inchkübik olarak veriyorum. Diyor ki olmaz. Kübikinch birimiyle arabaların garaj ölçüsü için veriliyor. Boardfoot olarak verecekmişim. 1 foot x 1 foot x 1 inch ölçüsündeki hacme “boardfoot” diyorlar. Bilmeyenler için diyeyim 1 foot, 12 inch karşılığında. Yani 12 parmak bir ayak ediyor. (Ondalık sistemin nesi vardı yahu) Ben de hızlıca kendi bulduğum kübik inch değerini 144’e bölerek sonucu söylüyorum.

İnanmıyor. Neden? Bu kadar kolay hesap edemezmişim. Niye etmeyeyim yahu. Peki siz hesap edin bir de kontrol amaçlı. Bayağı bir emek sarf edip benimle aynı sayıyı buluyor. Bakın bunu yapan aylık cirosu en az 1 milyon dolar olan firmanın sahibi.

Sonunda bana Avrupa ölçüleriyle herhangi bir sonuç çıkarmayı yasakladılar. Suçlu ben oldum. Yine de Avrupa’dan bir şey geldiğinde ya da İtalyan makineyi ayarlamak gerektiğinde beni çağırıyorlar o ayrı mesele.

Sonra Apple’dan bir iş geldi. Tüm ölçüler milimetre. Naber. O iş de bana kaldı.

Açıkçası emperyal ölçüleri hiç sevemedim ama alıştık işte. Sistem detayları çizerken standart ahşap ölçülerinden tut, yalıtıma kadar hep parmak, ayak ne gerekiyorsa ayak uydurduk.

Bir diğer sorun PDF deliliği. Her işlerini PDF üzerinden yapıyorlar. Tabii ki büyük kolaylık, PDF düzelten, zeyilnameden, toplantı notlarına kadar her şey PDF ama şirket içinde AutoCAD kullanılıyor. Daha taslak aşamasındaki iş emri için PDF gönderme lütfen. Sende de bende de aynı AutoCAD var.

Güzel taraflar da yok değil. Şirket içinde herkes birbiriyle Slack ya da Teams denen mesajlaşma yazılımları ile haberleşiyor. Örneğin ben birine atölyede yüzüne söylediğimi hemen o anda cep telefonlarımızı açıp ikimiz de biraz önce anlaştığımız konuyu yazıyoruz. Teyidini de yazılı alıyorum. Çok hayatımı kurtardı bu.

En önemli müşterimiz eskizi kuvvetli hanımefendi bir detayı ona sormadan çözdük diye beni şikayet etmiş. Pazartesi günü acil toplantıya çağrıldım. Baktım ki daha müşteri gelmemiş, patron bana kibarca konuyu açtı. Ben de kibarca hanımefendinin eliyle çizdiği eskizi cep telefonumdan gösterdim. Bunun çıktısını alabilir misin dedi. Kablosuz cep telefondan yazıcıdan çıkıverdi. Yerimden kalkmadan ofis sandalyesini tekerleğiyle yazıcıdan alıp, patronun önüne koydum. Teşekkür etti ve müşteri heyecanla şikayetini benim yanımda bu sefer kibar versiyonu ile tekrarlarken yeni basılmış kanıt içeren kâğıdı acele etmeden çıkarıp sunuverdi. Sessizlik. Ben teşekkür edip ayrıldım. Toplantı bitince, müşterimiz benim masama gelip benden özür diledi. Bak bu da çok medenice. Her şeyi yazılı olarak tutmasaydım, her çizeni hemen fotoğraflayıp arşivlemesem tam tersi olurdu. Siz de ofis içi yazışmanızı dahil yazılı yapınız.

Hata yaptığım da oldu. Daha güzel olacağını düşünerek standart dışı çöp tenekelerini standart hale getirip dizilimini düzelttim diye, ortak çalıştığımız mimari bürodan fırça yedim. Ne karışıyorsun. Yamuk olsun. Her zaman kendine çok güven de iyi değil.

Malzeme kullanımı da garip. Statik yük gerektirmeyecek bir yerde (yük taşımayacak bir ofis masası) kullanılan metalin et kalınlığı inanılmaz. Yerinden oynamıyor masa. Acaba sabit kalması mı gerekiyor. Yok altı silinecek her hafta. Diyorum ki yahu şu et kalınlığına gerek yok. Biz ona göre fiyat verdik ona göre onaylandı diyorlar. Tamam ona göre yeni fiyat verelim, bu malzemeye yazık diyorum. Yine kötü ben oluyorum. Dünyanın kaynağını tüketiyorlar.

Priz konusunda takıntılılar. Tavanda, evet tavanda 30 cm arayla (1 foot) 12 adet priz gördüm bir mekanda. Tavanda, bildiğin duvar tipi priz. Projeksiyon aleti için olsa anlamsız bir mekanda yan yana 12 adet projeksiyona mı ihtiyaç duyulacak. Bir türlü anlam veremedim. Bence zayıf akım projesini çizen mühendisin AutoCAD’te copy komutu açık kalmış. O layerı görmemiş galiba PDF’te kalıvermiş. Tek açıklaması bu olabilir.

Mimari proje hizmetleri ücreti bazen dudak uçuklatıyor. Bir ofis binasında, ortak mekânın olduğu yere bir kapı açılacak. Duvarlar alçı levha ve içinden ne elektrik ne de sıhhi tesisat ne yağmurlama hiçbir şey, yani özel bir tesisat da geçmiyor. Alçı levhanın içinde ahşap strüktür var. Galvaniz C profil de yok. Bildiğin testere ile kesilip çıkartılacak. Çatıyı taşıyan bir duvar da değil. Projeyi çizen mimari büroya gönderdik mecburen izni o alacak. Oraya bir kapı boşluğu açılıp iki mekân birleştirilecek. Projelendirme için 2 ay ve ayrıca uygulama için bir ay ek süre istediler. Sadece proje bedeli için 14.000 Dolar. Uygulama ayrı para. Bakın Türkiye’de olsa ben elimdeki kalemle duvara ölçüyü çizerim, ustaya ben yemeğe çıkıyorum geldiğimde bu boşluğu açılmış, köşebentlerini koyulmuş, macunları çekilmiş boyaya hazır olacak derim. Ve usta yapar.

Sonra öğreniyorum ki, o açıklık sayesinde binadan yangın kaçış yönü değişecekmiş. Binayı ilk çizen mimarın yangın sorumluluğu kalkıp, yeni imza atana geçecekmiş. Onun da bir mesleki sigortası var onun pirimi çok yüksekmiş. Burada bir ufak kaza olduğunda imza atana avukat ordusu tazminat için koşturuyor. Projenin telif hakkı onda 3 ay dediyse 3 ay bekleniyor. O koca mekan 3 ay boş duracak ve o kapı boşluğu açılamıyor.

Soru: Konut mimarisinde dikkat edilecek hususlar neler?

Cevap: Bazen inanmayacağınız kadar kötü tasarımlarla karşılaşıyorsunuz. Metrelerce koridor var. Acaba bilmediğim bir regülasyon mu var nedir. Saçma sapan bir şey. Kimse de itiraz etmiyor. Karışmayayım diyorum. Sonunda patlıyorum, diyorum ki bu koridorun böyle olmasının özel bir sebebi var mı? Herkes birbirine bakıyor. Yok diyorlar. Yahu şunu şöyle şöyle çözsek daha iyi olmaz mı diyorum. Ufak bir eskizle durumu anlatıyorum. Evet daha iyi olur diyorlar. Kimse bozulmuyor.

Karşımda 25 yıllık mimar var. O kadar saçma çizim yapmış. 2 dakikalık bir seansla projesine tahsis veriyorum, evet bu güzel oldu diyor. Türkiye’de 3. sınıftaki öğrenciye jüride tavsiye verdiğim için dayak yemediğim kalmamıştı.

Her ikisi de pek garip.

Soru: Mimari ve şehircilik açısından ABD’nin genel halini açıklar mısınız?

Cevap: ABD çok geniş. Bomboş. Abartmıyorum, bu koca coğrafyanın ortası nispeten boş. Doğal kaynaklar gani gani. Petrolü geçsek, sadece Pensilvanya’da 1700’lerden sonra çıkarılan kömür, Zonguldak havzasından binlerce kat daha fazla. Bir de üzerine kaya gazı bulundu. Bizim burada satın aldığımız bir sürü özellikleri olan yeni nesil hibrit arabanın elektrik motoru dışında bir de 1,5 Litre benzinli motoru var diye dalga geçiyorlar bizimle. Fön makinesi motoru mu o diye. 5,5 litre motor normal sayılıyor, 2,5 litre altındaki motoru anlamsız buluyor. Avrupa’da 3 silindirli 1,0 litre motorlar daha çok satılıyor dikkate almıyorlar.

Hollywood filmlerindeki efsane zenginliği betimleyen tek veya çift katlı ahşap evler de TEL MAŞA. Evet, çoğunlukla bizin ustaların “beşon” diye tabir ettiği 2”x4” ahşap kalaslarla strüktür var. Dış cephede bu strüktürün üzerine OSB kaplıyorlar, sonra su geçirmeyen kağıt (Tyvek marka) zımbalanıyor. Sonra da genelde yine ahşap kaplama. İçeriye de araya yalandan taş yünü ve alçı panel levha. Döşeme de ahşap. Pencereler bu yörede tek cam. Duvar kalınlığı genelde 13-14 cm.

Peki bu kötü mü? Değil aslında betonarme bizi depremde öldüren seçim. İkisinin de ömrü 60 sene. Ama ahşap yenilendiğinde çevreye de zararı olmuyor ve tabii tamiratı çok kolay.

Her evin garajı var. Garaja giden bir beton zemin ve her taraf çim. O çimin biçilmesi bakılması ve harcanan su. Gani gani.

Peyzaja oldukça fazla önem veriliyor. Hizmet sektörünün vasıfsız işçiliği peyzaja verilen emeğe gidiyor. Vasıflı olanlarsa IPhone tasarlıyorlar, Çin’de yaptırıp Türkiye’de 30.000 liraya almanız için size satıyorlar. Google’ı, Tesla’yı ve tabii uçak silah yapanları örneklemiyorum bile.

Şehircilik için Avrupa’yı aklınızdan çıkarmamanız lazım. Gelişmiş şehirlerin “downtown” denilen yerleri yüksek binalar, pahalı iş yerleri ile dolu. Genelde ızgara planı hakim. New York, Şikago gibi coğrafya ile şekillenmiş büyük ve köklü şehirler dışında özel bir şehir kavramını görmek mümkün değil. O yüzden Venedik’in Balığı, Barcelona’nın planı, Londra’nın nehri, Paris’in bölümleri, Roma’nın Teveresi, Hamburg’un kanalları, Amsterdam’ın sudan aşağıdaki eğik evleri ve tabii İstanbul’un boğazı ve çınarlı kubbeli mavi limanı…

Silikon Vadisi’nin nezih bir semtinde oturan biri Kadıköy’ün çarşısını özler mi? Hem de ne biçim özler.

ABD’de mimarlık böyle. Türkiye’de yıllardır yapılagelen kötü mimarlık ve şehircilik kararlarından içimiz kararmıştı, şimdi bu yeni ortamda artılarımızı göstermek için çaba sarf ediyor, yarışmacı mimarken ortama uyum sağlıyoruz. Genel olarak başarılı olmak için gerekli tespitler bunlar. Burada lisanslı bir mimarın, yenilikçi işler çıkarmayan bir makine mühendisinden farkı yok ama asgari kazanımlar dahi çok yüksek.

Madem Türkiye’nin en büyük Mimarlık Ortamı Arkitera’da online olarak erişilebilen bir yazı yazıyoruz biraz interaktif olalım bakalım.

Anadolu’dan Amerika’ya 1918’de göçen Ahilleas Pulos belli ki Amerika’da aradığını bulamamış, Anadolu’ya olan özlemini özellikle Türkçe kaydettiği şarkılarda dile getirmiştir. Biyografisi hakkında bilgi bulunmayan A. Pulos’un ud çaldığı, ilk kayıtlarını 1918 yılında Anadolu’dan göçtüğü Amerika’da gerçekleştirdiği bilinmektedir. Toplam 99 kayıttan 82’sine yakınını (1926-1927) Türkçe seslendirdiği bilinmektedir. Kayıtlarda genellikle ud çalan Pulos’a genellikle Ermeni asıllı kemani Nişan Sedciyan eşlik etmiştir.

Kalan Müzik’ten çıkan Rembetika; Aşk, Gurbet, Hapis ve Tekke Şarkıları albümünde bulunmaktadır. (Metin Kalan.com’dan alınmıştır)

Burhan Çaçan’ın söylediğine bakmayın. Ahilleas Pulos genelde Türkçe müzik yapmış. Bandırma’ya övgü…

Bitmedi. Biter mi? Bir de Ubeydullah Efendi (1858-1937) var, sarıklı-cübbeli bir Jön Türk… Onun çelişkilerle dolu kişiliği, Jön Türkler’in türdeşlikten ne kadar uzak oldukları hakkında fikir vericidir. II. Abdülhamid, Ubeydullah Efendi’yi (bugünkü Libya’nın güneyinde, Büyük Sahra’da bulunan) Taif’e sürmüş, İttihat ve Terakki ise İkinci Meşrutiyet’te üç defa mebus seçtirmişti.

Ubeydullah Efendi Sultan Hamid devrinde bir buçuk sene hapis, beş buçuk sene nefiy, on sene kaçak yaşamış ve belki de bundan dolayı sultana jurnaller vermiş, İttihatçıları kıyasıya eleştirmiştir.

Mütareke’de (iki kere) Malta’ya sürülmüş, Cumhuriyet’te Beyoğlu Evlendirme Memuru olmuştur. 1931 ve 1935’te, dönemin tek partisi CHP’nin Beyazıt milletvekilliğinde bulunmuştur.

Dünyanın birçok ülkesini gezen Ubeydullah Efendi’nin 1893-95 yılları arasında iki buçuk yılını geçirdiği Amerika’ya ilişkin anılarını okumanızı öneririm. Çok acayip hele hele gemide yaptıkları. Ülkesi Rusya ile kesif bir savaşta iken Ubeydullah’ın transatlantik gemilerde daha çok hanımlarla olan ilişkisini okumak benim bu kendini öven yazımı okumaktan çok çok daha zevkli gelecektir.

Başka bir kitap daha önereyim.

Enis Batur’un bir kitabı vardır. “Amerika büyük bir şaka, sevgili Frank ama o ne kadar gülebiliriz.”
Gülemeyiz.

İşte size çalışma ortamından, genel haline kadar bilmediğiniz ABD mimarlık olgusu… Tabii New York’ta uluslarası bir firmada gökdelen ve büyük binalar tasarlayan kurumsallaşmış bir firmada çalışsak çok daha farklı bir yazı olurdu bu.

Başka biri de oraları yazsın. Bizi buraları öğrenmeye zorlayanlar utansın.

Gülmediğimi bilin de.

(*) Mimarlık mesleğinden (barınma ihtiyacının tasarımla buluştuğu uğraş) daha eskisi “bir çıkar uğruna kendini satmaktır”. Bunun cinsellikle ilgili olanı sadece bir koludur.

Etiketler

1 Yorum

Bir yanıt yazın