İç Mekanda Öncü Yaklaşımlar: Mösyö’nün Şakacı Otelleri

Christian Allart, 1997-2005 arasında The Marmara grubu için yaptığı iki önemli otel işinde, bize ait özgün mekânlar yaratan ve kullanıcısı ile mizah üzerinden iletişim kurmayı başaran otellerin iç mekânlarını tasarlamış bir mimar.

Hakkında bildiklerimiz, Antalya ve Bodrum’daki 2 otelin esprili tasarımlarla dolu iç mekânlarında görebildiklerimizden öteye gitmiyor. Bu yetenekli mimarın işlerini tanıma ve kayda alma çabası, artık aramızda olmayan Mösyö için bir saygı duruşu olarak değerlendirilebilir.

Otel dekorasyonu, Türkiye’de rekabetin ve çeşitliliğin en görünür olduğu tasarım alanlarından biri. Ülke gelirinin en önemli 2. kalemini oluşturan turizm sektöründe dekorasyona ciddi bütçeler ayrılıyor ve son dönemde çok sayıda nitelikli ürün verildiğini söylemek yanlış olmaz. Ne var ki dekorasyon-iç mimari konuları, etkinliği olan mimari yayınlarda pek yer bulamıyor.  İç mekân ve planlama alanından iyice koparılmış olan mimarlık dünyamızın bu konuları dert edinmekle uğraşmaya gönülsüz tavrı, yayın dünyasına da yansıyor.

Solda: Christian Allart (Fotoğraf: Ardıç Gürsel arşivinden)

Mimarlık literatürünü yeniden, bu gözle karıştırmama neden olan iyi tasarımcılardan biri Fransız mimar Christian Allart oldu. Türkiye’de öncü ve değerli bulduğum iki işe imza atan mimarı Google tanımıyordu! Antalya The Marmara oteldeki çok ‘renkli’ ama bir o kadar yalın tasarım performansının daha incelmiş bir formuna Bodrum The Marmara otelde de rastlayınca, bu imzaların kime ait olduğunu merak ettim. Her iki yapının mimarları da yakın tanıdığım olduğu için önce onlara sordum. Ama iki mimar da (Bodrum oteli Ersen Gürsel; Antalya oteli Erdoğan Elmas) büyük bir memnuniyetsizlikle, bu konuda konuşmaya isteksiz oldular. Allart’ın yaptıklarını beğenmiyor, onaylamıyor ve iç mekân sürecinin dışında kalmış oldukları için sitemkâr konuşuyorlardı. Olan biteni öğrenebilmek için önce otellerin çalışanlarıyla ve nihayet bu sürecin asıl müellifi olduğu ortaya çıkan Ardıç Gürsel ile görüşmem duruma açıklık kazandırdı.

“Mösyö” lakaplı Fransız mimar, belli ki temas ettiği pek az insan tarafından sevilmişti. Hakkında yaptığım görüşmelerde anlatılanlardan, işine azami odaklı bu adamın, zaman öldüren muhabbetlerden ve ilişkilerden uzak duran, şantiyelerdeki eleştiri tonunu hakaret düzeyine vardıran, kibirli bir yetenek olduğu sonucu çıkıyordu. Allart’ı 2017’de, henüz 67 yaşındayken, ani bir kalp krizi nedeniyle kaybetmiştik. Antalya ve Bodrum’daki tasarımlarında yer ile ilişkisini mizah üzerinden kuran bu ilginç mimarın yaptıkları kanımca çok değerli ve tasarım dünyamızda bu kadar adının geçmiyor oluşu da haksızlık. Açmaya çalışacağım…

Antalya’nın bitmez tükenmez apartmanlar silsilesi içinde devamlı homurdanan asabi mimar halleriyle yol alırken, The Marmara otelin birden geriye çekilerek kent dokusu içinde eyvanlaşan cephesinin pembeli turunculu girişi cezbeder insanı. Kare pencerelerle örülü dev beyaz cephenin altında, derin bir çakıl bahçenin gerisinde, neşeli bir yere davet edildiğinizin ilk müjdesi buradan başlar. Stilize fener dizileriyle oluşturulmuş uzun duvarların önünden renkli girişe doğru yaklaşırken, çakıllı bahçenin içine yerleştirilmiş tek bir zeytin ağacı ve yanı başındaki ahşap kayıkla verilen heykelsi mesajı algılarsınız. Daha kentsel mekândan itibaren tasarım size espriler yapmaya başlamıştır. Kapıdan içeri girdiğinizde esprinin dozu giderek artacaktır: Gireni karşılayan turuncu duvarın üstüne yerleştirilmiş süslü saat ‘zamanı boş ver, eğlenmeye geldin’ der gibidir. Antalya otellerinde alışılageldik dev giriş holleri, şaşaalı resepsiyon bankoları görüntüsünden çok farklı bir mekanda bulursunuz kendinizi. Resepsiyonu, biraz aranarak bulmanız gerekecektir çünkü kontrast renklerle vurgulanmış dev kolonlarla bezeli ‘koridor’ nereye nasıl ilerleyeceğiniz konusunda sizi çaba göstermeye davet etmektedir. Kolonlar arasına yerleştirilmiş resepsiyon, dükkan, wc gibi işlevler, özel tabelaları ve çarpıcı aydınlatmalarıyla, koridorun etkisiyle yarışmayan bir hiyerarşide, geri planda bırakılmışlardır. Anıtsal bir tapınağın içine girdiğiniz duygusunu yaratan giriş holü rengârenk bir geçiş alanıdır. Buradan ayrılıp odanıza doğru giderken, tabelasından çöpüne, her noktasına şakalar serpiştirilmiş dokunuşlarla ortak mekânlardaki esprileri arayıp bulmaya odaklanırsınız.

Esprilerin zirve yaptığı mekân, lobi, restoran, bar, çalışma vb. işlevlerin tek bir hacim içinde düzenlendiği “Tuti” (hepsi bir arada demekmiş) salonudur. Girişin alt kotundaki bu bütünleyici mekânın içinde dev ölçekli kolonlar birer kimlik aracına dönüştürülmüşlerdir. Salondaki parlak renkli mobilyaların tasarımı ve yerleşimiyle esnek bir kullanım alanına dönüşen mekân, kullanıcılarını çok renkli, çok işlevli, neşeli bir atmosferde, bir arada eğlenceli vakit geçirmeye davet etmektedir.

Mösyö yapana dek, 5 yıldızlı bir otelin halısız ve 10×10 beyaz seramiklerle tek geçildiği ortak alanları hayal etmek pek mümkün değildir. Bu çok sesli ama karmaşık olmayan dev ölçekli sosyal mekân, dekorasyon dünyamız açısından önemli bir söz, yenilikçi bir deneme olsa gerektir.

Odalar ise ilk adımda sade ve sakin karşılar misafirlerini. Beyaz püsküllerle perdelenmiş mobilyasız metal askılıklar, zeminde yeniden 10×10 beyaz seramikler, sizi fazlalıklarınızdan silkinip, pencere gerisindeki Bey Dağları’yla ilgilenmeye teşvik eder gibidir. Ama bu meditatif mesajın etkisi uzun sürmeyecektir, içeri doğru ilerlediğinizde pembe yatak duvarı üzerindeki çıplak beton tavan, tezatlığıyla yeniden dikkatinizi mekâna çeker. Gözünüz bu sefer stilize bir ‘Bursa kemeri’ ile taçlanmış açıklığın gerisinde, odaya cıvıl cıvıl renk katan banyo hacmine çevrilir. Cesur renklerin ustaca bir araya getirildiği ve birçok bizden referansla donanmış banyo mekânı da devreye girince, bir yandan sade ve mütevazı, diğer yandan esprili dokunuşlarla ‘yerli-Türkiyeli’ kalabilmenin tasarım üzerinden verilen ustalıklı mesajlarını incelemeye başlarsınız.

Otel dekorasyonunda yerli olma gayretlerine ilişkin çok sayıda örnek var. Türkiye’de özellikle 80’ler furyasından sonra çeşitlenen ve birçoğu ne yazık ki rüküşleşmekten kurtulamayan tasarım denemesiyle karşılaştık. Christian Allart’ın tasarımlarında yerel kimlik, kâh mizah unsurlarıyla stilize edilmiş objelerde, kâh çok tanıdık etnografik ögeleri kullanma biçimlerinde, incelikli mesajlarla ortaya çıkıyor. Bize köklerimizi hatırlattığı unsurlarla birer espri aracı olarak karşılaşıyoruz. Antalya otelindeki banyo detayları, odalar için portakal kasalarından üretilmiş komodinler ve mini barlar, ortak alanlara yerleştirilmiş etnografik objeler… tümünün Mösyö’den geriye kalan kibir görüntüsü ardına gizlenmiş mizah yeteneğinin mekânlarda sergilendiği unsurlar olduğunu görüyoruz. Bu yaklaşımın Antalya’daki önemli katkılarından birini, çinko paspartuları içinde minyatür etkisi uyandıran desenlerle bezeli yuvarlak tabelalar oluşturuyor. Otel için window-paint ile yapılmış 1000’den fazla desenin Ardıç Gürsel tarafından çizildiğini öğrenmek, bu araştırmanın şaşırtan sürprizlerinden birine dönüşüyor.

Ardıç Gürsel’den Christian Allart’ı ve dekorasyon süreçlerini dinleyince, ikilinin ne denli kafa dengi olduğunu ve iki otelin de mekânlarını donatırken, birlikte hayal kurup tasarlamaktan büyük zevk almış bir ekibe dönüştüklerini anlıyoruz. Bodrum ve Antalya otellerinin dekorasyonu sürecinde gelişen bu renkli sinerjinin mekânlara da yansıdığını ve işin içinde sadece ‘Mösyö’nün değil, güçlü öngörüleri ve talepleri olan bir işverenin de katkısının olduğunu görüyoruz.

Antalya The Marmara oteli lobi katı planı

Bu ilişki aslında ilk meyvelerini Bodrum The Marmara otelinde veriyor. Ersen Gürsel-Haluk Erar ekibinin yerine çok yakıştırılan yapılarından biri olan Bodrum The Marmara otel, kasabanın öncü lüks otellerinden biri olarak 1999 sonunda açılıyor. İlerleyen yıllarda çağdaş mimarlığımızın önemli örneklerinden biri olarak kendine onurlu bir yer kazanacak olan yapının iç mekân düzenlemelerine sıra geldiğinde, mimarların taleplere karşı itirazları yükseliyor ve dekorasyon aşamasında tasarım sürecinden uzaklaşıyorlar. Ama kanımca Christian Allart, yapının yalın, ferah, akışkan iç mekânlarında, mekân kalitelerinin altını çizen özel dokunuşlarla, özenli bir yol izliyor. Havuz terası geçişinde orta avluya açılan geçişin karşısına bir koltuk koyup o alanı seyrettirmeyi tetikleyen düzenleme Allart’ın yapının mimari kalitelerine duyduğu saygıyı gösteren iyi bir örnek. Koridorların Bodrum manzarasına açılan noktalarına dikkat çeken objeler yerleştirmesi de. Ancak, mimarların daha sade ve sakin bir iç mekân öngörüsünden farklı olarak otelin yatırımcıları, Bodrum’un popüler eğlence hayatının müjdecisi olacak neşeli bir konseptin peşinde başka bir arayış içindedirler. Bu bakış Allart’ı, tedirgin edici şeffaf WC kapılarından, Mevlüt Akyıldız’ın karikatürize heykelciklerine ve portrelerine kadar yansıyan ‘şakacı’ bir tasarım arayışını hayata geçirmeye yöneltir. Yer duygusu, Bodrum otelinin dekorasyonunda da kuvvetle üzerinde durulan bir tercihi temsil etmektedir.

Otel için sipariş verilen çağdaş sanat eserleri, bizden ve ‘matrak’ ürünler olarak yaratılmışlardır. Mekânlar arasında dolanırken, Mevlüt Akyıldız’ın “Osmanlı beyefendisi” kılıklı büstleriyle kentleri sembolize ettiği bronz heykelciklerinden, sehpaların ayaklarına kondurduğu ana tanrıça edalı kadınlarına tüm otelin içi, keşfettikçe gülümseten köşe-bucak sanatsal esprilerle doludur. Çini, dokuma, bakır, sepet gibi geleneksel zanaatlar, beklenmedik yerlerde, alışılmadık şekillerde karşımıza çıkarlar. İpek suzânilerin tablo gibi duvarlara asıldığı, geleneksel kilimlerin berjer koltuk kaplamasına dönüştüğü öncü örnekleri Bodrum The Marmara’da görürüz.

Lobi odasının tavanına bezemeli bir betonarme döşeme yapmak gibi, teknik olarak oldukça zorlayıcı ve yenilikçi denemeler de vardır dekorasyonda. Restorandaki ikonik kadife sedirde, köşe detaylarına kadar inceltilmiş bir tasarım anlayışı sergilenir. Ana giriş için satın alınmış iki eski ahşap kapı kanadına uydurulmak üzere tasarlanmış kasa çerçevesi, yerine çok yakışan karizması ile daha otele girerken göz almaktadır.

Christian Allart, 1997-2005 arasında The Marmara grubu için yaptığı iki önemli otel işinde de bize ait özgün mekânlar yaratan ve kullanıcısı ile sürekli iletişim kurmayı başaran incelmiş detaylarla donatılmış mekânların yaratıcısı olan bir Fransız tasarımcı. Zamanı için yenilik olan ve sonradan çok tekrarlanan birçok dekorasyon unsurunu Türkiye’de ilk kez onun kullandığını, Bodrum ve Antalya otellerini inceleyince anlıyoruz. İşini son derece iyi bilen, özenle yapan, detaycı ve huysuz bir adam kimliğiyle aramızdan ayrılan bu gusto sahibi tasarımcı, yeteneklerine inanan Ardıç Gürsel’in de desteği sayesinde ülkemize iki özel tasarım alanı kazandırdı. Kendisini takdirle anmamızı gerektirdiğine inanıyorum.

Bodrum The Marmara oteli lobi katı planı

 

* Aksi belirtilmedikçe yukarıdaki makaledeki tüm fotoğraflar Ayça Kobanbay tarafından çekilmiştir.

Etiketler

Bir yanıt yazın