Kadıköy Belediyesi: Beyhude Bir Yarışmanın Ardından

Sinan İzgi'nin Kadıköy Belediyesi Hizmet Binası Mimari Proje Yarışması üzerine görüşleri.

Kadıköy Belediyesi Hizmet Binası Mimari Proje Yarışması açıklandığında, tüm mimarlık camiası gibi ben de büyük bir heyecana kapıldım.

Yaşamımın bir bölümünün geçtiği, yoğun olarak kullanmaya devam ettiğim ve kent için bu denli önemli bir konumda bulunan yapının tekrardan tasarlanacak olması, mimar olarak imza atmaktan gurur duyacağım bir projeydi.

İlk heyecanın ardından, şartnameyi incelediğimde, belirgin sorunlar olduğunu düşündüm. Bununla birlikte, mevcut durumla ilgili sorunları saptayıp, bazı çözüm fikirleri oluşturmaya başlamıştım bile.

Fakat, saptadığım sorunlar, şartnamede ortaya konan beklentilerin çok ötesine taşıyordu. Sonrasında, soru ve cevaplar yayınlandığında, saptadığım sorunların devam ettiğini gördüm. Yarışmada beklenilen tasarım, mevcut ve acil sorunlar için çözüm oluşturmaktan çok uzaktı. Bu durumda, yarışma sürecinin bir parçası olmak, anlamsız bir çaba olacaktı.

Sanırım, bu düşüncemi detaylandırmam ve tekrar bu yazının başlığına dönerek, bu yarışmanın neden ‘beyhude bir çaba’ olduğunu açıklamam gerekiyor. Bu bağlamda, düşüncelerimi bazı başlıklar altında açıklamaya çalışacağım.

Üst Ölçek

Plansız ve aşırı yapılaşmanın sonucu, İstanbul’un ekolojik yaşam alanları giderek yok olmakta.

Kentin yeşil alanlarının yetersizliği ve giderek azalması, kent dışındaki mevcut biyo-çeşitliliğin kent dokusunun içine giremeyip, sağlıksız bir ortam oluşmasına neden oluyor.

Bilindiği gibi, eko-koridor kavramı, orman, çayır, akarsu ve göl gibi peyzaj ögelerinin, doğal yaşamın gelişmesi ve hareket edebilmesi için, koridor olarak adlandırılan geçitlerle birleştirilmesidir. Tüm canlılar ve bitkiler, bu koridorlar aracılığıyla serbest ve güvenli bir şekilde ilerleyerek, özellikle kentsel ve yapılaşmış alanlarda ekolojik devamlılığın ve biyo- çeşitliliğin sürdürülebilmesini sağlarlar.

Eko-koridor, metropol ölçeğinde, kent merkezinden dışına kadar, kendi içerisinde birbiriyle ilişkili bir ağ sistemi olarak planlanmalı, mevcut kent dokusunun içerisinde ayrı bir katman olarak yer almalıdır. Özellikle, kıyı alanlarının ötesinde, plansız genişleme koşullarının sonucu, çok yetersiz ve parçalı bir yeşil alan dokusuna sahip İstanbul için bu kavram çok önemlidir ve mutlaka üst ölçekte planlanmalıdır.

Bu bağlamda, dere yatakları, böyle bir potansiyele sahiptir. Kurbağalıdere , mevcut durumda beton bir taşma kanalına dönüştürülmüş olmasına karşın, Marmara deniziyle kuzey ormanlarını birleştirmektedir.

Bu özelliğinden dolayı, Kurbağalıdere vadisinin, yalnızca bir taşma kanalı olarak değil ama bir ekolojik koridor olarak değerlendirilmesi acil ve elzem bir gereksinmedir. Bunun için, güzergah üzerindeki D100 ve TEM karayolu geçişleri için özel çözümler üretilmelidir.

Orta Ölçek

Yarışma alanıyla da yakından ilişkili olması bakımından, Kurbağalıdere vadisinin D100 karayolu ve Marmara denizi arasında kalan bölümü çok daha önemlidir.

Beton bir taşma kanalı olarak yeniden ıslah edilen Kurbağalıdere, ekolojik açıdan bir tahribat alanı oluşturmaktadır. Bu kanal, çevresinde herhangi bir kentsellik oluşmasını tam anlamıyla engellemekte, giderek kentin merkezinde distopik bir çöküntü bölgesi oluşmasına neden olmaktadır.

Bunun yanısıra, Fikirtepe kensel dönüşümünün Kurbağalıdere tarafında da tekrarlanması süreci devam etmektedir. Bu dönüşümün getireceği tahribat, yoğunluk ve ölçek açısından kabul edilemez durumdadır. Mevcut durumda, ada bazında planlama devam etmektedir ve bu doğrultuda, Mandarin Rezidans adlı yapı da inşa edilmiş durumdadır. Devamındaki yapı adaları da örnekte olduğu gibi en az 5.5 emsal üzerinden yapılaşacaktır.

Kurbağalıdere kıyısında bu denli yoğun ve ölçeksiz yapılaşmaya kesinlikle izin verilmemelidir. Ayrıca, yakın çevredeki en önemli sorun, Söğütlüçeşme tren istasyonu ve çevresindeki/altındaki yapılaşmalardır.

İstasyonunun, eklenen yeni hatlarıyla ve ayaklar üzerinde tüm vadiyi dikine kesmesi yetmiyormuş gibi, bir de zemin kotunda yapılan istasyon düzenlemeleri ve yeme/içme odaklı asalak AVM yapısı ile vadi yönündeki tüm geçişlilik (biyo-çeşitlilik, hava vs.) tamamen engellenmiştir.

Tren istasyonunun yarattığı kentsel soruna ek olarak, Söğütlüçeşme metrobüs istasyonunun konumu da kabul edilemez durumdadır. İstasyon, işleyişi gereği olarak, vadi doğrultusundaki tüm akışı engellemektedir. Bu durumda evlendirme dairesi de bloke olmuş durumdadır.

Ayrıca, mevcut durumda kullanılan açık otoparkla birlikte tüm alan araç kullanımına ayrılmış haldedir. Bunlara ek olarak, Söğütlüçeşme istasyonuna iki ayrı metro hattı çıkışı, Fahrettin Kerim Gökay caddesine de yeni bir tramvay hattı planlanmaktadır. Söğütlüçeşme yakın gelecekte tam anlamıyla bir transfer merkezine dönüşecek ve bu sürecin getireceği insan trafiği mevcut seviyenin çok üstünde olacaktır.

Yapı Ölçeği

Kadıköy belediye binası, tüm sorunlarına karşın, uzun yıllardır bölge halkına hizmet götürmekte ve Kadıyöylülük belleğinin bir parçası olarak varlığını sürdürmektedir.

Mevcut yapı, üst katlarına zaman içerisinde yapılan ekler ve zamanın getirdiği yıpranmalara bağlı olarak dirençliliğini yitirmiş olabilir. Ayrıca depremsellik açısından da yapının yeterli düzeyde olmadığı söylenebilir.

Buna karşın, ilk elde yapının tümden yıkılmasını beklemek son derece yanlış bir yaklaşımdır. Şartnamede ve soru/cevaplarda, sanki yapının güçlendirilerek kullanılması olanaksızmış gibi davranılmakta ve tümüyle yeni bir yapı tasarımı beklenmektedir.

İleri dönüşüme olanak tanımayan bu yaklaşım kesinlikle kabul edilemez.

Yıkım ve moloz atımı sürecinde harcanacak enerji ve bu molozun nereye götürüleceği, yaratacağı ekolojik tahribatın sonuçları acaba şartnameyi hazırlayan uzmanlarca hesaplanmış mıdır? Kendilerine, dünyadaki benzer süreçleri araştırmalarını öneririm.

Program

“Katılımcılık, şeffaflık, hesap verebilirlik, ulaşılabilirlik gibi çağdaş ve sosyal belediyeciliğin temel davranış biçimleri göz önünde bulundurulmalıdır.’’ (şartnameden)

Katılımcı ve şeffaf yerel yönetimlerde, belediye binalarının kalbi, ‘meclis salonu’dur. Meclis solonu yarışma programında yer almamaktadır. Üstelik, soru/cevaplarda, meclisin oturumlarının başka bir binada yapıldığı belirtilmektedir.

Karar alma süreçlerinde sivil toplumun katılım ve denetimi söz konusu olamayacaksa, tasarlanması istenen yapı karışık kullanımlı bir ofis programına dönüşmektedir.

O zaman şöyle de sorulabilir: Bu alanda yaklaşık 50.000 metrekare kullanım alanına sahip olacak hantal bir ofis yapısına gerek var mıdır? Pandemi sonrası günümüz çalışma koşullarında, ofis ve çalışma düzenleri eskisi gibi kalmaya devam edecek midir? Ya da yalnızca tahsilat, danışma vs gibi temel işlevleri bu binada karşılayarak, kalacak boş alanın sivil toplum hizmetine sunulması düşünülemez miydi?

“Yarışma, Kadıköy Belediye Hizmet Binası öncelikli ve yakın çevresi ile sınırlı olmakla birlikte yarışmacılardan alanı geniş çevresi içinde değerlendirmeleri, yaya ve araç trafiğinin etkilerini araştırmaları ve önerilerine yansıtmaları beklenmektedir.” (şartnameden)

Şartnamede bu doğrultuda bir beklenti yer almışsa da, konuyla ilgili sorulan sorulara verilen yanıtlar göz önüne alınırsa, yakın ve orta çevreyle ilgili herhangi bir kentsel tasarım önerisine izin verilmemektedir.

Oysa, yukarıda belirttiğim gibi çeşitli ölçeklerde son derece önemli olan bir omurgaya eklemlenecek bir yapının bu konularla ilgili bir söz söyleyebilmesi gereklidir.

Sonsöz

Kanımca, inşa edilecek yapının, çevresindeki karmaşık sorunların çözüm sürecine nasıl katkı yapacağı her şeyden önemlidir. Oysa yarışma projesinde, yapı parseli dışında herhangi bir karar almak söz konusu değildir.

Bu konu ortaya konduğunda, yetkililer, genelde kurumlar arası eşgüdüm olmadığından ve mülkiyet durumlarından şikayet ederler. Belki de esas sorun, mimarların özellikle kamusal alanda yer alan projelerde, neden parsel sınırları içerisine hapsolmayı kabul ettikleridir.

Ya da, mimarlar, yerel ve merkezi otorite arasındaki gerilimli süreçler içerisinde, kullanışlı unsurlar olmayı neden kabul ederler? Mimarinin kent ölçeği ile kurduğu ilişki, mimari tasarımın kendine içkin özelliklerinden daha mı az önemlidir? Bu konular, neden bir yapının yıkılıp yeniden yapılması kararı alınmadan önce tartışılamamaktadır? Ya da böyle bir kararın alınma süreçleri nasıl işlemektedir?

Yetkin niteliklere sahip olduğunu düşündüğüm değerlendirme jürisi, nasıl ve hangi aşamada karar alma sürecine dahil olmuştur? Jüri üyelerinin yapının bu şekilde elde edilmesine karşı tavırları nedir acaba?

Ödül alan projelerin hiçbiri, üstün mimari çözümlemelerine karşın, bırakalım uzak ve orta çevreyi, parsel ötesindeki yakın çevresiyle bile nasıl bir ilişki kuracağı konusunda herhangi bir senaryoya sahip değildir. İhtiyacımız olan, çatısında heliport olan azman bir ofis yapısı mıdır?

Sonuç olarak, neresinden baksanız en az 70-80 milyon dolara mal olacak ve vergilerimizle inşa edilecek yeni Belediye binası, yakın ve uzak çevresindeki acil ve yakıcı sorunların çözümüne tamamen duyarsız kaldığı gibi, çevresindeki kentsel yaşamın kalitesinin yükseltilmesine de her hangi bir olumlu katkı sağlamayacaktır.

Oysa bu yatırım, tam da bu amaçla yapılsaydı, Kurbağalıdere vadisi hem ekolojik olarak hem de kültürel ve ticari olarak İstanbul’un kalbinin attığı yeni bir yaşam alanına dönüşebilirdi.

Belki de asıl o zaman tüm bu çabalar ‘beyhude’ olmaktan çıkar, kamusal kaynağın tüm canlıların yararına kullanıldığı bir dünyada yaşıyor olurduk.

Bir yanıt yazın