Sibernetiğin Adaptif Beyni

Çağımızın tartışmalarında hala ele alınmaya devam edilen sibernetiğin etkilerini yansıtan birçok farklı tasarım yaklaşımı ve strateji bulunmaktadır. Teknoloji ve bilim alanındaki önemli gelişmelerin de bu spekülatif yaklaşımlara yol açtığı söylenebilir. Ayrıca, bu teknolojik ilerlemeler ve bilimsel gelişmeler süreci hızlandırmakta ve araştırmacıları “erişilemez” olan hakkında düşünmeye itmektedir. Ancak, gelecekteki tahminlerin daha açık bir şekilde yapılabilmesi ve sibernetiğin anlaşılabilmesi için 1960’lardaki karşı kültürün incelenmesi gerekir. Bir başka deyişle, radikal gelecek senaryolarının çağdaş teorileri, 1960’larda yapılan deneyleri temel almaktadır.

Bu çağa daha yakından baktığımızda, sibernetiğin özel isimlerinden bazılarını tanımak önemlidir: Ross Ashby ve W. Grey Walter. Ashby ve Walter, birinci nesil sibernetikçiler arasında sayılabilecekken, Gordon Pask ikinci nesil sibernetikçilerden biridir. Ayrıca, araştırmacıların projeleri ve teorisi için bir özet olarak, Ross Ashby 1960’ların başında Time Magazine’de “The Thinking Machine'” (Düşünen Makine) isimli bir makale yayınlamış ve “Homeostat”ı tasarlamıştır. Ardından Grey Walter, “Tortoises” adındaki ünlü robotunun ilk versiyonunun duyurusunu yapmış ve bu robot daha sonra yeni bir organik tür olarak ‘”Machina speculatrix” adıyla anılmıştır. Son olarak Gordon Pask, MusiColour ve kendi tanımıyla ‘organik bilgisayarlar üzerinde çalışmaya başlamıştır.

Bununla ilgili olarak bu kişiler, aralarında geri bildirim sistemleri, sinir ağları ve dijital elektronik bilgi işlemin de yer aldığı bilimsel gelişmeleri araştırmada karşılıklı bir çıkara sahiptir. Sibernetikçiler, bu gelişmeler sayesinde vizyoner projeleri ile çağa katkıda bulunmuşlardır. Ayrıca yaptıkları araştırmalar temelinde, psikoloji, psikiyatri ve sosyal bilimleri kapsayan disiplinler arası bir alan yaratmışlardır. Bu interaktif ortamın ışığında, çoğunlukla insan beyni üzerinde araştırma yürütmüşler ve bu sayede buldukları yeni tanımlarla sibernetiği diğer bilimlerden ayırmışlardır.

“Sentetik beyin yapımı şu anda zaman ve işçilikten biraz daha fazlasını gerektiriyor… Böylesi bir makine yakın gelecekte kullanılabilir. Mevcut entelektüel zekânın bölgelerini ve karmaşıklığını insan gücünün ötesinde keşfetmek… Sonu nereye varacak? Bunu öğrenmenin en kolay yolunun bir şeyler yapmak ve sonuçlarını görmek olduğunu düşünüyorum”. 1

Bu insanların beyin için yeni bir tanım araştırması yapmaya çalıştıkları söylenebilir. Elbette bu, genel beyin algısından farklıdır. Ashby, bazı bilim insanlarının beyni “düşünme” becerisi ile ilişkilendirdiklerini belirmektedir. Ancak beynin biyolojideki tanımına göre, beynin düşünebilen bir makine olduğu söylenemez; beyin bir bilgiyi alır ve onu işlemeye başlar. 2 Beyni bedenlenmiş bir organ olarak değerlendiren sibernetikçilere göre ise beyin, vücudun performansından topladığı verileri temel alır.

Ayrıca, beynin insanların daha önce hiç karşılaşmadıkları bir ortamda hayatta kalmalarını sağladığını iddia etmekteler. Bir başka deyişle, beyin insanlar için adaptasyonu mümkün kılmaktadır. Bu bakımdan, sibernetikçilerin beyin yorumlaması tanımlayıcı olmaktan ziyade ‘edimseldir1. Dolayısıyla, sibernetiğin en önemli yönü ‘adaptasyon1 olmuştur.3 Nitekim Walter’ın Tortoises’i, Ashby’nin Homeostat’ı ve Pask’ın Kimyasal Bilgisayarı dikkate değerdir ve adaptif mekanizmanın gerçek temsilcileridir.

Genel olarak baktığımızda, sibernetikçilerin pratiği, doğrudan psikiyatri ile ilişkilendirdikleri nörolojik bir bilim uygulaması olarak ortaya çıkmıştır. Buna ek olarak, sibernetik tarihinde fikirlerini robotik teknolojisi, sistem tasarımı, biyolojik bilgi işlem ve mimari ile ilişkilendirmektedirler. Sibernetiğin tarihinden konuşurken, insan beyni için bir model oluşturmaya çalışan ve Rodney Brooks’un alana kazandırdığı argümanlar temelinde başarısızlık olarak adlandırılan bu girişimlerden bahsetmek önemlidir.

Şekil 1: Sibernetik kaplumbağa. William Grey Walter tarafından icat edilmiştir. – Fotoğraf: Science Museum /SSPL, Londra, 1950

Biyolojik Geri Bildirim Olarak Vücut Parametreleri

Adaptif mekanizmalarla sibernetik ve psikiyatri alanında yapılan ilk keşifler, insan beynini tanımlama arzusu ile sürmektedir. Ayrıca bu araştırma kapsamında, vücudun “otonom” parametrelerini ayrı tutmak ve bunlardan geri bildirim almak önemlidir. Araştırmalarını büyük ölçüde insanı analiz ederek edimsel beyin üzerine yoğunlaştırmışlardır. Ayrıca 1960’lar ve sibernetiğin bu ortak çıkarı, araştırmacıları bilinç hakkında daha fazla araştırma yapmaya itmektedir. Bu bakımdan, meditasyon, psikedelik uyuşturucular, duyusal yoksunlaştırma havuzları ve hatta trepanasyon gibi 1960’larda kullanılan teknolojiler insan bilinci hakkında bilgiler içermiştir.

1960’larda geliştirilen teknolojilere geçmeden önce, “insan” tanımı ve etik yönü açık bir şekilde ele alınmalıdır.

“Etik sonuçları tanınmadan hiçbir bilimsel çalışma yürütülmemelidir.”

Humberto R. Maturana’nın açıklamasıyla uyumlu olan ve araştırmanın bir sonraki temelini oluşturacak bu ifadenin değerlendirilmesi gerekmektedir. Maturana’nın makalesine göre insan, kendi kendine başvuran otonom ve determinist bir sistemdir ve vücut içindeki yaşam, insanın kendi bilinciyle tanımlanabilir. Ayrıca, insanın öz gözlem davranışına göre ahlak ve etik ortaya çıkabilir. Öz bilince sahip insan tanımı bağlamında, vücut kendi bilişsel sürecine sahiptir. Ayrıca vücudun duyu sistemleri, sistemdeki bir katılımcının gözlemci olmasına olanak tanımaktadır. Böylece katılımcının sistem için çerçeve olarak bir değer sistemi seçmesine izin verir.4 Bu görüş bağlamında, insanı algılayıcılarından aldığı verileri işlemek için bir sinir ağından oluşan otonom bir sistem olarak tanımlamak, araştırmacıların beyinle ilgili araştırmalarına devam etmelerindeki en önemli itici güçtür.

Tortoises olarak adlandırdığı insan beyni modeli üzerinde yaptığı çalışmalar dışında Grey Walter, sinirbilimi alanında çalışmaya başlayan ve aracı olarak Elektroensefalografiyi (EEG) kullanan sibernetikçilerden biriydi. Daha açıklayıcı olmak gerekirse EEG, beyin dalgalarının elektriksel aktivitesinin gözlenmesi ve bu dalgaların farklı kategorilerde etiketlenmesi için kullanılan bir tekniktir. Bu tekniğin en önemli özelliği, beyin dalgalarını gözlemleme imkânı sunmasıdır. Bu teknik, gözlerin kapalı veya açık olmasına bağlı olarak ilgili kişinin kas hareketi verilerini almak suretiyle işler. Walter’ın bu önemli alana olan ilgisine geri dönersek, Walter’ın sibernetiğe çok büyük bir katkıda bulunduğunu söyleyebiliriz. Alana yaptığı ve daha önce bahsi geçen katkıların yanı sıra, bu tekniği bir adım ileri taşıyarak diğer beyin dalgalarını beta, teta ve delta olarak tanımlayabilen bir sistem icat etmiştir. Walter’ın buluşlarının ardından, kariyerinin odak noktasının EEG çalışmaları olduğu söylenebilir.

1960’larda öne çıkan bir diğer kavram olan “Biyolojik geri bildirim”, araştırmaya katkıda bulunan diğer bir dizi teknoloji olarak tanımlanabilir. 1960’larda bilişsel bilimin uygulamayla ilişkilendirilmesi ve deneylerin konusunun insan olması nedeniyle, biyolojik geri bildirim teknolojisi kaçınılmaz hale gelmiştir. Aynı zamanda, bu teknolojinin neden öne çıktığının bir örneği olarak, vücut parametrelerinin bir biyolojik geri bildirim olarak analiz edilmesi, müzisyenler gibi sanatçıların performansları için doğrusal olmayan yapılar yaratmalarına olanak tanımıştır.

Örneğin, Alvin Lucier’in Music for Solo Performer isimli performansı, geri bildirim kontrollü titreşimi alfa müzikle analiz etmek için EEG sistemlerini sürece dahil eden performanslardan biriydi. Bu bağlamda, bunun amacı sanatçının çalışmalarını grafik bir sunum olarak yansıtmak veya performansı kontrol etmek değildir. EEG kullanımının ana katkılarından biri, bilincin duyuşsal etki alanlarını gözlemlemekti.

“… Kapsamlı bir biyolojik geri bildirim eğitimiyle dahi, böylesi bir ortamda performansçı performansı üzerinde mutlak güç kullanmaz… Biyolojik geri bildirimin prensibi de budur.” 5

Şekil 2: Music for Solo Performer. Fotoğraf “Sitting in a room with Alvin Lucier” başlıklı bir makale ile yayınlanmıştır” – Fotoğraf: The Guardian, Londra, 25 Haziran 2014

Bu önemli dönemde, birçok bilim insanı ve sanatçı çok sayıda araştırma yapmış ve insanın bilinci hakkında daha fazla bilgi edinmek üzere performans sergilemiştir. Ayrıca burada sorulacak soru, bu araştırmaların ve performansların spekülatif gelecek senaryolarını nasıl etkilediği ve evrimin bir sonraki adımına ilişkin nasıl bir tartışma açtığıdır.

Sibernetik Bağlamında “Anlamsız” Tanımı *

1960’lara, o dönemki teknolojilere ve yapılan araştırmalara çağdaş bir bakış açısıyla baktığımızda, insan bilinciyle ilgili geleceğe dönük spekülasyonların 1960’ların yansıması olduğu söylenebilir. 1960’lardaki düşüncelere ek olarak, sibernetik bağlamında gelecek tanımıyla ilgili olarak Darwinci evrim kavramıyla da ilişkilendirilen çeşitli güçlü argümanlar mevcuttur. Bu ilişkiyi daha detaylı bir şekilde açıklamak gerekirse; türler, doğal seçilim ve kendi tanımıyla uygunluk üzerinde ısrarcı olan evrim süreci, çeşitliliğin gerekçesi ve canlı sistemlerdeki kökenini aşan bir şekilde insan ilişkilerini etkilemiştir. Darwinci evrim kavramının sosyolojik olarak rekabetçi toplum tanımının temelini oluşturması nedeniyle, bu süreçten bahsetmek gerekir. 6 Bu argümana karşıt olarak, insanlığın başka bir türe evrimleşmesine olanak tanıyacak olan Darwinci teorinin geleceğe uzanan daha fazla adımı olmayacağını varsaymak mümkündür. Ancak, teknoloji evrim sürecini bir sonraki adımına götürebilirken, böyle bir fikri ifade etmek anlamlı olmaz. Nitekim tüm bu temel özgünlükler gelecekteki teorilere bağlı olarak kaçınılmaz olarak yeni bir tanım gerektirecektir. Bu nedenle, asıl soru 21. yüzyılda Darwinci evrimin ötesinde çağdaş teoriler için olanaklar nelerdir?

Ancak bu tartışmayı derinlemesine ele almadan ve 1960’ları geride bırakmadan önce, Maturana’nın adaptif beyinle ilgili söyledikleri, canlı sistemlerin temel hususlarına yakınlaşmamızı sağlamaktadır.

“Şu an bulundukları duruma ortamı işleme konusundaki evrimle gelmiş olsalar da genelde canlı sistemler ve özelde sinir sistemleri bir ortamı işleyecek şekilde tasarlanmamıştır. Öyle ki, bugün bu konuda bunları söyleyebiliyoruz.” 7

Araştırmanın gereği olarak, adaptif beyinle ilişkin sibernetik araştırması, post-biyolojik vücutla ilgili varsayımlarını kapsamını genişletmektedir. Ayrıca bu, Stelarc’ın ‘siber-beden (cyberbody)” tanımıyla ilişkilendirilebilir. Stelarc’a göre, siber-beden hayranlık duyulacak bir nesnedir, ancak aynı zamanda mühendislerin ek sistem olarak çalışabilecekleri bir konudur.8 Stelarc, çalışmaları ve tanımlarıyla sadece gelecek teorisine büyük bir katkıda bulunmakla kalmamış, aynı zamanda geleceğin gerçekliğini simüle etmek için bedeninin deneysel sanatsal uygulamalarını yapmıştır. Modifiye edilmiş bedeniyle yaptığı performanslara baktığımızda, Stelarc’ın insan bedeninin varlığını bir gen makinesi olarak ifade etmeye çalıştığı söylenebilir. Performanslarının ana konseptlerinden bazıları şu şekildedir:

Bilgi yayınımdır
Beden artık kullanılmamaktadır
Artan teknoloji hızı
Etin eylemsizliğiyle çarpışır
Siber sistemler hibrit ve taşıyıcı bedenleri
doğurur, değiştirir
Uzmanlığa başvurmayla baş edemeyen korteks
Fiziksel bedenlerde organlar bulunur
Fantom bedenler kutsaldır
Beden artık göründüğü gibi en iyi performansını sergiler 9

Dijital devrim kesinlikle doğrudan ve zorunlu olarak canlıların evrimiyle bağlantılıdır. Dolayısıyla, canlıların hibrit dünyada tanımlanması gerekir. Kevin Kelly makalesinde, insanlığın önümüzdeki neo-biyolojik çağda yapılmış olmaktan ziyade doğmuş olmaya dayandığını ve bundan korktuğunu belirtmiştir. Bilgisayar virüsleri, sinir ağları, gen tedavisi ve akıllı kartlar, dünyamızın mevcut durumunu resmetmektedir. Bunların tamamı insan yapımı olup mekanik ve biyolojik süreçlerin kesişme noktasıdır. Ayrıca gelecekteki biyonik hibritlerin çok daha güçlü olacağını ifade etmiştir. Sözlerine mutasyon geçiren binaları, çevrimdışıyken değişebilen yazılım programlarını, uyarlanabilir arabaları, evrimsel mobilyalar içeren odaları, tedavi sağlayabilecek biyolojik virüsleri, sinir jaklarını, siborg vücut kısımlarını, simüle edilmiş kişilikleri ve kendi ekolojisine sahip çeşitli bilgi işlem cihazlarını içeren yeni habitatın sürekli hareket halinde olacağını açıklayarak devam etmiştir. 10

Bu noktadan itibaren spekülasyonlar, bilincin yer değiştirmesine ve böylece beynin siber ortama beklenmedik bir şekilde adapte olması sonucuna varılmasına işaret etmektedir. Ayrıca, araştırmacılar insanı, farkındalığını başka bir “ortama” geçiren bir nesne olarak değerlendiren varsayımlarda bulunmaya başlamıştır. Bu nedenle, dünyadaki yaşama kıyasla, teknolojinin sunabileceği bir dizi olanakla dolu bir uzayda yaşam daha uzun ömürlüdür. Hans Moravec, insan bilincinin dijital formatta indirilebileceği veya robotlara yerleştirilebileceğini belirterek mantığın uzantısına atıfta bulunmaktadır.

“İnsan bilincini bilgisayarlara indirmek, Moravec’in çok fazla evrim geçiren yaratımlarımızın temposuna ayak uydurmak için geliştirdiği stratejilerden biridir. Moravec, şüpheli bir zevkle, sinir mimarisinin süper bilgisayar taklidini yapmak için insan kafatasının üst kısmını çıkaran ve yüksek çözünürlüklü manyetik rezonans ölçümlerinden faydalanan bir robot cerrah tanımlamaktadır. Katman katman tarama ve simülasyon yapılarak gereksiz doku işlem sırasında cerrahi olarak çıkarılır ve atılır. Son olarak, kafatası boşaltılır; robotun tüm yaşam destek sistemleriyle bağlantısı kesilir, vücutta konvülsiyonlar görülür ve beden ölür.
Bu sırada kişinin bilinci ilginç biçimde ilgisizdir ve siber uzayda hayalet gibi dolaşır.”11

Genel olarak, bu teorilerin izdüşümleri mimari söylem kapsamında tartışılmaktadır. Bunun yanı sıra, bilgi işlem alanındaki güncel gelişmeler, tartışmanın niteliğini yaratıcı ve yapıcı bir şekilde geliştirmiştir. Sonuç olarak, 1990’lardaki tartışmalar, 21. yüzyılın mimari tasarım yaklaşımlarını değiştirmiştir.

Mimaride Duyu Kavramları

Devam eden tartışmada, mimarinin 21. yüzyılda akıllı, interaktif, tepki kabiliyeti yüksek ve adaptif olmayı sağlaması gerektiği sonucuna varılabilir. 1990’ların başından itibaren, dijital teknolojiler tasarım sürecinde önemli bir rol oynamaya başlamıştır ve buna ek olarak, bilgi işlem paradigmasının son yıllarda yaygınlaştığı gözlenebilir. Teknolojik gelişmelere bağlı olarak, gelecekteki senaryolara ilişkin spekülasyonlar birçok farklı şekilde araştırılmaktadır. Ancak, yapay zekânın mimariye yaptığı katkı yadsınamaz. Dahası, bu özel araştırmanın ilerlemesine göre, konuşma seviyesi gelecekle ilgili farklı bir hipotezde bulunma noktasına ulaşmıştır.

“Sibernetik teorisi, mimari tasarımın belirli yönlerini yapay zekâ bilgisayar programları ile taklit etmek mümkün olduğu sürece açıklayıcı bir güç de ortaya koyabilir. Bu programlar kendi başlarına açıkça değer taşımaktadır.” 12

Göz önünde bulundurulması gereken bir diğer önemli husus da “siber uzay” tanımıdır. İlk olarak, “siber uzay” kavramı, M.Ö. üçüncü yüzyılda “serdümen” anlamında kullanılan “kubernetes” terimiyle ilişkilidir. Sonrasında Adre-Maria Ampere, manyetizma teorisini geliştirirken “siber uzay” kavramını kullanmıştır. Ancak bir matematikçi olan Norbert Weiner, bu kavramı sistemlerin dış uyarıcılara tepki verme şeklini açıklamak için kullanmaktadır. Dolayısıyla kavramın tanımı kişiden kişiye farklılık göstermektedir. Bazıları için olmayan bir yer iken diğerleri için bilgisayarda başka bir dünya gibi yaratılan bir simülasyondur. Bazı tanımların belirsiz olduğuna bir örnek olarak da, sanal unsurlardan ve sanal bedenlerden oluşan bir bilgisayar bilimi alanı olarak tanımlanmaktadır. Michael Benedikt’e göre, verilerin depolandığı ve tüketimin artan girdi miktarına bağlı olduğu yerdir.13 Sonuç olarak araştırmacılar bakış açılarıyla ilişkili olarak siber uzay hakkında araştırma yapmaya başlamıştır.

Arayüz tasarımı, “siber uzay”la ilgili devam eden tartışmaya yanıt bulmaya çalışan devam eden araştırmalardan biri olup aynı zamanda insanın yakın çevresine entegre olmasına olanak tanımaya ve uzayı bilginin düzenleyicisi olarak tanımlamaya çalışır. Araştırmacılar, bu amaçlara ulaşmak amacıyla, insanlardan gerçek zamanlı veri alma ve bilişsel bilimi sürecin aracısı olarak kullanma üzerine çalışmaktadır. Bilişsel bilimde mimariyle ilgili ilgi alanının artmakta olduğu söylenebilir. Bu nedenle sadece mimarlar yeni çözümler bulmaya çalışmamakta, aynı zamanda disiplinler arası araştırmacılar da mevcut mimari alanına katkıda bulunmak için çaba göstermektedir.

Şekil 3: Emotiv EPOC. Profesör Allen Synder, Neil l/Veste, Tan Le ve Nam Do – Fotoğraf: Interactive Architecture, 225

“Bilişsel kontrol arayüz tasarımının en etkileyici alanlarından biri olabilir; bilişsel kontrol sayesinde kullanıcılar bir baş ekipmanı takarak nesneleri beyin aktivitesinde kayıtlı bilişsel, duygusal ve fizyolojik komutlarla (önceden vücut hareketleriyle) kablosuz olarak kontrol edebilecektir.” 14

Örneklemek gerekirse, Emotiv baş ekipmanı beyin motoruna erişim sunmakta ve aynı zamanda kullanıcı girişinin arayüz tasarımına nasıl entegre edildiğine dair bir örnek oluşturmaktadır. Buna paralel olarak, son yıllarda yapılan çeşitli bilişsel dil araştırmaları, son yıllardaki gelişmelerle bilişsel kontrolü bir adım daha ileri taşımaktadır. Örneğin, felçli olarak tanımlanabilecek Matthew Nagel’in 15 vücuduna New England Sinai Hastanesi’nde geçirdiği bir operasyonla bir beyin çipi yerleştirilmiştir. Bir başka deyişle, bu beyin çipi odak seviyesine bağlı olarak çevresindeki nesneleri kontrol etmesine olanak tanımıştır. Sonrasında televizyonu açıp kapatma ve birçok cihazın kanalını değiştirme kabiliyeti kazanmıştır. Ayrıca kullanıcı deneyimiyle ilişkili bu teknolojiler, uzam ve katılımcı arasındaki farkı belirsiz hale getirmiştir. Başka bir ifadeyle, bir nesne olarak uzay, mimarisinin gelecekteki “duyuları” olabilecek duyusal bir sistem olan bilgi işlem zekâsının öncülüğüyle daha fazla güç kazanmaktadır. Ayrıca mimaride, günümüzde paralel olarak geliştirilen çeşitli farklı trendler mevcuttur. Buna ek olarak, birçok araştırmacı bu ikilinin etkileşiminin daha gerçekçi bir hal aldığını iddia etmektedir; ancak bu tasarım yaklaşımlarının, gerçek adaptif mimari teorisi olan 1960’lardaki temelin bir yansıması değildir.

Sonuç olarak, 1960’lara bakıldığında, bilişsel bilimin insan ve makine arasındaki ilişkiyi kontrol olmadan araştırdığı söylenebilir. Bu nedenle, mimari söylemdeki mevcut yaklaşımlar bir adım geri giderek gelecekteki araştırmalara yönelik tutumu değiştirmelidir.


1 Ross Ashby, “Design For A Brain,” Electronic Engineering Baskı 20 (1948): 83-382.
2 Ashby, 379.
3 Andrew Pickering, The Cybernetic Brain (Chicago, London: The University Of Chicago Press, 2010), 5-7.
4 Humbert R. Maturana and Francisco J. Varela, Autopoiesis and Cognition: The Realization of Living, Baskı 42 (Boston, London: D. Reidel Publishing Company, 1991), 57-58.
5 Pickerir
6 Humbert R. Maturana and Varela, Autopoiesis and Cognition: The Realization of Living, 117.
7 Humbert R. Maturana and Varela, Autopoiesis and Cognition: The Realization of Living, 56.
8 Stelarc, “Towards the Post-Human : From Psyco-Body to Cyber -System,” Architectural Design, 1995.
9 Arthur Kroker and Marilouise Kroker, Stelarc: The Monograph (Cambridge, Londra: The MIT Press, 2005), 64.
10 Kevin Kelly, Out of Control (Londra: Fourth Estate, 1994), 471.
11 Mark Derry, Escape Velocity: Cyberculture at the End of the Century (Londra: Hodder and Stoughton, 1996), 301.
12 Gordon Pask, “The Architectural Relevance of Cybernetics,” Architectural Design Baskı 39, no. 9 (1969): 494-96.
13 Neil Spiller, Cyber_Reader: Critical Writings for the Digital Era (Portland: BRP Publishers, 2002), 6-20.
14 Michael Fox and Miles Kemp, InteractiveArchitecture (New York: Princeton Architectural Press, 2009), 223.
15 ‘BBC News: Brain Chip Reads Man’s Thoughts,” BBC, March 31, 2005 http://news.bbc.co.Uk/1/hi/health/4396387.stm.
Etiketler

Bir yanıt yazın