Mimarlığın Güncel Konuşulma Biçimini Sorgulamak

Bu yazıyla Arolat'ın ortaya attığı soruyu bir fırsat olarak değerlendirerek bugünkü ortamda mimarlık yazımını değerlendirmeye çalışacağım.

Emre Arolat “140 Karakter” sunumuna “Mimarlığın güncel konuşulma ve tartışılma biçimini sorgulamak istiyorum.” diyerek başlamıştı. Ya mimarlığın konuşulmasını sosyal medya ve hatta Twitter olarak kabul ediyordu ya da asıl sorun ettiği başka şeyler vardı. Okuyucuya bu konuda bir önceki yazıda kendi bakış açımı aktardım. Bu yazıyla ise Arolat’ın ortaya attığı soruyu bir fırsat olarak değerlendirerek bugünkü ortamda mimarlık yazımını değerlendirmeye çalışacağım.

Artık doğrudan internet hatta sosyal medya ortamına doğmuş, hemen yeni-eskiyi hiç bilmeyen okurlar da var, hem onlar hem de bizlerin hızlıca kısa zamanda olan bitenin gözlerimizin önünden bir belgesel gibi geçmesi için kısa bir tarihçe ile gireceğim konuya, 2011’de Ankara’da Mimarlar Derneği 1927’nin “Mimari Medyada Söylemler” panelinde yaptığım konuşmadan aktarıyorum:

Arkitekt dönemi. Mimarlık yayın hayatında. Yapı Dergisi. Tasarım, Mimarlık Dekorasyon ve yeni dergilerin alana girmesi. Arredamento Ömer Madra ve Uğur Tanyeli devreleri olarak ikiye ayrılmalı sanırım. XXI Dergisi tecrübesi. Yeni Mimar denemesi. AD; büyük yayın gruplarının mimarlık alanı ile en fazla yakınlaştığı tecrübeydi bana göre. ICON; OM Medya belki de en yüksek cirolu denemeyi yaptı, Giderek daha niş yayınların ortaya çıkması: Betonart, Natura PLD gibi nitelikli yayınlarla beraber bu alanda sadece reklam gelirini hedefleyen sayısız yayın oluştu.

Anahtarpafta Türkiye’de internet üzerindeki ilk denemeydi. Daha çok linklerin derlenmesinden oluşan bu denemeyi Arkitera.com izliyor. 17 Temmuz 2000’de kayıt edilen domain 9 Ekim 2000’de yayın hayatına başlıyor.

Yayın olmakla kurum olmak ayrı düzlemlerde düşünülmesi gereken konular. Bana göre mimarlık ortamında yayıncılığa kurumsal yapılanma düzleminden bakılırsa Türkiye’de dört önemli aktörden bahsedilebilir: Bunlar Arkitera, YEM, Tasarım ve Depo. Elbette Oda yayınlarını ve yapılanmasını bunun dışında tutuyorum.

Kitap üretim ve ticareti de önemli bir konu. 20 yıl öncesine kadar yılda üretilen Türkçe mimarlık kitabı sayısı iki elin parmakları kadardı. Bugün sadece Yapı Endüstri Merkezi yüksek nitelikli bu kadar kitap üretiyor belki de. Son dönemde alana giren Janus, Şevki Vanlı Vakfı’nın yayınları, Tasarım’ın kitabevi. Kitap tüccarlarının ortamda yarattığı hareket vesaire.

Mimarlık nedir, kime hizmet eder? Mesleklerini farkındalıkla yapan tüm mimarların zaten kendilerine sordukları soruyu bir kez daha soralım. Mimarlık sermayeye hizmet eden bir meslek midir? Yoksa toplum için yapılan bir hizmet mi? Meslek tanımı için sözlük şöyle diyor “Belli bir eğitim ile kazanılan sistemli bilgi ve becerilere dayalı, insanlara yararlı mal üretmek, hizmet vermek ve karşılığında para kazanmak için yapılan, kuralları belirlenmiş iş”. Meslek tanımımın kendisi bu büyük çelişkiye biraz ateş tutuyor. Bu soruya cevap vermek herhalde mimarlık yayıncılığı ile ilgili böyle bir yazının haddi olamaz ama yine de kolaylaştırıcı olmak açısından ve durumu iyi kavramak adına yapılı çevre aktörlerine bakmalıyız.

Yapılı Çevrenin Aktörleri
Hala öyle düşünen kaldı mı bilmiyorum ama eskiden olduğu ya da sanıldığı gibi üçgenin en üzerinde mimar durmuyor. Aktörleri tanımaya bunu bir kenara not ederek başlamakta fayda var.

Yatırımcı & Geliştirici: Geliştiricilik Türkiye’de tam manasıyla oturmadı henüz. Gerçekten yatırımcısı da kendisi olmayan geliştiriciler çoğunlukla uluslararası ağırlıklı. Yani hem geliştirici hem yatırımcı aynı çatı altında çoklukla buna bir de bazı durumlarda formel ya da enformel durumuyla kamuyu da ekleyebiliriz.

Projelendirme: Mimarlık ve planlama ofisleri bu başlık altında sayılması gereken iki önemli aktör. Her ikisinin de çarkların dönmesinde katkıları olduğu bir gerçek. Ayrıcalıklı imar hakları nedeniyle planlamanın durumunu konuşabilmek bile olanaksız; bir planlama disiplininden söz etmek mi! Mimarlık ofisleri de bu çarkın bir parçası: imar değişikliklerinde binaya fonksiyon değişikliği (plan revizyonu) önerisinde bulunan da; sığınak, otopark, gibi emsal dışı alanların emsale dahil edilmesinde çözüm bulan da; kat bahçelerinin konutun özel alanına dönüştürülmesi gibi durumlarda da mimarlık ofisleri devredeler. İş yapan hiçbir ofis “buna ben dahil değilim” diyemez bana kalırsa.

Hizmet sunan diğer aktörler: Değerleme şirketleri, proje yönetimi şirketleri, hukuk danışmanları, gayrimenkul danışmanları… Bu aktörler yatırım sürecinde yer seçiminden fonksiyona, kimi zaman mimarinin şekline dahi etkide bulunabiliyorlar. Etki seviyelerinin ise her geçen gün daha da arttığının altını çizmeliyim.

Fonlar, bankalar, para… : Adından hiç ürkmemek gerek. Fiziksel çevrede bugün yaşadığımız olumsuzluklarda belki de direkt rolü en az olan grup. Kolay yatırım yapmaz; ciddiyet, mimari anlamda olmasa da nitelik ve yasalara uygunluk arar.

Yükleniciler: Kendisi proje geliştirme derdinde olmayan yüklenici yani sadece ücreti karşılığı hizmet sunan müteahhit aslında bu konuşmada daha çok inşaat ve nihayetinde bina kalitesi ile gündemde olabilir. Kendi yatırımını kendisi yapan geliştiriciyi ise zaten “yatırımcı geliştirici” başlığında tartışmıştık.

Ve gelelim mimarlık medyası için asıl önemli aktöre, malzeme üreticileri: Soruyla başlayalım, “Neden bunca aktör arasında mimarlık yayıncılığını besleyen sadece malzeme sektörü?” Cevabını vermek bir yandan bakarsanız sanıldığı kadar kolay değil öte yandan bakınca da oldukça basit. Mimar malzemeye karar veriyor mesele bu, ama her zaman da karar vermiyor. Çok sayıda başka karar vericiler var. Ayrıca şunu kolayca sorabiliriz: İmarla oluşturulabilen ranttaki pazar çok daha büyük, o alanda aktörlere yönelik nitelikli bir yayın neden çıkamıyor? Bu sorunun yanıtı olarak sadece enformel ilişkiler ağı cevabını vermek kolaya kaçmak olur ama bu yazının birincil sorunu da değil.

Maddi Büyüklük
Türkiye’de çok alanda hatta neredeyse her alanda karşımıza çıkan sağlıklı bilgiden yoksunluk sorunu burada da var. Bu nedenle vereceğim rakamları ancak bu alanda tecrübeli bir kurumun yöneticisinin tahminleri olarak okumanızı rica ediyorum.

Dergilerin yıllık reklam geliri: 2-3.000.000 TL
Internet yayınlarının yıllık reklam geliri: 1.000.000 TL civarı.
Sektörde çalışan sayısı: 100 kişi.
Bayi kanalıyla satılan dergi adedi: 10-20.000 arası / ay.

Rakamların bize bir şeyler ifade edebilmesi için sadece gazetelerde yer alan konut reklamlarının büyüklüğü ile ilgili de bir tahmin vermek isterim: Bu pazarda 500.000.000TL’den daha yüksek bir rakamın söz konusu olduğunu düşünüyorum.

Sorunlar
Türkiye’de yapı ve gayrimenkul sektörünün kendi üretim alanıyla ilgili olgunlaşma sürecinin batıya göre geride kaldığını söyleyebiliriz. Buna yine bu sektörlerin kendi işleyişiyle ilgili düzenlemelerin yavaşça yerine oturduğu tespitini de eklemek gerek. Sonucu olarak, kontrol eksikliği hala devam eden belgesiz satışların, hizmetlerin yayıncılığın alanına kadar girerek bu alanda kimi zaman niteliksiz üretime kimi zaman haksız rekabete yol açtığı söylenebilir.

Yayıncılar örgütsüz. Biraz evvel “kurumlar ne durumda?” sorusu ile bahsettiğim dört gruba 10 tane daha ekleyin. Bu kurumların tümü reklam pastasından büyük bir dilim alabilmek için çabalıyor. Ancak bir araya gelerek pastayı büyütmeyi düşünmüyorlar bile. Oysa mimarlık yayıncılığının beslendiği yapı malzemeleri sektörü 50’ye yakın dernekle temsil ediliyor. O dernekleri oluşturan kurumların sektördeki diğer kuruma “pasta ister misin?” dediğini sanmam ama yine de aynı dernek çatısı altında ortak sorunlara karşı mücadele edebiliyorlar.

Sektörün diğer bir sorunu yetişmiş işgücü. Yukarıda cirolar hakkında bazı rakamlar verdim, çok yanıldığımı ve beş katı olduğunu düşünelim. Yine de ne kadar küçük bir pazar olduğunu tespit edebiliriz. Bu da bu sektörde pozisyon tariflerini ve arzı engelliyor.

Satılan reklam ürünlerinin fiyatının Türkiye’deki hemen her alanda ve belki de piyasa ekonomisinin bir gerçeği olarak diğer tedarikçiler tarafından düşürüldüğü söylenebilir. Bunu sektörün değil ama Türkiye’nin nitelikle imtihanı olarak gördüğüm için yazmadan geçemiyorum. Bir sayfa reklamın 500 TL gibi fiyatlarla satılabildiği bir pazardan bahsediyoruz.

Ölçümleme sorunu en önemli sorun demekte sakınca yok. Güvenilir bir ölçümleme ile hem basılı yayınlarda hem de online yayınlarda yayıncılar da, ajanslar da, reklam verenler de daha rahat edecekler ve mimarlık yayıncılığı kurumsallaşmasını daha hızlı tamamlayabilecek.

Faturasız reklam yayını, SGK’sı olmayan ya da SGK primleri tam yatırılmayan medya çalışanı da aslında önemli sorunlar yaratıyor. Ancak bu sorunların önümüzdeki yıl ilk aşaması devreye girecek yeni Türk Ticaret Kanunu ile çözülme yoluna gireceğini tahmin ediyorum.

Mimarlık medyası nereye doğru gidecek? Fırsatlar neler?
Bir araç, platform ya da ürün olarak internet elbette en büyük fırsat. Gayrimenkul yayıncılığında bir fırsat olduğunu düşünüyorum, bu alanda yayıncılık henüz emekleme aşamasında. Diğer bir fırsatın Türkiye’den uluslararası alana yayıncılık olduğunun altını çizmek gerek. Dexigner.com bunun en başarılı örneği olarak tasarım alanının bir internet yayını olarak önümüzde. Mimarlık alanında bunun denemesi worlarchitecturecom.com sitesi ile yapıldı. Şili’den yayın yapan Archdaily hepimize örnek olmalı.

Kişisel olarak tüm bilgilenme ihtiyaçlarımı Twitter çözüyor bugünlerde. Bir yıldan uzun süredir gazete satın almıyorum acaba bir şey kaçırdım mı endişesi ile haberlere bakardım, uzun süredir bu alışkanlığımdan da vazgeçtim.

Mimarlık yayıncılığı medyanın içinde küçük bir pazar ve topluluk da küçük bir topluluk. Ana medyanın içinde bulunduğu sıkıntıların ve ana medyanın gücünün ise hepimiz farkındayız. Medya gücünün politik olarak etkili olabiliyor görünmesi politikanın medyaya ters müdahalesini ve sonunda da işsiz gazetecileri yarattı bugünlerde. Internet öyle bir duruma geldi ki bugün artık o gazeteciler ayrı bir güce dönüşebiliyorlar. Cüneyt Özdemir’in Dipnot denemesi beğenelim beğenmeyelim Türkiye medya tarihinde yerini alacak. NTV’den ayrılan Banu Güven kişisel bloğunu ve Twitter hesabını bağımsız gazetecilik örneği verecek şekilde kullanıyor.

Tüm bunları zaten biliyoruz dediğinizi duyar gibi oluyorum. Şundan söylüyorum: Bugün artık yazıyı yazmak, fotoğrafı ve filmi çekmek önemli. Yakın geçmişte elinizde iyi bir yazınız bile olsa bunu yaygınlaştırmak, kamuoyunun gündemine taşımak olanaksız gibi bir şeydi. Bugün artık nitelikli içeriği oluşturmanız yeterli oluyor, sonra bilgi kendisi yayılıyor zaten. Mimarlık yayıncılığında da bu durumun yansımaları var, bugünlerde çok cılız da olsa ilerleye zamanla etkinleşeceğini tahmin ediyorum.

Julian Assange 2011’deki Yeni Medya Konferansı’nda şunu söylemişti “Gazeteciler zengin mi olacak yoksa halkın yanında mı olacak?

Kağıda basılan gazete kavramı matbaanın icadıyla ortaya çıkıyor ve önemi ve temel formunu koruyarak bugüne kadar geliyor. Artık bugünlerde birkaç yüz yıldır devam eden gazete kavramının –en azından formu itibarıyla- sonuna geldik. İnternet 1980’lerden bu yana devam eden gelişimiyle önce kağıdı bir araç olmaktan çıkardı. Ardından son 10 yılda yaşadığımız sosyal medya dönüşümüyle normal yazar kavramı değişti. Yani geçtiğimiz 30 yılda bildiğimiz medya önce kağıdı, sonra yazarı dönüştürdü. Bugün artık herkes yazar. Sosyal medyada hiç kimliği bilinmeyen ya da bilinen fenomenler var, bazılarının takipçileri normal yayınlardan yüzlerce kat fazla.

Kendi yayınını inşa etmek için sayamayacağımız kadar çok platform var.

Ödüller de bir medya artık. Uluslararası arenada Property Awards, WAF, Architizer Awards gibi ödül programlarına Türkiye’den “Sign Of The City Awards” eklendi.

Medyada yer almanın paylaşım şekli de değişti. Eskiden portfolyolarda biz olan durum önce web sitelerindeki medya bölümlerine oradan da sosyal medya paylaşımlarına dönüştü. Pek çok paylaşımda ne yazıldığından daha önemlisi nerede yer alındığı oldu. 140 karakterle paylaşıldı medyada o ofis adına oluşan görünürlük. Bazen bu paylaşımı yapan mimarlık ofisinin, paylaşıma konu yayından çok daha fazla izleyicisi olabiliyor sosyal medya araçları sayesinde.

Oysa iletişimin özü, söylenenin içeriği ile ilgilenmekti önceleri.

PR şirketleri de değişiyordur herhalde. Basın bülteni göndermek kolaylaştı. Sadece bülten dağıtımı servisi yapan servisler çıktı. Ama medyayı kategorize etmeden yapılan dağıtımlarla basın bültenleri spam klasörünü doldurdu. Esasında bizlerle yapılan iletişim de böyle. “Yazdıklarım hoşunuza gitmiyorsa takip etmeyin.” dediğim bir kullanıcıdan “ama mimarlık gündemi ile ilgili önemli notlar düşüyorsunuz.” eleştirisini alabiliyorum mesela. Takip etmemek de bir tür spam’a eklemek gibi çünkü.

Mimarlık yayıncılığını besleyenin yapı malzemesi sektörü olduğunu biliyoruz ve bu yazıda da daha önce bahsi geçti. Malzeme üreticileri de medyadaki değişime paralel olarak “Kalebodurla Mimarlar Konuşuyor” “VÇMD” “Koleksiyon Mimarları Ağırlıyor” gibi markalarla etkinlikler düzenlediler.

Yabancı bir mimarlık ofisinden bilgi istediğimizde basın kiti hızlı, nitelikli ve eksiksiz olarak geliyor. Türkiye’deki ise hız da, nitelik de, verilerin tam olması da önemli bir sorun. Bunun nedenlerini ayrıntılı araştırmak lazım elbette ama meseleler birbirine bağlı. Sigortasız mimar çalıştırmak da, okullarda mimarlığın aynı zamanda bir iş olduğunun eğitiminin verilmemesi de, Türkiye iş ortamının henüz emekleme safhasında olması da bunun nedenlerinden olsa gerek.

Öte yandan medyanın özü olduğu yerde duruyor. Bugün iyi bir içerik oluşturduktan sonra hiçbir medyaya ve hiçbir markaya ihtiyaç yok. İçerik hedefine kolayca erişebiliyor.

Medyada çok kabaca iki tür içeriğin yer bulduğu söylenebilir. Birisi medya kurumunun kendine dert edinerek kendi gündemini oluşturması. Diğeri ise basın bültenleri, geziler, etkinlikler aracılığıyla medyanın gündemine girebilmek meselesi.

30 yıl önce medyanın bir yayınlama kapasitesi vardı. Medya için yapılan arz talepten çok fazla idi ve medyada yer bulmak zordu. Bugün ise medyanın bir kapasitesi yok. Aylık bir mimarlık dergisi bir sayıda en çok 2-3 bilemedin 4-5 proje yayınlıyorken bugün Arkitera veya Archdaily günde 1-2 projeyi yayına alabiliyor, paylaşımını yapıyor. Bu hızın getirdiği nitelik kayıplarının oluşmaması da olanaksız.

En başa dönerek bir mimarlık ofisi için (yapı malzemecisi ve diğer kurumlar bu yazının konusu dışında) şu soruyu soralım: “Mimar medyada neden yer almak ister?” Soru esasen yönlendirme de içeriyor, daha önce “Mimar medyada yer almak ister mi?” sorulmalı aslında. B2B iş yapan pek çok şirket için PR şirketi çalıştırmanın temel amacı medyada çok az görünür olmak(tı). Evet, soru yönlendirme içeriyor çünkü mimarların çoğunun medyada yer almayı önemsediğini biliyoruz.

Buradan hemen Baunetz Ranking’e bağlanarak açalım. Almanlar’ın yıllanmış yapı sektörü portali Baunetz uzun süredir bir indeks yayınlıyor. Bu indekste mimarlar medya görünürlüğüne göre sıralanıyorlar, ayrıntısı sitesinde var.

Amerikan mimarlık örgütü AIA ise yıllardır AIA Billing Index’I yayınlıyor. ABD yapı sektörünün nasıl gelişeceğini mimarlık ofislerinin ellerindeki işlerden öngörmeye çalışıyor bu indeks ve oldukça kıymetli.

“Türkiye’de bina eleştirisi yapılmıyor…” Yayın üzerine düşünen iki mimar bir araya gelirse bu konu açılıyor. “Dünya’da da yok aslında…” diye devam ediyor tartışma. Yapı eleştirisi yapmak ne demek? Bugünün Türkiye’sinde yapı eleştirisi yapılabilir mi? Planlama ve imar sorunlarının bu denli yoğun yaşandığı bir ortamda nasıl yapılır? Zorlu, Ali Sami Yen & Tekel Likör Fabrikası nasıl konuşulabilir, konuşulabilir mi ki?

Etiketler

Bir yanıt yazın