Mobilya Tarihi Hakkında “Bilmeseniz de Olur”luk Hikayeler: Panton Chair

Verner Panton bütün engellere rağmen hayallerinin peşinden gitmeseydi, Panton Chair ortaya çıkmayacak, belki de mobilya tarihi pop art ile tanışamayacaktı. Ve belki de Vitra, Vitra olmayacaktı.

Nazi Askerleri Odense’deki Teknik Lise’nin yurdunun kapısına geldiklerinde, okul müdürü tarafından pek de hoş karşılanmamışlardı. Danimarka halkının büyük bir çoğunluğu gibi o da Naziler’den nefret ediyordu. Aslında Danimarka, Almanya’nın en kısa sürede, hemen hemen hiçbir dirençle karşılaşmadan işgal ettiği az sayıdaki ülkeden biriydi. Zaten Danimarka ordusunun Alman ordusuna karşı direnç gösterme gibi bir şansı da yoktu. Bu nedenle, Almanlar ilk yıllarda işgali Danimarka halkına çok da hissettirmemişler, anlaşma yaptıkları Danimarka Hükümeti’ne de çok fazla müdahale etmemişlerdi. Fakat ilerleyen yıllarda, özellikle Yahudi nüfus ve Komünist Parti üyeleri üzerindeki baskıyı git gide arttırmaya başladılar. Öncelikle, Yahudiler’e, sokakta ayırt edilmeleri için, sırtlarında altı uçlu sarı yıldız işareti bulunan kıyafetler giyme zorunluluğu getiren bir yasa çıkarttılar. Fakat karşılarında hiç beklemedikleri bir halk direnişi ile karşılaştılar. Başta Danimarka Kralı olmak üzere, ertesi gün halkın hemen hemen tamamı, sokağa bu işaretleri taşıyan kıyafetlerle çıktı. Kimin Yahudi olduğunu anlamakta zorluk çeken Almanlar bu sefer de, hasta olduğunu söyleyerek Danimarka Kralı’nı ev hapsine aldılar. Bunun üzerine de her gün binlerce insan, ellerinde çiçeklerle Kral’ı ziyarete geldiklerini söyleyerek, bütün devlet işlerinin aksamasına yol açtı. Almanlar hiçbir ülkede bu tür sivil itaatsizliklerle karşılaşmamışlardı ve oldukça şaşkınlardı. Ama onları asıl uğraştıran şey, kaçan Komünist Parti üyelerinin başlattığı yer altı direniş hareketiydi. Bu hareketin üyeleri, halkın da desteği ile ülkedeki Yahudi nüfusun neredeyse tamamını, bir gecede, balıkçı tekneleri ile İsveç’e kaçırmıştı. İngilizler’in paraşütlerle attığı silahlarla da, Alman askerlerine ve Almanya’yı destekleyen Danimarka firmalarına sabotaj eylemleri yapıyorlardı.

Okul müdürünün karşısında duran askerler de, bu sabotajlarda kullanılan silahların yurtta saklandığı bilgisini aldıkları için gelmişlerdi. Başlarındaki komutan elindeki arama iznini gösterip müdürü kenara itti ve yurda girdi. Tek tek bütün odaları aramaya başladılar. Askerlerden biri bağırarak komutanlarını çağırdı. Odalardan birinde çok sayıda silah bulunmuştu. Komutan okul müdürünü yanına çağırdı, “Bu odada kim kalıyor?” diye sordu. Müdür söylemek istemese de, listeden de bulabileceklerini bildiği için, kekeleyerek “Verner Panton” dedi…


Resim 01-Soldaki fotoğraf: Askerliğin son yılında kaçıp Direniş Hareketi’ne katılan Verner Panton (en önde solda). Sağdaki fotoğraf: Yahudi vatandaşları İsveç’e kaçıran Danimarkalı balıkçılar.

Karşısındaki genç tasarımcının “Ofisinizden ayrılmak istiyorum” demesi, Jacobsen’i oldukça şaşırtmıştı. Danimarka ve İskandinav modernizminin bütün dünyada hızla tanınmaya ve popüler olmaya başladığı yıllarda, sadece Danimarka’da değil, belki de tüm dünyadaki en önemli mimarlık-tasarım ofislerinden biri olan Arne Jacobsen’de çalışmaktaydı. Birçok genç mimar ve tasarımcının hayallerini süslüyordu bu ofiste, Jacobsen ile birlikte çalışabilmek. Ama yakın arkadaşı Paul Henningsen’in üniversiteden öğrencisi ve eski damadı olan bu genç adam, bu fırsatı yakalamışken elinin tersiyle itiyordu.

Henningsen’in üvey kızı Tove ile evlendiği yıl olan çocukları, ne yazık ki henüz birkaç aylıkken ölmüş, birbirlerine deli gibi aşık olan bu iki genç de boşanmışlardı. Bu yüzden midir bilinmez, bu genç adamda garip bir durgunluk; hayata, tasarıma, ülkesine hatta dünyaya bakışında ve düşüncelerinde dikkat çekici bir farklılık vardı. Jacobsen onu Henningsen’in damadı olduğu için işe almış olsa da, sonrasında çok iyi arkadaş olmuşlardı. Hem de oldukça başarılı bir mimar ve tasarımcıydı. Ant Chair’ın tasarım ve üretim sürecinde de, Novo Nordisk projesinde de oldukça iyi iş çıkarmıştı. Dışarıdan bakıldığında onun için her şey mükemmel gözüküyordu. Ama o hayallerinin peşinden gitmek, kendi doğrularını keşfetmek istiyordu ve hayatının dışarıdan nasıl gözüktüğü ile hiç ilgilenmiyordu. Belki ofisten ayrıldığında arkasından herkes aptal diyecekti, ama bu onun umurunda değildi. Ve Jacobsen de onun tam olarak ne düşündüğünün ve ne istediğinin farkındaydı.

“Ne yapmayı düşünüyorsun?” diye sordu genç adama. “Hans (Hans Ove Barfod) ile bir Volksvagen Camper aldık, onu ofise dönüştürüp bir süre Avrupa’da dolaşmayı düşünüyoruz. Hem ben de tasarladığım mobilyaları üretebilecek bir üretici bulurum belki” diye cevap verdi. Özgür ruhlu bu adamı ofisinde tutamayacağını iyice anlayan Jacobsen, vedalaşırken, “Verner, sabırlı ol ve sakın vazgeçme” diyebildi sadece…


Resim 02-Soldaki fotoğraf: Panton, eski kayınvalidesi Inger Henningsen ve kayınbabası Poul Henningsen. Panton ve Tove ayrıldıktan sonra da sık sık görüşmüştür bu üçlü. Ortadaki fotoğraf: Jacobsen’in ünlü tasarımı Ant Chair. Sağdaki fotoğraf: Arne Jacobsen ve Verner Panton.

Bu işe başladıklarında, bir pop art ikonu ortaya çıkaracaklarını tahmin bile edemezdi. Evet bir çok mobilya üreticisinden daha öngörülüydü ve bir çoğunun aksine bir vizyon sahibiydi. Bu yüzden eşi Erika ile mağaza vitrin tasarımları ve üretimi yapan bir firmaları varken, hem dünyada ne olup bittiğini görmek, hem de firmalarını daha iyiye götürebilmek için yıllar önce New York’a gitmişlerdi. Zaten her şey de o zaman başlamıştı. Eames tasarımı Lounge Chair’ı görüp resmen aşık olmuşlar ve yıllarca Herman Miller’la görüşmeler yapıp sonunda markanın Avrupa’daki üretim iznini almayı başarmışlardı.

Ama ne Willi ne de Erika, firmalarının sadece Herman Miller’ın ürünlerini üreten bir marka olarak kalmasını istiyordu. Ve karşılarına elinde son derece enteresan bir sandalye tasarımına ait eskizleriyle, Cannes’da yaşayan, Danimarkalı bir tasarımcı çıkmıştı. İçinden “Neden o da her Danimarkalı gibi ahşap bir sandalye tasarlamamış ki…” diye geçirse de, bu uçuk kaçık fikirleri olan adamın tasarımına resmen aşık olmuştu. Yıllar önce bir Eames tasarımına aşık olup mobilya işine girmişlerdi; şimdi de yine bir tasarıma aşık oluyorlardı ve ilk kez tasarımını kendilerinin seçtikleri bir ürünü üreteceklerdi…*

Sandalye tasarımına aşık olduğu anarşist ruhlu Verner Panton, zamanında Hitler’e kafa tutmuştu, şimdi de kendi ülkesinin, kendi coğrafyasının modernizmine** kafa tutuyordu. Bu adama hayran olmamak imkansızdı. İyi ki zamanında askerler Odense’deki yurdunu basmıştı ve kaçıp Kopenhag’a taşınmak zorunda kalmıştı. İyi ki resim eğitimini bırakıp mimarlık eğitimine başlamıştı. İyi ki karavanla o yolculuğa çıkmıştı ve sonunda da Will’i ve Erika’yı bulmuştu. İyi ki bu kadar cesur bir adamdı ve iyi ki hayallerinin peşinden gitmişti. Bütün bunlar olmasaydı, o bütün engellere rağmen hayallerinin peşinden gitmeseydi, Panton Chair ortaya çıkmayacak, belki de mobilya tarihi pop art ile tanışamayacaktı. Ve belki de, Vitra, Vitra olmayacaktı.


Resim 03- Soldaki fotoğraf: Verner Panton, Rolf Fehlbaum (Willi ve Erika’nın oğlu) ve Vitra arge ekibinden mühendisler Manfred Diebold ile Josef Stürmlinger Panton Chair’ın prototopi üzerinde çalışıyorlar. Ortadaki fotoğraf: Panton Chair’ın üretildiği ilk yıl yayımlanan bir dergi reklamı. Sağdaki fotoğraf: Panton, sandalyesinin ilk protopi ile fuarda.

* Panton Chair, Vitra’nın Herman Miller’dan bağımsız olarak ürettiği ilk üründür ve firmaya tasarımcılarla çalışıp mobilya üretmenin önünü açmıştır. Bununla birlikte, anlaşmaları gereği, üretime geçildiği ilk yıllarda, Panton Chair’lar, Herman Miller markası adı altında piyasaya sürülmüştür.

** Panton, tasarladığı mobilyalar ve mimarlık-iç mimarlık projeleri ile klasik İskandinav ve Danimarka modernizmine, İskandinav fonksiyonelizmine kafa tutmuştur. Onun tasarımları için hepimizin bildiği “form follows function” yerine, ancak “form follows fun” ya da “form follows fantasy” denilebilir. Malzeme, form ve renk kullanımındaki farklılar ile pop art ve uzay çağı mobilya tasarımının öncüsü olarak kabul edilir. Ve bu öncünün, modern, sade, ahşap malzemeli mobilya tasarım anlayışının beşiği olan Danimarka’dan çıkması herkes için büyük sürpriz olmuştur.

NOTLAR

1- Panton Chair, dünyada tek bir malzeme kullanılarak, tek parça olarak üretilen ilk sandalyedir.
2- Panton Chair’ın ilk prototipi Dansk Acrylic Teknik firması tarafından üretilmiş, Panton bu prototip ile Eriksholm’deki Mobilia-Club fuarına katılarak, mobilyasını üretebilecek bir firma aramıştır. Fakat sonraki yıllarda da olduğu gibi, üreticilerin hiç biri bu tasarımı üretmekle ilgilenmemiştir.
3- Panton Chair, günümüzdeki haline en yakın şekliyle ilk kez Vitra tarafından, 1967 yılında üretilmiştir. Malzeme olarak fiberglass ile güçlendirilmiş polyester kullanılmıştır. Seri üretime uygun olarak ise ilk kez, 1968 yılında, yine Vitra tarafından, Bayer’in bir ürünü olan Baydur (HR poliüretan sünger) kullanılarak üretilebilmiştir. Vitra bu ürünü 1970 yılında, daha az maliyetli olması sebebiyle, BASF’in ürettiği Luran-S (termoplastik polistren esaslı) kullanarak üretmeye başlamıştır. Günümüzde ise Vitra tarafından polipropilen esaslı bir malzeme kullanılarak üretilmektedir.
4- İlk yıllarda Herman Miller markası ile satılan Panton Chair’ın, 1979-83 yılları arasında üretimi yapılmamıştır. Sonrasında bir süre WK Group markası ile satıldıktan sonra hakları tekrar Vitra’ya geçmiştir. Dünya’da en çok kopyası/sahtesi/replikası üretilen mobilya tasarımlarından biridir.
5- Panton Chair’ın üretim videosu: https://www.youtube.com/watch?v=xim1m2Bhvzc

Etiketler

3 yorum

  • ahmet-turan-koksal says:

    İşte değerlimis Panton Sandelyesi için değerli bir yazı.

    Not: Acilen Cemal Çobanoğlu’nun Arkitera’ya yazması yasaklanmalı. Keza bizim yazdıklarımı çok sönük kalıyor.

    Tebrikler ve devamını bekliyoruz.

  • ahmet-turan-koksal says:

    Belirtmeden geçemeyeceğim, bu obje tek başına o kadar kıvrımlara ve parlak malzemeyle öyle kibar bir hale bürünür ki, harici render motorlarının en çok tercih edilenlerinden VRay, bütün öğretim dokümanlarından örnek olarak bu tasarımı kullanır. Render alırken bile doğru seçimdir yani.

  • cemal-cobanoglu says:

    Ahmet Bey çok teşekkürler; ve de estafurullah 🙂

Bir yanıt yazın