Doğal Taşların Büyülü Dünyasına Yolculuk

Doğal taşlar pürüzsüz yüzeyleri, serin dokunuşları ve her şeyden önce birbirinden güzel renkleri ve dokularıyla, mimarların ve heykeltıraşların antik çağlardan beri çok severek ve ustalıkla kullandıkları bir yapı malzemesidir. Ancak bu doğal kaynaklarının zenginliği ve kullanım çeşitliliğini tam olarak kavrayabilmek için konuyu uzmanından dinlemek gerek.

Bu açıdan İstanbul Maden İhracatçıları Birliği (İMİB) organizasyonu ile 31 Mayıs 2021 Pazartesi günü saat 16.00’da düzenlenen ve Arkitera tarafından yayınlanan online söyleşi, gerçekten de çok ufuk açıcı oldu. İMİB Doğal Taş Söyleşileri serisinin son konuğu olan Jeoloji Mühendisi Dr. O. Serkan Angı, birbirinden güzel ve bilgilendirici görsellerle izleyicileri adeta doğal taşların büyülü dünyasına bir yolculuğa çıkardı. Her ne kadar bu söyleşiyi aşağıdaki videodan izlemeniz mümkün olsa da, bu olağandışı yolculuğun en etkileyici duraklarını bir mimar olarak buradan tekrar vermek istedim.

Bu açıdan başlıkta yer alan ve turkuaz renklerde olsa da, deseni nedeniyle “soğan-taşı” olarak adlandırılan Yunanistan menşeli olan Cipollino mermerinin antik katrak makinesiyle kesilerek o çağdaki Efes teras evlerde 1 cm kalınlıktaki iç duvar kaplaması olarak kullanılması, atlanmaması gereken duraklardan. Taştaki doğal desenin güzelliği bir yana, onu öylesine ince kesip duvar kaplama malzemesi olarak kullanacak ustalık ve zevke sahip olmak, gerçekten de hayranlık uyandırıyor. Bitişiğindeki yine doğal taş lacivert desenli sütunla olan uyumu ise ayrı göz okşuyor.

Doğal taşlar on bin yıllık bir uzmanlığın izlerini taşımaktadır. Günümüzde, hâlâ aktif olan ve tarihi M.Ö. 2000’li yıllara dayanan birçok antik taş ocağı bulunmaktadır. Bunlar içinde mermer, Roma döneminden beri lüksün ve ince zevkin tanımı olmuştur. Marmara Adası ve Marmaris gibi yerleşim yerleri adlarını bu değerli doğal taştan almaktadır. Türkiye’deki doğal taşlar Anadolu Beji, Anadolu Beyazı ve Siyahı, Elazığ Vişnesi, Marmara Mermeri ve Milas Leylağı gibi birçok farklı desen ve renkleriyle mimar, tasarımcı ve satın alımcılara farklı cazip seçenekler sunmaktadır.

Doğal renk ve desenleri dışında doğal taşların diğer öne çıkan özellikleri:
• Doğal taş orijinaldir; tek tip endüstriyel bir ürün değildir, oluşumunun izlerini yapısında taşır.
• Ekolojiktir; madenden çıkarılması, işlenmesi ve döngüsü sırasında kaybolun bir şey olmaz.
• Bakımı ve temizliği kolaydır.
• Çevre dostu ve hijyeniktir; sağlığa zararlı madde içermez. Gıda üretim alanlarında kullanılabilir.
• Doğal yalıtım sağlar; ısı tutma kapasitesi yüksektir.
• Dayanıklıdır; aşınma direnci yüksektir.

Günümüzdeki teknoloji düzeyi ve Türkiye’deki doğal taş üreticilerinin geliştirdiği yeni teknolojiler sayesinde doğal taşlar otomobillerde dekoratif iç kaplama olarak kullanılabilecek incelikle işlenebilmektedir. Yenilikçi ürünler ayrıca üst düzey kalite ve hizmeti uygun fiyatlara sunulabilmenin yolunu da açmaktadır.

Turkish Stones markasının tanıtımı kâr amacı gütmeyen profesyonel bir kurum olan ve 1976 yılından beri maden sektöründeki tüm ihracat çalışmalarını gözeten İstanbul Maden İhracatçıları Birliği (İMİB) tarafından gerçekleştirilmektedir. İMİB, Türkiye İhracatçılar Meclisi ve Türkiye Tanıtım Grubu’nun bir parçasıdır. 1,8 milyar dolar ihracat hacmi ile dünyanın 1 numaralı mermer ve traverten ihracatçısı olan Türkiye, bazalt ve granit gibi birçok farklı doğal taşı blok ve işlenmiş olarak dış pazarlara sunmaktadır.

Doğal taşların yüksek ticari değeri, günümüze antik çağlardan miras kalmıştır. Roma dönemindeki ortalama 3 gram ağırlığındaki gümüş para üzerinden hesaplandığında, 1 m³ (2,5 ton) mermerin fiyatı 600 Denarius’a, yani günümüzdeki 800 Dolar’a karşılık gelmektedir.

Tarihi yapılarımızda Mimar Sinan gibi dehalar tarafından büyük bir ustalıkla kullanılan doğal taş süslemeler, kemer gibi yapı elemanlarında sadece renk ve desen seçimiyle değil, taşların farklı dayanıklılık özelliklerine göre seçilmesiyle de yüzyıllara meydan okumaktadır. Serkan Angı bununla ilgili olarak, doğal taşlara yönelik hassas başka bir konu öne çıkarmaktadır; böylesi tarihi eserlerin restorasyonunda malzemeyi orijinal taş ocağından elde etmek çok önemlidir. Ağır ve taşıması zor bir yapı malzemesi söz konusu olduğundan, birçok anıt eser en yakındaki taş ocağından yararlanılarak inşa edilmiştir. Ne yazık ki, özellikle İstanbul’da Bakırköy civarında yer almış olan bu tarihi taş ocaklarının çoğu korunamamıştır. Farklı bir taş ocağından getirilen ikame taşlarla gerçekleştirilen restorasyonlar ise hem orijinal taşın yerini tutmamakta hem de dayanıklı olmamaktadır. Tümüyle alakasız “steril” yeni taşlarla yapılan restorasyonlar kadar, tarihi taş yapılarının üstünün sıva ile kapatılması ise içimizi kanatan ayrı bir yaradır. Bu açıdan sanat tarihi bizde ilkokuldan itibaren okutulması gereken bir ders ve aşılanması gereken bir bilinçtir diye düşünüyorum.

Doğal taşlar ve heykeller denilince, ilk akla gelen isim kuşkusuz Michelangelo’dur. İtalya’nın Kuzey Alpler’deki Carrara bölgesinde bulunan kendisine ait taş ocağı halen işletilmektedir. Ocağın cephesinde günümüz sanat yorumuyla oluşturulan Davut heykelinin portesi yer almaktadır. Bu madenin yapısı, çevreyi koruyan yeraltı tesisi olarak işletilmesine izin verdiğinden, taş çıkartma çalışmaları yerüstündeki ağaç varlığı ile doğa korunarak ve toz oluşmadan devam edebiliyor. Ancak Serkan Angı’nın verdiği bilgilere göre, her taş ocağı yeraltı işletmesine uygun değil. Birçok jeolojik faktör bunu kısıtlayabiliyor.

Korumaya yönelik bir başka örnek olarak ise Fransa’nın Marsilya kentindeki milattan önce 5. yüzyıldaki antik Yunan döneminden kalma kumtaşı ocağı verilebilir. Bu tür doğal açık hava müzeleri, bir şehrin içinde hangi geçmiş medeniyetleri barındırdığını göstermenin en etkileyici ve kalıcı yoludur.

Bu resimde görülen ise bizdeki yüksek olasılıkla tescillenmemiş, Roma döneminden kalma bir antik taş ocağı örneğidir. Serkan Angı’dan edindiğimiz bilgilere göre, ülkemiz bu tür yerüstü hazineleri açısından da çok zengindir ve yararlanılmayan büyük bir kültürel turistik (jeo-turizm) potansiyel taşımaktadır. Bu gibi taş ocaklarının cephelerinde yer alan tarihi oymaların ve heykellerin birçoğu ne yazık ki kültür bilincinden yoksun vandalizmin kurbanı olabilmektedir. Ayrıca turizm amaçlı kullanımlar, bizdeki yanlış anlayışla, doğal veya tarihi hazinelerin olmaması gereken yapısal müdahalelerle mahvedilmesi anlamına gelebiliyor. Olduğu gibi korunmaları gerekirken, tümden yitiriliyorlar. Bu açıdan kültür turizmi; jeoloji, arkeoloji, sanat tarihi uzmanlığı ve çevre bilinci eşliğinde geliştirilmesi gereken bir konudur.

Ayasofya’da sonradan eklenmiş olan Omphalion; doğal taşlar kullanılarak yapılan “Opus Sectile” olarak bilinen bir zemin süsleme tekniğidir. Yapıda kullanılan doğal taşların bir “envanteri” niteliğinde olan bu bölgede; Türkiye (Anadolu), Yunanistan, Mısır, Tunus ve Fransa’nın doğal taşları kullanılmıştır.

Laleli Cami’deki Padişah tuğrasının altlığında Fransa (Languedoc) menşeli kırmızı mermer kullanılmıştır. Tüm bu örnekler eski zamanlara ait olsa da, şekil tasarımı ile doğal taşların renk uyumu günümüzde de geçerliliğini kaybetmemiş olan bir estetik bütünlüğü yansıtmaktadır.

Dolmabahçe Sarayı’ndaki dantel gibi işlenmiş Oniks (Alabaster) mermerinden Sultan Hamamı ise taş yontma sanatının zirvelerinden birini teşkil etmektedir.

Kendisi de adeta bir mozaiği andıran ve MTA (Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğü) tarafından hazırlanan Türkiye Jeoloji Haritası’ndan da görüldüğü üzere, ülkemiz bir doğal taş cennetidir. Yukarıda yer alan tüm eserler de ta antik çağlardan beri bu rengarenk yeraltı zenginliğin ürünüdür.

Bu doğal taş hazinemizin dünyada bıraktığı izlerden bazılarına İtalya’nın başkenti Roma’daki Capitolini ve Vatikan müzelerinde rastlamak mümkündür. Kadın büstü Afyon Menekşe (Pavonazzetto) mermerinden, sağ üstteki iki heykel Muğla Göktepe siyah ile beyaz mermerinden, sol alttaki su kasesi Bilecik Vezirhan mermerinden, sağdaki ise Milas Leylak mermerinden yontulmuştur. Kadın büstündeki kumaşın zarif dökümü ve deseni ise günümüz moda dergilerinden alınma gibi.

Desen demişken, Erzurum’da yüksek rakımda oldukça zorlukla elde edilen “Papatya Diyorit” doğal taşının kendisi zaten bir sanat eseri gibi. Kaselere de ancak bu kadar yakışabilen bir doğal desen olabilirdi. Serkan Angı’nın bu jeolojik mirasın kolay elde edilemiyor olmasını, onu korumak adına bir avantaj olarak gören yorumuna gönülden katıldığımı belirtmek isterim.

Bizim gibi jeolojik zenginliğe sahip ülkelerde bu doğal taş hazineleri, kültürel jeoloji yaklaşımıyla jeo-turizm adı altında tanıtılıyor. Cep telefonuna indirilebilen bir haritayla doğal taşların kullanıldığı tüm tarihi yapılar, meydanlar ve çıkarıldıkları taş ocakları için farklı şehir içi yürüyüş rotaları öneriliyor. Bu açıdan IST-STONE gibi bir uygulamanın geliştirilmesi, bu dünya metropolümüzün kültürel jeolojik tanıtımı açısından çok önemli bir adım olacaktır.

Kullanım ömrünü tamamlayan taş ocakları bizde çoğu zaman kendi kaderlerine terk ediliyor. Büyüklüklüleri ve bulundukları topraklardaki doğal yaşam zenginliğine bağlı olarak, bazen büyük bir hızla tekrar doğal bitki örtüsüyle kaplanabiliyorlar. Bazen ise ıssız bir boşluk olarak olduğu gibi kalıyorlar. Söyleşiden edindiğimiz bilgiye göre, Portekiz’deki atıl bir granit taş ocağı oyuğu futbol sahası olarak değerlendirilirken, Çin’deki devasa oyuğun içine tüm dünyada büyük yankı uyandıran bir otel inşa edilmiş.

Görsel: Balkan Prime Tours

Doğal taşların büyülü dünyasına yolculuğun özetini, uzman jeoloğumuzun söyleşinin başında tanıtmış olduğu, sosyal medyada büyük ilgi gören Kuzey Arnavutluk’taki çiftlik turizmi bölgesinde yer alan Mrizi i Zanave adlı otel ve restoranla tamamlamak istiyorum. Bu 18. yüzyıldan kalma taş cepheli çiftlik evinin bir köşesi tümüyle yıkılmış. Atölye Plisatelier ise bu tarihi yapıyı restore ederken, taş cephenin yıkık köşesini yenilemek yerine olduğu bırakmış ve cam açıklık olarak hem dışarıya doğru harika bir manzara sunmuş hem içteki ahşap iskelet ile döşeme tasarımlarının dışarıdan da görülmesini sağlamış. Tarihi bir yapının doğal taş cephesini modern mimarlıkla göz alıcı bir şekilde sentezlemiş. Darısı ülkemizin başına.

İki saate yayılan bu uzun söyleşiyi sıkılmadan ve tarihten günümüze birçok değerli bilgi edinerek izlememizi sağlayan Serkan Angı’ya tekrar teşekkürler.

Kaynak: İMİB Doğal Taş Söyleşileri’nin Yeni Konuğu Serkan Angı
İlgili yazılar: Mrizi i Zanave
Görseller: Başka kaynak belirtilmedikçe, Dr. O. Serkan Angı/Turkish Stones

Etiketler

Bir yanıt yazın