Doğada barınmak için…

İçinde yaşadığımız ve bizi besleyen ortamı zedelemeden, örselemeden, gücendirmeden güzel ve sağlıklı mekanlarda barınmak mümkün mü? - Candan Turhan

Nisbet yapmak gibi olmasın, Ege’de bir zeytinlikte yaşıyorum on beş yıldır. Kendi tasarladığım ve yerel ustalarla, yerel malzemelerle, el emeğim ve alın terimle yaptırdığım bir evim var. Biz insanevlatları mekanları değiştirip dönüştürdüğümüz gibi, alttan alta mekanlar da bizi dönüştürüyor ve evrimleştiriyor. Bu ev bu basit temel nitelikleriyle, yani kendi tasarlamam ve yerel girdilerle kendi emeğimle yaptırmış olmam özelliğiyle, ben otuz iki yaşımda burayı tasavvur edip tasarlarken epey boş alanı olan hayatımı bin bir bana özgü zenginlikle doldurmamı sağladı. Şimdi, evden ayrı ufak bir müştemilat ortaya çıkarmak gerektiğinde bunu da aynı temel niteliklerle inşa etmek ve beni nasıl dönüştüreceğini deneyimlemek, hasılı hayat maceramdaki yerini görmek istedim. Bugünkü hikayemizin ana ekseni işte bu müştemilat ve doğanın ortasında, doğaya sevgi ve saygıyla var olması.

Kutuev adını verdiğimiz yapımız güzel bir yapı elbette, tabii ki güzel olarak tasarlamak oldu amacımız, ama yerinde ortaya çıkmaya başladığı andan itibaren benim için en çarpıcı niteliği “yokluğu” oldu. Ana evin terasından bakınca: yok! Yoldan bakınca: yok! Uzaktan bakınca: hiç yok! Bunu da elbette seçimlerimizle, gerek yer, gerek boyut, gerekse de malzeme anlamında olabildiğince planlamıştık. Yine de yapı ortaya çıkmaya başlayıp ben de bu yokluğu fark ettiğimde içimde sevinç çığlıkları attım: Yaşasın, doğa bana gücenmeyecek!

Bu mücadele zaten temelde başlamıştı. Herkes beton dökmeye ne kadar meraklı… Mühendisinden ustasına, malzemecisine herkesin ağzından ilk çıkan, “Şöyle ince bir beton atalım,” oluyor bir mekan oluşturmak gündeme geldiğinde. Buna alternatif araştırmak ise delilikle bir tutuluyor aslında. Tabii demirden korksak trene binmezdik, bunlar aşina olduğumuz mücadeleler! Deli gözüyle bakılmayı önemsemeyerek burnumun dikine, daha doğrusu elimdeki verilerin dikine ilerledim: Zemini tanıyoruz, zemin kayalık ve sağlam. Yapı ise mühendis tasarımı küçük bir çelik konstrüksiyon. Yapıyı birkaç sağlam ayak üzerine monte edemez miyiz? Şu işe bakın, edebilirmişiz! “Şöyle ince bir beton atmaya”, 100 metrekare toprağı havasız, susuz bırakmaya hiç de gerek yokmuş.

Ama hikayenin ortasından başladım… Başına dönelim: Ege’deki zeytinliğimde bir ufak müştemilat yapmam gerekiyordu, demiştim. Her insanevladı gibi benim de yaşım ileriye gittiğinden, yapmak istediğim çok şey ve olmak istediğim çok yer olduğundan, istediklerimi bir parça destekle daha rahat yapacağımdan, misal bahçeme daha iyi bakıp, daha bol sebze ekebileceğimden ve tavuk hindi besleyebileceğimden, evimi temizlemeye, alışveriş yapmaya, odun taşımaya veya tamirci başında durmaya kullanacağım zamanla da dünyaya daha yararlı şeyler yapabileceğimden bir destek kuvvet ihtiyacı duyuyordum.

Bir ufak ailenin yaşayabileceği bir ufak ev yapmak için bahçede bir yeri de gözüme kestirmiştim ne zamandır. Enerjimi toplayıp kendime hadi dediğimde bu yere alıcı gözle bir baktım ki, kafamda bir anda yepyeni ampuller yandı: O kadar güzelce dünyadan kopuk, asırlık zeytinler arasında, doğanın içinde gömülmüş bir noktaydı ki, benim de orada bir çalışma odam olmalıydı! Yakın geçmişte okuduğum, George Bernard Shaw’un bahçesindeki yazı kulübesi düşüncesi ufak ufak kafamda kök salıyordu ne zamandır. Çünkü -yazanlar bilir- yazmak için evden ve gündelik sorumluluklardan kopabilmek gerekir.

Çevreye saygılı bina arayışı

İşte bu nedenlerle müştemilatın bir kenarında, hem içerden hem dışardan girişi olacak, duruma göre müştemilatla birlikte veya müstakil olarak kullanılabilecek bir çalışma odası yaptırmaya karar verdim. Evin yerleşebileceği açıklığın kabaca ölçülerini aldım ve amatör tecrübelerimle bir plan çizmeye koyuldum. Mevcut açıklığı kepçe gibi agresif yöntemlerle genişletmeye hiç yanaşmadım; doğaya, ağaçlara, hatta ağaç köklerinden fışkırmış delice fidanlara dokunmadan en fazla kazmayla alanı düzletmeyi ve meyil aşağı kalan kısma arazinin kendi taşıyla kuru duvar desteği yapmayı kabul ettim. Bu şekilde ortaya çıkan alana, asgari gereklilikleri karşılayacak bir ev ancak sığıyordu zaten: Ufak birer ebeveyn ve çocuk odası, banyo, açık mutfaklı salon. Bir kenara da benim çalışma odasını bitiştirdim, oldu mu 50-60 metrekare bir Kutuev. Mekanı ve planı kabaca ortaya çıkınca, artık doğanın ortasında yer alacak bu barınağı nasıl yaptırabileceğimi araştırmaya başladım…

Buraya yapılabilecek en pratik, en hesaplı, en estetik ve çevreye saygılı binayı arıyordum. Konteyner evler vardı evet, ama hem estetikte hem de köy yollarını zorlayacak olan nakliye gereksinimleriyle sınıfta kaldılar. Prefabrike evler tüm gelişmelerine rağmen benim doğayla barışıklık ölçütlerime uyamadılar. Taş ev hem yapması uzun süren, hem maliyetli ve uğraşlı bir seçenekti. Kerpiç zaten bu bölgede kullanılmıyordu. Saman ev yapımını bilen ustayı bulmak ve onu burada çalıştırmak mutlaka baş ağrıtıcı bir şey olurdu (mevcut evimin yapımında taş duvarları çamur harçla örmek için ustalarla ne kadar savaşıp, sonra sevmeden baştan savma yaptıkları bu işten nasıl yıllarca çektiğimi hatırlamak, bu mealde iyi bir örnek oldu). Kütük evler ise daha çok soğuk coğrafyalara uygun, karlar altındaki ormanların içinde uyumlu olacak yapılardı.

Kaldı bize hazır ahşap evler… Sora danışa araştıra elimde yüksek kaliteli, ithal ahşap evler yapan iki firma kaldı. Onlarla görüşüp çalışmalara başlarken umutluydum. Ama amatör planıma daha profesyonel çözümler geliştirememeleri biraz umudumu kırdı. Yine de kabataslak fiyatlar verdiler, malzeme seçeneklerini sundular vs. derken, tam da bu aşamada beklenmedik bir gelişme oldu: Daha önce birlikte bir ufak iş yaptığımız mimar yakınım FA, laf arasında konusu açılınca bir göz attığı plana takıldı kaldı…

Elimizdeki mekanda, ihtiyaç duyduğumuz konutu daha hoş bir planla çözmeye talip olan FA’nın planı gerçekten de çok cazipti: Ev ile çalışma odası arasında yer alan bir ufak avlu, hem iki üniteye ayrı ve korunaklı birer giriş sağlıyor, hem de avluda yer alacak ufak bahçeyle evin daha da doğayla bütün algılanmasını sağlıyordu. İç mekanlardaki optimal çözümler de cabası. Ama tam da açıklanamayan bir şekilde, kapalı alan metrekaresi önceki planla hemen hemen aynı olan bu plana firmalar önceki kabataslak fiyatlarının, yani bütçemizin üç katı fiyat verdiler. İşte işlerin bambaşka bir dönemece girmesi de bu noktada gerçekleşti!

Mimar FA bir önceki deneyimimizden de yola çıkarak, bu yapıyı prefabrike olarak K şehrinde ürettirip demonte olarak İ şehrimize naklettirebileceği, burada yerinde hızla monte edilerek tam gönlümüze ve bütçemize göre olabileceği konusunda bastırdı. Bu işin hazır ahşap ev yaptırmaktan daha fazla zaman ve enerji talep etmeyeceği konusunda da beni ikna edince, böylece başladı Kutuev maceramız.

Tüketimi minimize etmek

İşin en profesyonel olması gereken çelik konstrüksiyon kısmı K şehrinde, FA’nın daha önce çalıştığı ekiple, bir profesyonel tarafından çizildikten sonra onun gözetiminde üretildi. Bu çelik paneller, hazır ahşap evlerdeki mantıkla, içten ve dıştan ahşapla kaplanacak, iç ve dış duvarların arasında da yalıtım malzemesi yer alacaktı. Dikey olarak kullanılacak ahşap malzeme ısıl işlem görmüş kalitede olacaktı, dış cephede thermowood, zemin ve tavan dahil iç cephede ise fırın kurusu denilen malzeme. Ahşabın da, finişinin de seyrek bakım ihtiyacı duyacak özellikte olması esastı.

Bu aşamada, doğaya saygılı seçimler konusunda birkaç kelam şart: Doğayla dostluk anlık değil, kalıcı bir kavram. Bu kavrama göre her türlü tüketimi minimize etmek gerekli. Bunlar arasında işgücü de var elbette. Hem yapım aşamasında, hem kullanım ömrü boyunca bir yapının asgari tüketim yapmasını seçmek gerekiyor. Bunun içinde ahşabın finişinin yenilenmesi de var, çatı suyunun sağlıklı tahliyesi de, ısı izolasyonunun sağlamlığı, avlunun temiz tutulması, bitkilerin doğal olarak güneşten yararlanması, camların en az kirlenmesi, evde hava dolaşımının doğal olarak oluşması vb de. Yoksa “Ne gerekiyorsa yaparız, yaptırırız!” denirse ortaya çıkacak yapı doğayla dost bir yapı olmaz.

Çatımızı başta tek kırma olarak düşünmüştük ancak yapı planı ortaya çıkarken bunun daha da basitleştirilebileceğini, çok hafif eğimli düz bir çatının ”çevreye daha az çentik atacağını” fark ettik. Bina yüksekliği düşecek, daha düşük maliyete daha iyi ısı yalıtımı ve daha az görünürlük olacaktı. Yine başlangıçta, dıştan ev duvarlarıyla bütünleşecek şekilde ahşap olarak düşünülen çatı daha sonra şekil değiştirdi: Önce daha da iyi yalıtım amacıyla mıcır döşeme yapmayı düşündük, sonra bunu bir adım ileri götürerek “Neden yeşil çatı olmasın!?” dedik. Gerektiği kadar minimum bir derinlikte havuz yapıp altını gerekli yalıtım malzemesiyle kapatarak içini 5-10 santimetre yüksekliğinde en ufağından mıcır dolduracak, daha sonra burada yetişebilecek sukulentlerle kaplayacaktık çatıyı. Böylece yazın sıcaktan kışın soğuktan korunacak, yukarısında kalan ana evden görüntüsü de daha hoş olacaktı.

Orijinal düşüncemizde çelik konstrüksiyon paneller şeklinde hazırlanacak, her panelin ahşap kaplaması yine K şehrinde yapılacak ve paneller hazır şekilde nakledilecekti. Böylece İ şehrindeki yerlerine ulaştıklarında paneller birbirine monte edilecek ve Kutuev bitiverecekti. Fakat tüm orijinal düşünceler gibi bu da çeşitli deformasyonlara uğramak zorunda kaldı. Çelik paneller çeşitli zorluklarla çıplak olarak yerlerine nakledildi; bu zorluklara vinç yokluğu, yol kısıtlamaları ve işverenin verdiği bilgilerin yüklenicilerce göz ardı edilmesi gibi etkenler yol açtı. Bu nedenle yükleniciler saatlerce nakliye yapmak için ter dökerken, bu satırların da yazarı olan işveren hiç istifini bozmadan kahvesini yudumladı.

Çelik konstrüksiyonun nakledilmesi başarıyla tamamlandıktan sonra, daha önce teraziye alınmış altı adet 1 x 1 metre beton ayağa montajı sorunsuz ve hızlı gerçekleşti. Bu arada yapıda kullanılacak ahşap malzeme de iki ayrı tedarikçiden yerine ulaşmıştı. Bu aşamada yerel bir inşaat ekibi devreye girdi: Ahşap malzeme ölçüye göre kesilerek çelik konstrüksiyona monte edilmeye, dış ve iç katmanlar arasına mimari ekip tarafından uygun bulunan ısı yalıtım malzemesi yerleştirilmeye, bunlar tamamlanırken çatının kaplamaları ve su yalıtımı yapılmaya başlandı. Gereken aşamalarda sıhhi tesisat ve elektrik tesisatı çalışmaları yine yerel ustalar tarafından yürütüldü.

En iyi çözüm, en basit çözüm

Bütün bunlar yapılırken tüm çözümler doğaya saygı ve minimalizm çerçevesinde arandı, tabii güvenlikten ve estetikten ödün vermeden. Kutuev’in öncelikle yerleşimi doğaya saygı çevçevesinde ve pasif solar tasarım ilkeleri göz önüne alınarak düşünülmüştü. Isınmanın kolaylığı için, konumlandığı noktada kuzeye nerdeyse sağır bir duvar verilmiş, soğuk rüzgarların geldiği doğu yönünü de arazideki doğal eğimin getirdiği yükseklik siperlemişti. Bunun ardından güneye bakan pencereler alçak kış güneşini azami alacak şekilde planlandı, böylece kışın doğal güneş ışınlarıyla bir miktar ısınma sağlanacaktı. Ayrıca ev bölümünün salonunda merkezi bir konuma bahçedeki doğal budamalardan elde edilen odunların kullanılacağı bir soba, iki yatak odası ile banyoya birer tane yüksek verimli Nobo ısıtıcı konacağı düşünüldü. Çalışma odasının da ısınması ufak bir soba ile çözülecekti. Zaten tüm yapıda ustaların ve malzemecilerin yeterli gördüklerinin yaklaşık iki katı yalıtım malzemesi kullanılarak ısı kaybı minimize edildi.

Yalıtım malzemesi, yazın da ısı alımının minimize edilmesinde önemli rol oynuyor elbette. Ege bölgesinde dahi klima kullanmadan yaşamak mümkün; tabii basit pasif solar tasarım ilkeleriyle hareket ederek basit çözümler yaratırsanız. Yaz güneşi dik geldiği için güney açıklıklarından içeri giremez; bu açıdan çatı izolasyonu önem taşır. Güneşin alçaktan geldiği saatlere dikkat etmek gerekir: Sabah doğudan ve akşamüstü batıdan güneş ışınını içeri almamak üzere düzenleme yapılmalı, bu yönlerdeki camlar kısıtlanmalı, güneş kesen cam seçilmeli veya dışarı yazın yapraklanan bitkilerle gölgelik yapılması planlanmalı.

Biz de elimizdeki planı mümkün olduğunca bunları hesaba katarak çözümledik. Kalanını da ev kullanılmaya başlandıktan sonra gerektikçe geliştirilmek üzere esnek bıraktık. Güneş etkisine ek olarak rüzgarı da hesapladık: En azından birer açıklığın rüzgar gelen güneye ve serin kuzeye bırakılması, yazın havanın serinlediği akşam saatlerinde camlar açıldığında serin havanın içeri dolmasına imkan verecekti. Sabah ilâ öğlen saatlerinde, yani hava ısınmaya başlarken tüm camlar kapatılınca da ev akşama kadar serin kalacaktı. Bu amaçla güneye ve batıya bakan açıklıkların kalın perde veya pancurla desteklenmesi de söz konusu olabilir. Bu düşüncelerle şekillendirilen doğramaların açılanları sineklikli yapıldı ve açılması gerekli olmayan doğramalar sabit planlandı. Camların tamamı ısı yalıtımlı, güneşi kesmesi istenenler de UV korumalı seçildi.

İç kapılar da basitlik ilkesiyle minimum sayıda istendi; yatak odalarıyla banyoya birer hazır kapı alınarak ara hol gerekirse perde cinsi bir çözüm yaratılmak üzere kapısız bırakıldı. Çalışma odasının tuvalet ve depo bölümlerine de birer ayrı kapı yerine tek bir sürgülü kapı planlandı. Ev bölümünün ve çalışma odasının dış kapıları, sanayiden bir demirciye depo tarzında düz demir kapı yaptırıldı. Dış kapı kolu olarak da yine el emeği göz nuru, budanmış zeytinlerden doğal olarak şekillendirilmiş birer kapı kolu bendeniz tarafından yapıldı.

Tüketimin asgariye indirilmesi ana ilke demiştik. Elektrik tesisatı yapılırken de bu doğrultuda, emeği asgariye indirmek için dış kapı ile müştemilat arasında ve müştemilatla ana ev arasında kolay iletişim kurulacak bağlantılar yaptık. Sıhhi tesisatta bu ilkeyi daha çok ev planını çözerken kullandık ve su tesisatı olan mekanları birbirine yakın ve dış çeperde planladık. Su deposunun evin çevresinde ölü bir yerde konumlanmasına, doğal elementlerle örtülmesine dikkat ettik.

Doğayla savaşmak yerine…

Özetle Kutuev’in her adımının doğaya saygılı olması bizim için öncelikli idi. Hem inşası esnasında yapılacaklar, hem bittiğinde kaplayacağı yer ve görünüşü, hem de kullanılırken çevreyle barış içinde işlev göstermesi açısından her adımı ayrı ayrı değerlendirerek ilerledik. Elbette ki ağaçlar, yabani otlar, toprak zemin ve delice fidanlardan oluşan bir yerde insanların uygarca barınacağı bir mekan istendiğinde bir travma yaratmak kaçınılmaz… Ama bu travmanın saldırgan, saygısız ve sert olması ile nazik, düşünceli, “hafif” olması arasında dağlar kadar fark var. Bu farkı yaratmak için ise sadece bakış açımızı değiştirmek yeterli: “Canım ne isterse yapabilirim,” yerine, “Ne kadar az müdahaleyle istediğimi elde edebilirim?”

Bu bakış açısıyla mimar FA ile işveren bendeniz hem doğaya asgari çentik attığımız, hem ortaya zeytin ağaçlarından çok da ayırt edilmeyen bir yapı çıkardığımız, hem de yapımız yaşamını doğayla savaşmak yerine onun etkenlerini kullanarak geçireceği için gururluyuz!

Etiketler

Bir yanıt yazın