İzole Bir Kent ve Görünmeyen Hayatlara Dair

Bu kısa öykü, kentin görmezden gelinen bir parçası, ’ev’sizlerin penceresinden; aslında gerçekliğin bizzat olağan sınırlarında konumlanan bir hatırlatmadır. Sokakları yaşamlarının temel bir gerçekliği edinmiş insanların; sosyal izolasyon süreci ile birlikte değişen mekan yaklaşımları, ’ev’ algıları ve kent ile ilişkileri ele alınmıştır.

Yüzünü okşayan hışırtılı bir yel ile uyanarak gözlerini açtı. Karşısındaki cami minareleri kurşun şapkalarını takmış yine, günaydınlar diliyordu ona.Ağrıyordu sırtı, zaten hiçbir zaman rahat olmamıştı çeşmenin mermer teknesi. Onca doldurduğu kartonave daha dün mutlulukla bulduğu süngere rağmen, yine tutulmuştu her yeri. Fakat o oyukluğu yok muydu teknenin, içinde yattığında korunaklı bir yuva misali güvende hisseder, darlığı da sıkı sıkı sarıp sarmalayan bir ana kucağı gibi, mutlu bile ederdi bazen. Burası onun bir bakıma yuvası olmuştu artık, çeşmenin geniş saçağı acıyan gözlerini gölgeliyor, musluklarından kana kana su içip, arındırıyordu tenini. Tek bir korkusu vardı, o da teknesinde uyuduğu musluğun tamir edilmesiydi. Gerçi her sabah erkenden kalkıp serdiği battaniyeyi ve kartonları taşıyordu ama, tamir edildiğinde ıslak kalacak tekneyi yatmadan önce tekrar kurulamanın, hele musluk bozulup kapanmadan sızıntı yaparsa altında barınabilmenin zahmetlerini düşünerek asık bir suratla doğruldu yerinden.Boğazında derin bir sızı vardı, düşmemişti yakasından hastalıkların meretleri. Uyandırmıştı da zaten yine öksürte öksürte gece vakti, ama bu mevsimlerde olurdu hep, kolay mıydıyaşamak şehrin sokaklarında…

Poşetinde biriktirdiği meyveler çürümüştü çoktan. Dışarı çıkmak da yasak ilan edilmiş bugün, öğrenmişti dün gece sokakta konuşanlardan. Duyduğu andan itibaren; aklındaki tek soru, her gün onu dükkanında misafir edip karnını doyuran esnaf ağabeylerinin sabah iş yerlerinde olup olamayacağıydı. Ağrılar ve öksürükler kötüydü elbet, fakat yalnızlık ve açlık en kötüsüydü. Karşısında gördüğü camiye gitmek aklına geldi, bir umut, sokaklar boş olsa da orada birilerini bulabilirdi. Fakat caminin avlusunu da bomboş gördükten sonra, hüzünle kapının önündeki mermere oturdu. Düşünüyordu; diğer günler gibi bir gün olsaydı bugün, bu saate kadar uyuyamazdı, elbet birileri başında korna çalar, haşarı çocuklar eşek şakaları yapar veya çeşmeyi kullananlar kaldırırdı onu yerinden. İyi ve uzun dinlenmişti aslında, ağrılar içinde ne kadar mümkünse!

Bir umut, pek sevdiği esnafların, ağabeylerinin yanına gitmeyi düşündü, zor bir ihtimal de olsa yerlerinde olabilirlerdi .Zaten başka ne yapacaktı ki? Açlığını dindirmenin tek ümidi bu gözüküyordu. Denizin ılık meltemi sokakların arasından süzülerek sert tenine değdikçe, sahile doğru artan bir heyecanla yaklaşıyor, ciğerlerini bu mis gibi kokuyla doldurmak istiyor, fakat ne zaman derin bir nefes almaya çalışsa, aksi bir öksürük onu bu zevkten mahrum bırakıyordu. Kuşları gördü kıyı boyunca , güvercin ve martılar, her gün olduğundan daha fazla toplanmışlardı, sanki fıldır fıldır gözleriyle, bir şeyler arıyorlardı.Sonra birden aynı yerin kalabalıklarla dolup taştığı günleri hatırladı ve yüzünü tatlı bir tebessüm aldı. Aklına simit ve yemlerle kuşları besleyen insanlar gelmişti çünkü.Aynı amaçla aynı yerde buluşmaları ne enteresan tesadüftü! Fakat kendisinin de, kuşların da arayışları beyhudeydi. Yürüdü ve yürüdü, her yer kapalı; onunla kısa ve uzaktan da olsa sohbet eden, sofrasını açan kimse yoktu. Hava ise soğuyor ve yağmur da çiseliyordu yavaştan, sonunda vardı köprüye, bu köprüden yıllardır geçiyordu da, üzerinde balık tutmayanların olduğu zamanı pek az görmüştü. Şaşkındı, koca şehir tüm heybetiyle önünde; onun karşısında da kendisi; tek başına kalmıştı ve adeta selamlıyordu onu uzaktan camilerin minareleri, yalnızlıktan sıkılmışçasına.

Siren seslerinin uğultusu duyuldu birden ve ona seslenen birkaç resmi giyimli adamı gördü.Görevli olmalıydı bu insanlar, ona sokakta ne aradığını sordular. Evine git dediler. Sahi, neredeydi evi? Sokaklardı. Sokaklar yıllardan beri onun her şeyiydi. Anlattı bunu adam, açlığını da anlattı. Bir kaç yiyecek verip, barınaklarda yer olmadığını, bulabilirlerse, haber vereceklerini ama onu bulabilmeleri için yine buralarda kalmasını söylediler .Zaten hep sevmişti burada bulunmayı. En büyük zevklerinden biri, o gün bulabilmişse yiyeceğini, dayayıp sırtını köprünün ayağına, geçen vapurları izlemekti. Fakat bundan da mahrumdu bugün. Canı fena sıkıldı bu işe. Hurcundan çıkarttığı battaniyeyi üstüne sererek saatlerce güneşi, bulutları ve kuşları izledi. Ne seyyar balıkçıların bağırışları, ne turistlerin garip konuşmaları… Sokak köpekleri, kuşlar ve boş duvarlarla başbaşaydı.

Güneş tüm güzelliğiyle kızıla çalıp battıkça, içinden bir ateş de vücudunu kızartıyordu sanki, ağrılar ve öksürüklerin üstüne bu ateş, şanssızlıktan başka bir şey değildi.Kimsenin de yoktu geleceği, zaten bu deniz kenarı soğuğu da, daha fazla çekilecek dert değildi.Yanarken üşümek ne enteresan işti… Aklına her gün teknesinde uyuduğu çeşmesi geldi, hem ona evine git dememişler miydi? O çeşmeydi onun evi, yaldızlı eski harflerle yazıları, mermerden işlemeleriyle süslü mü süslü bir evdi, çeşme teknesinden bir yatağı, ve yanı başında onu buz gibi soğuk suyuyla her sabah yüzüne çaldığında kendine getiren musluğu bile vardı.Oralarda yaşayanlar, çeşme karşısındaki camiye gelenler, herkes onu tanır ve bilirdi, o insanlara, insanlar da ona selam verir ve her zaman olmasa da gülümsemelerini bahşederlerdi. Çok şiddetli değilse yağan yağmurun çeşmenin kocaman çatısında kesileceğini bilir, içine belli belirsiz bir güven dolardı, çok çekmişti çünkü ıslanmaktan.Yol boyunca bunları düşünerek son gücüyle yine çeşmenin mermer teknesinin içine girip üstüne battaniyesini örttü.Adeta takati kalmamış gibiydi.Sokak lambası çeşmenin üstünü aydınlatıyordu.Gözü bezemelere takıldı.Ne güzel meyveler oyulmuştu öyle, kâselerde, dallarda mis gibi meyveler, adeta gözünde renklendi de eline düşecek gibiydi.Ne güzel olurdu tatlı bir üzüm tanesi suyunun kupkuru dilini ıslatması şimdi…

Çocukluğu aklına geldi, ağaç tepelerinde, komşularının meyve bahçelerinde gezindiği çocukluğu.O günlerin özleminin ağırlığı, gözlerine de vuruyordu, hiçbir zaman olmadığı kadar, uyumak istiyordu.Gökyüzüne doğru tekrar baktı, belirdi yine karşısında caminin minareleri, fakat bu defa her sabahki gibi günaydın demek için değil elveda etmek için bakıştıklarını anlamıştı.Tatlı uyku bastırmıştı artık;vücuduna bir ok gibi saplanan teknenin mermeri, sanki onu pamuktan yastıklar gibi sarmıştı bu kez, ılık ve dingin bir suyun üstünde gibiydi adeta, başından akan ter damlaları, zihninin bulanıklığına karışmıştı, sevdiklerini hatırladı, ve özleminin ağırlığı, çöktü gözlerine tekrar, bu defa sonsuza kadar kapatacak kudretle.Yıllardır sokaklara karışmış benliği ve bedeni, hayatın boşluğuna karışmıştı artık, evinin en sevdiği yerinde.Bir çeşme teknesinde teninde süzülen ışıklarla başlayan günü, aynı yerde ebediyete uzandı…

Etiketler

Bir yanıt yazın