İmgesellik ve Şekilcilik

Bir yanda Eero Saarinen’in TWA Terminali. Diğer yanda Hakan Kıran’ın Kabataş Ulaşım Transfer Merkezi. Namıdiğer Martı Projesi. İki farklı temsil, iki farklı mimari ve bambaşka iki farklı sonuç. Biri öyle başarılı ve iyi iken diğeri öyle ucuz ve basit...

İmge ve şekil, ilk bakışta ikisi de aynı manaya geldiği düşünülen iki kelime. Ama detaya inildiğinde farklılaşır. İmge hayalde canlanan, şekil gözle görülen. İmge akla, şekil göze hitap eden. 


TWA Terminalinin ilk bakışta bıraktığı etki

Detaylandırmak için örneklemeli. Öncelikle iki yapı ele almalı. İki temsil. Bir yanda Eero Saarinen’in TWA Terminali. Diğer yanda Hakan Kıran’ın Kabataş Ulaşım Transfer Merkezi. Namıdiğer Martı Projesi. (Martı Projesi için sadece şekil ile ilgili konu üzerine gidildi. Yer, fonksiyon, amaç gibi eleştiriler sadet harici tutuldu.)


TWA Terminali


Kabataş Ulaşım Transfer Merkezi

Yapılar konuyu o kadar güzel tarifliyor ki aslında, yapıların tariflediklerini yazmak kaldı sadece. Yazıyı kolaylaştırmak için örnek verirken, verilen örnek üzerinden “nasıl tasarlanmalı?” sorusu soruldu mecburen. Bu mecburiyet idi, konuyu olgunlaştıran, güçlendiren.

TWA Terminal’inde uçan böcek veya kuşla kurulan ilişki ile Kabataş’a kondurulan martı arasındaki fark, imge ile şekil arasındaki fark gibi. Akla ve göze hitap etmek arasındaki fark gibi.

Bir de son zamanlarda sosyal medyada yayılan bir fotoğraf var ki; konunun en absürt örneği. Karabük Kâmil Güleç Kütüphanesi. Sıralanmış kitapları cephede bir kaplama gibi kullanarak tasarlanması. Daha da kötüsü, halk tarafından mükemmel tasarım diye paylaşılması. Ve “bizde de böyle güzel tasarımlar yapılıyormuş” diye yorumlar yapılması. Sanatsal açıdan baktığımızda komik, toplumsal açıdan baktığımızda üzüntü verici, iç karartıcı.


Karabük Kâmil Güleç Kütüphanesi

Bu örneğe karşılık verilebilecek en güzel örnek kuşkusuz Mısır İskenderiye Kütüphanesi. 1988 de Uluslararası Mimari Proje Yarışması ile elde edilip uygulanan Snohetta’nın projesi. Genel perspektiflerde kullanılan fotoğrafı yerine taş duvarın oluşturduğu etki, konuyla doğrudan ilgili. Kullanılan rölyefler, dizilmiş kitap sırtlarını cephe yapmak ile kıyaslandığında, akla hitap ederek cephede yapıyı çok iyi ifade etmekte.


İskenderiye Kütüphanesi

Peki eleştiriyoruz ama açıklıyor muyuz; bunun sınırları nasıl çizilmeli? Nasıl tasarlanmalı?

Aleni olmadan soyutlamalı, benzetilecekse de tadında bırakmalı. Tadında, yani ilk dokunuşunda. Benzerlik bir an, bir nefes kadar kısa. İlk nefes kadar önemli. O zaman olur benzese de benzemiş denemeyen. Yapıya bakan kişinin, gördüğü ilk an, sadece bir anlık benzetme ile karşı karşıya kaldığı. Ve devamı gelmeyen, şekle bürünmeyen, benzediği formun tek hattını bünyesinde barındıran: en önemli hattını. O hat ki: tariflenen tek bir çizgi ile bütün yapıyı kimliklendiren, bütün zihinlere işleyen.

Kuşun kanadının zaten var olan güçlü karakteristik hattını alıp onun ile iktifa eden, yetinen bir tasarım mantığı. Kuşun kuyruğuna, gagasına, gözüne ve hatta yumurtalarına girmeyen bir tasarım süreci. Kitabın kılıfına, şekline değer vermeyip yazıyı tasarıma dahil eden süreç.

Esasında benzetmeden ziyade anımsatan, zihinde canlandıran bir tasarım. Dillere dökülmeden, şekle bürünmeden, tek bir hat ile zihinde o imgeyi canlandırıp bütün resmi zihinde oluşturan… Yani aklı çalıştıran, imgeselleşen bir tasarım… “İmgesel Tasarım”

İmgesel Tasarım ilk görüldüğü an, göreni düşünmeye iten bir tasarım. Öyle ki kendi düşünüp kendinin bulacağı… Yani yapıyı her görenin kendince bir şeyler bulacağı. Her görenin yapıyı kendince yaşatacağı…

Topluluğa sesleniyor iseniz 12 yaşında bir bireye anlatır gibi anlatır derler. Yani alenen, üstünü kapatmadan, benzetmelere çok girmeden, aklı yormadan… Herkes o an anlamalıdır. Gizli imaları, çok önemli bir nokta olmadıkça kimse sormayacaktır konuşma bitince. Dilden dile dolaşarak önemsenmeyecektir o gizli ima. Orada söylenecek ve orada kalacaktır belki. Konuşma yapılan kürsüde. Sözdür nihayetinde. Yazılması için söylenmemiştir. Duyulması kadardır o sözün kürsüdeki canlılığı.

Ama bir sanat eseri yerinde duracaktır. Her şiir yazıya dökülecek ve belki kitap ciltlerine girecek, her mimari yapı olduğu yerde ve sürekli kullanılacaktır. Her görene, her okuyana hitabı devam edecektir. Alenen ortada olan bir benzetmeye kimse şaşırmaz. Şaşırmış ve dikkatini celbetmiş bir şekilde kimse başkasına anlatmaz, “aslında şu imiş” demez. Zaten nasıl ise öyledir. Giden bakar, açan okur, herkes anlar. Ama içinde ima olan, aleni benzemeden anımsatan, akılda anlık bir iz bırakan, içinde gizem olan… Gizem… Sanat eserini, yapıyı, şiiri her daim tutan canlı öğe. O gizem ki, dilden dile dolaşır, dolaştıkça  merak ettirir, merak edildikçe sanat yaşar, canlılığını korur, etkisini bulur. Çünkü gizemin çözülmesi için aklın çalışması gerekir. Akıl öyle bir etken ki, kendi bulduğu şeyi en önemli kılar. Değerini arttırır, ön planda tutar. O yüzden aklı çalıştıran gizemli olaylar her daim canlı kalır.

Bulmacaların sihri de buradadır. Gizem yatar içinde. Bulmacalar soru sorar, iz verir, sonuca ulaşmanızı bekler. Sizin, kendinizin ulaşmasını… Bulmacalar buldukça zevklidir ve ne kadar ince verilirse ipucu o kadar değerlidir.

Şiirlerde kullanılan benzetmeler bir mısrada olur, belki bir tek kelimede. Orada kalır, detaylandırılmaz. Ne benzetilen, ne benzeyen. İncelik buradadır. Benzetmeyi açıklamaya girdiğinizde şiir olmaktan çıkar. Bırakın nazımı, nesirde dahi tasvir ederken aynı şeyin üzerinden detaya inilmez. Yoksa yazı sıkıcı olmaya başlar, okutmaz kendini.

Bazı filmler de vardır, defalarca izleyip üstüne konuşturur. Başkaları ile birlikte oturup tekrar izlemek istersiniz. “Memento” gibi. Her izlediğinizde, her başka bir grup ile izlediğinizde başka olur muhabbetin konusu.

İslamın sanat anlayışında da benzer etkiyi bulabiliriz. Birebir benzetmeye tereddütlü yaklaşır islam. Birebir yapılamacaktır zaten. O hep temsil olarak kalacaktır. Aynısı olsa da canlı olamayacaktır. Çünkü o sanatın aslını yapan, yaratan “Sanii” olan Allah’tır. İnsan “halife” olarak anımsatır Allah’ın sanatını. O’nun sanatını düşündürür ortaya çıkardığı eser ile. Aklı çalıştırır, tefekküre sevkeder…

Velhasıl, temsil olacak ise eğer bir sanat ederinde “imgesel” kalmalı, “şekilci” olmamalı.

Etiketler

5 yorum

  • ahmet-turan-koksal says:

    Oldukça hoş ve yerinde bir yazı. Tebrik ederim.

    Yalnız Faruk Bey’in kibarsa belirttiği şeyi ben daha sert ve direkt söyleyeyeceğim.
    Hakan Kıran’ın Martı Projesi görsellerde sunulduğu gibiyse (ki yalanlanmadı) imgesel kalması için şekilcilikten uzak olması için AZICIK DA OLSA YETENEK UNSURU içermesi gerekir.

    Sorun kimde bilmiyorum, proje doğrudur yanlıştır onu da ayrıca konuşmak gerekir ama görünen o kadar sarih ki; projeden YETENEKSİZLİK akıyor bir de üzerine FİKİRSİZLİKLE birleşince martı çıkıyor.

    Bak bu kadar sert yazıyorum işte, çıksın itiraz etsin azıcık yüzü varsa.

  • faruk-ozgokce says:

    Sağ olun Ahmet Bey.
    Dediğiniz gibi yetenek de önemli bir etken. Bilemiyorum aksiseda gelir mi 🙂

    Kütüphane ile ilgili de onedio’da şöyle bir galeri çıkmış. Onedio gibi ülkenin en çok takip edilen sitelerinden birinde kitaptan kütüphane tasarımları övgü dolu galerilerle anlatılıyor.
    https://goo.gl/4LulAO
    Halka bu tarz “şekilci” tasarımların yanlışlığı nasıl anlatılabilir ki. Böyle halkın genelinin takip ettiği noktalarda, belki televizyonlarda, belki Ahmet Bey’in(Ahmet Turan Köksal’ın) yaptığı gibi romanlarda değinilerek, laf arası vurgu yapılarak.

    Ama mimarlarımızda dahi bu ayrım net olarak yapılamıyor malesef. Okulda bunu yapmasa da piyasaya çıkınca halk bunu beğeniyor diye yapabiliyor. Çünkü niçin doğru bir tasarım olmadığına kendisi de ikna olmuyor. Bunun en güzel örneği de Timsah Arena diyebilirim.
    Tihsah Arena’nın ilk tasarımı: https://goo.gl/phJvtf
    Timsah Arena son hali : https://goo.gl/HlRyiw

  • cemal-cobanoglu says:

    Hakan Kıran’ın Haliç’e yaptığı köprüyü ofisimin yakınlığı sebebiyle, defalarca, farklı iklim koşullarında deneyimlemiş biri olarak, sizleri üzecek bir haberim daha var. Martı Projesi de, o köprü gibi, sadece yeteneksizlikle değil, teknik bilgi ve yetkinlik eksikliği ile yapılacak ve sonuç olarak, imge ve şekildeki başarısızlıkla birlikte, kullanıcıların hemen hemen hiç düşünülmediği bir proje ortaya çıkacak.

    Zira Haliç Köprüsü’nün ortasına yerleştirilmiş durağa kışın rüzgar ve yağmur nedeniyle ulaşabilirseniz, yazın da ulaşıp beklerken, sera etkisiyle bayılmazsanız, metroya binebiliyorsunuz. (Tabi mimarın asıl amacı, Mayıs ve Eylül ayının sonlarında Arap turistlerin köprünün ortasında durup “selfiya” çekmesi ise ve metro da ek bir işlev olarak mimar tarafından biz yerel halka lütfedilmiş ise, eleştirimi geri alabilirim.)

    Cenevizliler’den kalan surlara, kapılara, silüete, tarihi dokuya verdiği zararı zaten o köprüyü çok beğenen çoğunluğa anlatamıyorsunuz da; en azından kullanım zorluklarından dolayı eleştirmeye çalışıyorsunuz, sonuç olarak “Ama köprü çok güzel oldu” cevabını alıyorsunuz.

    Faruk Bey yazı çok iyi olmuş, TWA ile karşılaştırmalı anlatım hala nerelerde olduğumuzu daha da iyi ortaya koymuş. Elinize sağlık.

  • ahmet-turan-koksal says:

    Hakan Bey Mimar Sinan Üniv. mezunu sanırım. Yahu derslerine girdiğim üniversitelerin en kötüsünün, en kötüsü sınıfında böyle bir proje geçer not alamaz.

    Nasıl mezun olmuş ki?

    Onedio ayrıca içerik kalitesi ve özgünlük konusunda en az bu proje kadar başarısız bence.

  • faruk-ozgokce says:

    Sağ olun Cemal Bey.

    Onedio genel itibariyle kaliteli içerikler yapamıyor evet. Ama bunun yanında büyük bir kitleye hitap ediyor.

Bir yanıt yazın