Elinden Her İş Gelen Ekip Arkadaşları Arıyoruz

“Şimdi bak! Bizim ofis mektep gibidir, maddi olarak pek tatmin etmez ama çok şey öğrenirsin” dedi yaşlı kurt. Mimarlığı sevmeme rağmen anlamadığı, hayatımın en önemli yerinde olmayışıydı. Mimarlık için yaşamıyorduk hiçbirimiz. Ama o bir başka yaşamıyordu.

İşyerimden ayrılmış ve hayatımda ilk defa iş aramanın verdiği duygularla ilanlara bakıyordum. O zamana kadar ofislerin aradıkları kriterlerle ilgili dönen geyiğin nedenlerini, istenilenlere baktıkça daha iyi anlıyor ve epey eğleniyordum.

Finale doğru yalandan ekledikleri “takım çalışmasına yatkın” ve “sosyal becerileri yüksek” kriterlerini görünce kahkaha atarak portfolyomu yolladım. Sadece merak ediyordum, acaba aradıkları Louis Kahn ben miydim? Yoksa eski işyerimden ayrılarak büyük bir hata mı yapmıştım?

Karşımdaki bayan çalışmalarıma bakıyor, bir şeylerin ters gittiğini bana hissettirmeye çalışıyordu. Mimar olmadığı uykusunu almış yüz ifadesinden, özenle taranmış saçlarından ve bakımlı tırnaklarından belli olan bu hoş bayan, gözümün içine bakarak ısrarla “şimdi bunların hepsini sen yaptın değil mi?” diye soruyordu.

“Hepsini yapabilsem emin olun buraya değil OMA’ya başvururdum. Sonuçta azıcık vizyon sahibiyiz.” demek istedim fakat çok “atılgan” biri olmadığımı hatırladım. Yine de “yeniliklere açık” birini aradıkları için patronun toplantısı bitinceye kadar beklemeyi tercih ettim.

İçeriye hızlı bir giriş yapan yaşlı kurt, kısa bir selamlaşma merasiminin ardından konuya alakasız bir yerden giriş yaparak “Şimdi bak! Bizim ofis mektep gibidir, maddi olarak tatmin etmez ama çok şey öğrenirsin, maaşını asgari yatırırız, o da zamanla artar. Kalan maaşını da elden veririz. Yeni mezun birinden aslında 3-4 ay verim alamam ama gençlerle çalışmayı seviyorum” diyerek aslında bana ne kadar büyük iyilikler yaptığını üstü kapalı belirtti.

“Mesai ücreti de pek ödenmez, biliyorsun piyasa malum. Arada sırada da hafta sonu çalışırız” diye ekledi. “Ulan zaten şu piyasanın bir gün iyi olduğunu görmedim. İstanbul koca bir şantiyeye dönüşmüş ama hala aynı terane” diyemedim. Başımı sallayarak beklediği onaylamayı hemen verdim. Aslında ben vermedim. Jest, mimik ve figüratif tasvirleriyle zorla aldı. Arada sırada diyerek geçiştirdiği noktada ise ofiste feci mesai döndüğü gözlerinden anlaşılıyordu. Daha işe başlamadan atılan kontra gollerle “sigaraya” başlayasım geldi ama onu özellikle istemiyorlardı.

Sözleri ve 3. sigarası bittiğinde yanaklarından öpüp teşekkür edecek hale getirmişti beni. Bu nasıl bir illüzyondu? Adeta karşısında mavi ekran veriyor ve artık reset atması için gözlerinin içine bakıyordum. Daha isteklerimi bile doğru düzgün belirtemeden iki gün içerisinde iletişime geçileceği cevabını alarak oradan ayrıldım.

Oksijen yaramış, kendime gelmeye başlamıştım. Zorla sığdırdığımız kalıplardan bir türlü çıkaramadığımız mimari ürünlerimiz gibi aradığımız mimar profillerinin de aynı kaderi paylaştığını öğrenmenin ağırlığıyla gerçekten çalışmayı istediğim ofise görüşmeye gidiyordum.

Üsküdar’dan İstanbul siluetine bir kesik attım.

Aklıma daha askerliğimi yapmadığım ve görüşmede hiç sormadıkları geldi.

Gülmeye başladım.

Zaten onlar da Louis Kahn’ı arıyorlarmış…

Etiketler

14 yorum

  • meltem-yazal says:

    esnek çalışma saatlerine uyumlu yazmayı unutmuşsunuz (anlamını hepimiz biliyoruz zaten)

  • murat-aydin says:

    Tolga, yazılarını okurken gerçek ve cesur kişiliğini takdir ediyorum. Fakat, piyasanın gerçeklerini bu denli dile getirmen Arkitera gibi bir siteye ağır geldiğini düşünüyorum. Çünkü, biz burada elimizde kadehlerle kahkaha atmayı çok seviyoruz… (En son sanırım mimarın eve terlikle girmesimiydi yoksa google glass’ı olmayan fakir mimarmıydı neydi orada kaldığımızı hatırlıyorum.)

  • omer-yilmaz says:

    Arkitera gibi bir kurumdan beklemezdim.

  • bahar-bayhan says:

    Tolga’nın yazıları hem konu hem de dil itibariyle çok etkileyici bence. Arkitera.com’un neyi sevip sevmediğine gelince, yorumlarda atışmak yerine yüz yüze anlatmayı tercih ederim açıkçası.

  • ahmet-turan-koksal says:

    Yahu konu ilginç güzel ve hayatın taaa içinden.
    Benzetmeler, göndermeler filan süper süper de

    Asıl anlatım çok zengin.

    Çok beğendim yahu.
    Heheheh

  • ovunc-tarakcioglu says:

    Yaşlı Kurt’a da kulak vermek gerek: İhalelerde yüzde kaç kırmak zorunda kalıyor, az personelle çok iş mi yapıyor, zorla Osmanlı tarzı cephe (?!) mi tasarlıyor, eline diploma alan gençler mimar oldum mu sanıyor, biraz da tecrübe kazanan fazla maaş mı istiyor, BSA bir yandan bastırıyor, tecrübeli elemanı emekli olacak tazminatını bekliyor, büro bir yandan tadilat istiyor, hanım yeni araba istiyor, oğlan yurt dışında okuyor para bekliyor,vs….

    Şaka bir yana, bürolar ayakta kalma mücadelesi veriyor. Öte yandan gençler sabırsız, okulda başka bölümlerdeki arkadaşları yan gelip yatarken, mimarlık okuyarak çektikleri eziyetlerin karşılığını biran önce almak istiyorlar.

    Sonuçta iki taraf da kaybediyor, fakat Yaşlı Kurt’un başındaki sorunlar ne olursa olsun, fazla mesai vermeyerek, sigortayı eksik yatırarak hak yiyor, bu gülüp geçilecek bir konu değil.

  • omer-yilmaz says:

    Biz buna kısaca bok topu derdik eskiden.

  • tolga-senturk says:

    Geçmişten günümüze bazı hatalı davranışların yansımaları sanırım yaşadıklarımız. “Hallederiz abi merak etme” ve “Abi ben o işi ondan daha ucuza yaparım” algısının ürünü sanki. Bu yaklaşım hem işin ücretini, hem kalitesini, hem de çalışanların enerjisini tüketiyor..

    Büroların ayakta kalma mücadelesi verdiği konusuna katılıyorum. Konu gereği bu yaklaşımda olanlarla ilgili bir yazıydı ama genele baktığımızda çalışanlarda hatta tüm aktörlerde sıkıntılar olduğu kolaylıkla gözlemlenebilir.

    Belki bir diğer yazıda…

  • esrnl says:

    Mezuniyetimden 1 sene sonra bulabildigim daha ilk haftasinı yeni doldurduğim isimé gittiğim serviste içimden kahkahalar atmama sebep oldunuz , yalnız degilmisim

  • mehmet-perk says:

    Çok güzel anlatmışsınız durumu. Hangi ofis bu? Neden gizlediniz?

  • murat-aydin says:

    Yücel Dönmez bu kısa yorumum, iyi örnek paylaşacak biri yok mu soruna cevap olabilir:
    Düşler “Sedat Bayrak”, Gerçekler “Tolga Şentürk” 😀

  • ahmet-kacar says:

    Yazını çok beğendim. Tam ben yazayım derken gördüm. Tebrikler louis.
    farklı bir bakış açısı belki ama insanlar mimar değilde köle arıyorlar. Böyle niteliklerde insanları heba ediyorlar.Mimarin sosyal hayatı yok sanki.. Zaten -özellikle büyükşehirlerde- belirli bir kısım para kazanıyor, diğerleri ÇALIŞAN oluyor.
    genel olarak işverenler şunları istiyor(hafif abartılıda olsa):)

    Mimari uygulama ve detay projelerinde en az 3-5 yıl deneyimli
    İleri derecede Autocad programı kullanabilen
    3Dmax, Photoshop, Revit,Archicad, Sketch up, Cinema4d, lumion vb. çizim programlarını kullanabilen
    Keşif, metraj ve yaklaşık maliyet yapabilen
    Teknik, detay ve malzeme bilgisine sahip.
    İngilizce dil bilgisine sahip, tercihen Fransızca, Rusça, Almanca, Arapça bilen
    Farklı disiplinlerle saha uygulamalarında deneyimli ve sahada çalışacak
    Sonuç odaklı, planlama ve organizasyon yeteneği güçlü,
    Takım çalışmasına yatkın, Analitik ve vizyonel bakış açısına sahibi,
    Problem çözme, organizasyon, planlama ve koordinasyon yeteneğine sahip,
    Yoğun çalışma temposu ve esnek çalışma saatlerine uyum sağlayabilecek,
    Seyahat engeli bulunmayan
    Erkek adaylar için askerlik görevini tamamlamış olan
    Tercihen sigara kullanmayan
    🙂 Yerden 300 metre yukarı zıplayabilen
    🙂 Yerli Afrika dillerini konuşabilen
    🙂 Bana para çizip , çıktısını alabilen……..
    İnsanın içinde” .de git” demek gelmiyor mu?

  • ahmet-kacar says:

    Sevgili Mura Aydin kardeşim, çok doğru söyledin:”, piyasanın gerçeklerini bu denli dile getirmen Arkitera gibi bir siteye ağır geldiğini düşünüyorum. Çünkü, biz burada elimizde kadehlerle kahkaha atmayı çok seviyoruz… (En son sanırım mimarın eve terlikle girmesimiydi yoksa google glass’ı olmayan fakir mimarmıydı neydi orada kaldığımızı hatırlıyorum.)”
    Entellektüel olmak başka birşey, con con olmak başka..

Bir yanıt yazın