Çöp Tenekesindeki Mimarlık

Çöp tenekesi işe yaramayanların, umursanmadan fırlatıp atıldığı bir yerdir. Paul Klee’nin elinin hemen altında olduğunu bir zamanlar bir yerlerde okuduğum özel yeri ise buna ters bir örnektir. Klee, günlük işleri yaparken, buraya ileride birgün kullanabileceğini düşündüğü uçarı fikirlerini, küçük notlarını, krokilerini atar. Onun akıl çekmecesi ya da akıl kutusu olur. Yıllar içinde bu çekmeceye atılanlar belki de giderek Klee’yi, gerçek Klee, usta ressam Klee haline getirmiştir.

İşe yaramayanların tenekesi ya da kutusu olmanın aksine, burada işe yarayanlar, akılda kalması istenenler yer alır. Benzer bir şekilde sanatçılar, mimarlar da genellikle unutmak istemedikleri anlarını, krokilerini, özenle arayıp buldukları eskiz defterlerine kaydederler, çizerler ve notlarını alırlar. Eskiz defteri ya da skeç defteri de bir çeşit akıl defteridir. Bırakın kafada tasarlamayı ya da bilgisayarla, kağıt kalemle tasarlama anını, yemekte dostlarla sohbette bile bazılarımızın peçetelere çizdikleri bilinir. İşi bittikten sonra buruşturularak çöpe atılmak için imal edilmiş, yumuşacık kağıtların üzerine bile düşüncelerin, projelerin izleri dökülür. İlham perileri bu defa krokilerin, eskizlerin çizildiği peçeteler üzerinde dolaşır, durur.

Ama her ne şekilde, hangi kalemle ve hangi kağıda yapılırsa yapılsın, sözünü ettiğimiz çizimler, yaratılar, düşler ile çöp tenekeleri arasında, uzaktan uzağa, büyülü bir bakışma sürer gider. Pek farkında olmasak da mimarların yanında, hem fiziki hem de soyut anlamda hep bir çöp tenekesi, kutusu, kovası ya da sepeti dolanır durur adına ne dersek diyelim. Bilgisayarların masa üstlerinde, masalarımızın altında sanki eskiz kağıtlarının tortop edilerek atılmasının beklendiği bir yer olur her zaman. Başka bir dünya, biraz sonra yok edileceklerin dünyası vardır burada. Çöp tenekesinin varlığını, aslında ne kadar önemli olduğunu da ancak çöpler toplanmadığında, yer gök çöp dolduğunda ya da her yer perişan olduğunda anlarız.

Çöplerin atılması, toplanması, çöplüğe götürülmesi, yok edilmesi ve hatta bir kısmının geri dönüşümlü olarak tekrar kullanılması apayrı bir seremonidir. Bir çok kişi bu oyuna katılır. Çöp seremonisi, yaşadığım kuzey ülkesi Finlandiya’da ise buraya özgüdür. Akşam saatlerinde, siparişleri alıp vermek ya da çöpünüzü toplamak için kapınızı kimse çalmaz. Kapıcılık müessesesi yoktur. Sevimsiz bir iş olsa da, eminim, bu ülkenin başbakanı dahil herkes kendi çöpünü kendisi alır, götürür, döker. Oturduğunuz yer bir apartman ise hemen altında, girişe yakın, içinde metalden ya da kalın dayanıklı plastikten yapılmış, hani çöp kamyonunun şöförünün arabanın arkasında neredeyse kulağından tuttuğu gibi boşalttığı ve sonra otomatik olarak orada asılıyken yıkayıp yerine koyduğu türden, sekiz on tane büyük dikdörtgen çöp tenekesi olan bir yer vardır. Bu mekanı herkes kendi anahtarı ile açar. Çöp yerleri, binaların büyüklüğüne, ayrık ya da bitişik olmalarına, apartman ya da ev olmalarına göre değişir. Hatta çöpler için ayrılan mekan, yapılardan ayrıdır ve kolayca ulaşılabilir bir yerdedir. Kısacası çöplerin dünyası, girildiğinde ışığı yanan, herkesin torbalarını bağlayıp tenekelere attığı, insanların biribirleriyle karşılaştığı, günün telaşı içinde selamlaştığı bir mekandır. Planlamada önlemi alınmaya çalışılsa da, kokusu bir yana, bir de arkanızdan kapı otomatik olarak kapanınca insan elindeki çöplerle ortada kalır. Bir an önce işinizi görüp, çıkıp gidersiniz ya da gitmek istersiniz.

İsännöitsijä
Yaklaşık bir yıl kadar önce Terttu aradı. Helsinki dışında bir bölgede Tuusula’da gündemde olan bir projeden söz etti. Bahçe düzenlemeleri ile peyzaj işleri yapan, bitki ve ağaçların dikilmesi ile park, bahçe işlerini iyi bilen sevgili Terttu ile uygun bir gün buluştuk. Sözünü ettiği sitenin olduğu, ormanlarla çevrili Tuusula’daki, Haukkamäki denilen bir yere geldik. Yolun kenarında çok da özelliği olmayan, sıradan, üç dört katlı beton bloklar vardı. Bir bölümü derme çatma kapatılmış bir otoparkta durduk. Girişlere dik, aynı eksendeki biribirinden ayrık, yola yakın tarafta diğer büyük otoparkta diğer uçtaki blokların önündeydi. 60’lı yıllardan kalmış, planda U şeklindeki beton blokların iç tarafındaki ağaçlarla, kayalarla kaplı bahçesi dikkatimi çekti. Burası bu betonlara, kontrast iç dünyaya, yaz kış hayat veriyor diye düşündüm. Yolda yürürken üç beş kişi ile selamlaştık. Dairelerde orta halli insanlar yaşıyormuş. İleriden Terttu’nun eliyle işaret ettiği, sitenin kendisinden sorulduğunu söylediği “isännöitsijä”* yanımıza geldi. Paula’nın üzerinde iş kıyafetleri ile kalender bir hali vardı. Daha önceden bazıları ile bir araya geldiğim, kentli, takım elbiseli, kravatlı “isännöitsijä”lara benzemiyordu. Tanıştık. İki bayan ile birlikte konu ile ilgili sohbet ederek çevreyi gezmeye başladık.

Ana yoldaki iki ayrı yerden, hem yayaların, hem de araçların gelişi ile oluşan yoğunluk ile giriş olgusu üzerinde çalışmanın buraya bir karakter verebileceğini konuştuk. Girişleri abartan, örtüleri ile insanlara arabalara davetkar, onlara merhaba diyen, yeşili ile, parkları ile bir bant oluşturulabilirdi, bir avan proje çalışması yapılabilirdi. Biribirlerinden uzak aynı eksende iki tane derme çatma, çöp barakası gözüme çarptı. Biri çamaşır makinelerinin ortak kullanıldığı, isteyenin çamaşırlarını gelip yıkadığı, bir bloğun yanındaki mekanın yola bakan duvarına yapışmıştı. Yeni çöp mekanlarının tasarlanması, duvara yapışık çöp barakasının ise yol kenarına çekilmesi isteniyordu. Bu arada ortak çamaşır yıkama mekanı da dahil olmak üzere zemin kat etrafındaki bahçeden, zemin katlardan kullanılan diğer bazı depo ve toplantı mekanları için 6 girişin üzerine sundurma yapmak, ya da bir anlamda kapı önü için girişler oluşturmak istenen projenin bir başka yanıydı. Sonuçta bu ilk görüşmeden sonraki karşılıklı yazışmalarla, otoparkların örtülmesi daha sonraki bir aşamaya bırakıldı. Yapılması istenen, iki çöp barakası ile 6 girişin yapılacağı mütevazi bir hale döndü. Böylece betonların yanındaki çöplerin dünyasına ve girişlerin dünyasına adım atmaya başladık. Çöplerin arkasını görmek ilginç olabilirdi.

Sahne
İnce uzun volümler yapmaya karar verdik. Eskizlerde giriş önce uzun dikdörtgen mekan eksenin uzantısındaydı, ön taraftaydı. Her bir volüm için bir tane idi. Bu uzunlama hali ile Batı Anadolu kıyı bölgelerinin antik yıldızı olan basit megaronlarını andırıyordu. Ya da abartılı olarak onu böyle görmek istiyordum. İlk baştaki fikir bu megaronun çok kaba olmasıydı. Dahası delik deşik olmalıydı. Işık bir başka gelmeliydi içeriye. Bu ışık ve gölge oyunlarının ülkesinde, binlerce yerden, biribirinin üzerine ışık süzülmeliydi çöplerin üzerine. Dikdörtgen uzun volümün en ucundaki ahşap kaba duvarda günlük kullanım için ve de toplayıcının kullanacağı bir kapı vardı. Hatta çöpleri toplayanın geldiği, daha öncesi küçük açılan kanadın olduğu, bütün duvar kale kapısı gibi üzerindeki kapısı ile birlikte yere düşmeliydi, mekanın rampası olmalıydı. Açıldığında ışığın sel gibi içeri hucum edeceği bir yer olmalıydı. Bu fantazi ile girenler çıkanlar, çöp dökenler, çöp toplayanlarla arada bir düşen kapı hoş olabilirdi. Ama Finlandiya’nın karıydı buzuydu, olurdu olmazdı derken ilk anda devreden çıktı. Sonra, kapalı içe dönük bir volümden vazgeçtik. İçi dışında, ya da dışarısı içinde olan kulübeler, girişler yapmaya karar verdik. İlk akla gelen fikir, bu mekan doğa ile bütünleşerek etrafına anlam veren bir installasyon fikriydi.

Gelen gidenin, orayı kulananların bir anlamda oyunun aktörü olduğu otoparklardan, girişlerden, balkonlardan içi görünen, tiyatral, basit volümler olmalıydı. Şeffaf üst örtünün altındaki volüm arada boşluklar bırakılıp, kesik kesik de olabilirdi. Tül gibi volümlerin içinde farklı bir oyun olmalıydı.

Daha sonra uzun dikdörtgenin girişleri yanlara kaydı. Bir tarafta günlük kullanılan diğer tarafta şöförün yani çöp toplayıcının kullanacağı biri küçük iki kapı yüz yüze geldi. İçeride, iki yanda sıralanmış karton, kağıt ve karışık çöpler için karşılıklı 3’er büyük kutu ile sonda bir yada iki, toplam 7 – 8 çöp kutusu ile giriş yanında metal, cam ve biyolojik çöpleri koymak için 3 – 4 tane küçük olanı yer aldı. Altta basit beton bir kaideye oturan uzunlamasına mekanın tavanı dahil her yanı yarı geçirgen düşünüldü. Volüm kuş kafesine dönmüştü. Üst cam örtü daha sonra kara dayanıklı, şeffaf plexiglas olarak düşünüldü. Finliler’in geleneklerinden gelen, Aalto ile her yanda bina içlerinde ve dışlarında gerek dekorasyon gerekse ayırıcı duvar olarak kullanılan, Säläikkö (bizdeki kafesin bir başka versiyonu) geleneğini volumetrik bir çerçeve olarak yorumlama fikri öne çıktı. İki elin parmaklarını iç içe getirilmesiyle oluşan çoğu kez otururken ya da bir dinlenme anında yaptığımız hareket birleşmelerdeki kulübenin volümetrik konstrüksiyonunun temelini oluşturdu. Ara ara iki dikmeli atlamalar ve her ikilinin arasıdaki kirişlerde taşıyıcılığı güçlendirdi. Sonra bu anlayış bizden istenen diğer bütün girişlere de yansıdı.

Üç boyutlu volüm çalışmalarında dışarıdan içeriye gelen yatık güneşin iç yüzlere spontane bir biçimde yer değiştirerek yansıması, tam tersi iç cephelerdeki yatay kesik kesik hatlarlardan bazılarına konacak yatay ışıkların akşam dışarı vuruşları ile kulübelerin kendileri peyzaj içinde dev lambalara dönüşmesini farklı yönlerden bu şeffaf akvaryumun içinde olan biten izlenebilecekti. Kafes yüzeylerde düzensiz ileri geri, inip çıkan, dikmeleri birleştirip panolaştıran ahşap parçalarla müzikal notalamaları, ritim kavramını, La Tourette Manastırı’nı, papaz odalarının altındaki dizileri, lokantanın olduğu mekanı hatırladık. Önerdiğimiz çöp barakalarını yanlarından tavana U şeklinde çeviren ağaç dikmelerinin rengi için belediye koyu renkli, kahverengiye çalan bir renk önerirken biz biraz ağaç doğal kalsın aynen vernikleyelim diye düşündük. Kulübede daha sonraları önde delikli ve arkada hafif inen çıkan brüt beton duvarlara da kırmızıyı yakıştırdık.

Diğerinde farklı bir renkte olabilirdi. Volumü saran ahşap dikmelerin arasındaki küçük ahşap bağlayıcının birkaçına belki tadını kaçırmadan yine Corbu ya da selam yollayarak onunkiler gibi birkaç canlı rengi vurmayı hayal ettik. Sonuçta yan instalasyonların yüzlerine vuracak karın vereceği etkiden tutun da, aralardaki yer yer buzlanmaya, yağmura, bazen üstte birikecek beyazlığa bu geçirgen volümdeki çöp dökme seremonisinin oyununun ışık efektleri ile her mevsimde farklı farklı sahneye konulabileceği varsaydık. Bütün bu istekler, bulgular ortak çamaşır yanındakinden tutunda, blok sonundaki ve aralardaki 6 farklı girişe de adapte edildi, transparan anlayışın, hem gün içinde, hem de akşam karanlıkta farklı açılardan gelen ışıkla birlikte oyuna katılacağı düşünüldü ve kulübeler, girişler basit bir şekilde çizildi, projeleştirildi.

Tuusula’daki ilgili belediyenin mimari projelere bakan birimindekiler, ortaya çıkan basit tasarımı genelde yapılanlardan farklı olmasına karşın içtenlikle sevdiler ve sonuna kadar da desteklediler. Bu arada ilk sohbetleri gerek yerinde gerekse yazışarak yaptığımız, isännöitsija Paula nedense ani bir haberle işinden ayrıldı. Terttu’nun da artık orada yapacak işi kalmamıştı. Paula’nın yerine geçen takım elbiseli, kravatlı yeni isännöitsija Arsi de projeyi tutmuştu. Proje kısa sürede yoluna girdi. Bizi bu proje için görevlendiren “Hallitus”, yani oradaki bazılarında kiracıların oturduğu katların mal sahiplerinin oluşturduğu bir üst kurul olmuştu. Çalışmanın ilerleyen bir aşamasında belediye teslimi öncesi “Asukas Toimikunta”dan (sitede oturan kiracıların da olduğu apartman sakinlerinin yer aldığı kurul) isännöitsijä’nın bana gönderdiği bir email aldım. Ona eklenen diğer iki sayfa da da kimin çizdiğini yazmadıkları iki ayrı öneri için iki ayrı eskiz vardı. Bunlar vaziyet planında biraz tutarsız çözümlerdi. Uzun mekanları sevmişlerdi de, köşedekini 90 derece çevirmişler, girişin yanındakini de yine eskisi gibi ortak çamaşır mekanın yanına uzun kenarından çok da yasal olmayacak biçimde yapıştırmışlardı. Ama derme çatma çizilseler de, ölçeksiz olsalar da, kimbilir hangi emeklinin yaptığı eskizler prensip olarak hoşuma gitti. Mektubun genelinde projeye değer verdiklerini vurgulamışlar ve sonunda da bu fikrin siteye bir kişilik kazandıracağını yazarak bitirmişlerdi. Güzel bir mektuptu.

Uzun cevabımda bütün noktaları dikkatle cevapladım. Projede yapılmak istenenlerin ve yapılacak mekanların yerlerinin isännöitsijä Paula tarafından işin başından daha ilk günden belirlendiğini, ben bunun esas alındığını, daha sonraki görüşmelerde de görüşmelerdeki kabul ile bu yolda devam edildiğini, ama istenirse proje üzerinde tabii ki bu yeni verilerle de başka vesiyonlar üzerine çalışmanın yapılabileceğini vurguladım. Ama önerdiklerinin de çok doğru olmadığı ve belediyenin kurallarına uzaklık mesafelerine uymadıkları da açıktı. Bunu da kibar bir dille adım adım anlatmaya çalıştım. Bir kopyasını kendisine gönderdiğim her zaman pozitif yaklaşımlı sevgili Arsi de, “çok ciddiye almamanı söylemiştim…” diyerek tartışmayı kapadı ya da iyi niyetinden ötürü önlemini belki de çok almayarak kapandığını sandı.

Akşam Güneşi
Bir süre daha çalışmaya devam ettik. Yapılacak yerlerin özellikle çöp barakalarının vaziyet planındaki ölçüleri yerinde kontrol edildi. Çok istemesek de, şeffaf saçakları dar ve uzun kenarlarda kardan ötürü biraz daha uzattık.

Yandaki ahşap dikey hatları ve yere oturan çelik ayaklı dikmelerinin arkasında suyu kesen parapet ve üzerinde arkadan ahşaplara tutturulan bir plexi bant detaylandı.

Volümler bazı ağaç yerleri yüzünden hafif sağa sola kaydırıldı. Tekrar belediyeden Johanna ile yazışarak onaylar alındı. Sırada yapım öncesi belediye teslimi vardı. Tartışma bitti derken, araziye gelip gitmeler arasında, son ölçmelerle birlikte kurulların mal sahipleri ile oturanların bazıları arasındaki eskilere dayanan prensip tartışmaları tekrar alevlenmeye başladı. Sonradan Arsi’nin dediklerinden anladım ki kendinden önceki sorumlu Paula orada iken bazı problemlerden kaynaklanan zorluklar projenin çok öncesindeki başlangıç noktasıydı. Şimdi her ne kadar gerek isännöitsijä, gerek belediye yetkilileri gerek oradaki airelerin mal sahipleri ve bir çok kişi projeyi benimsese de, sevse de bu eski olanlardan ötürü ortalık arap saçına döndü. Sonunda bu mütevazi proje yapım detay safhasında daha da gelişip, yapım aşamasına doğru gidecek iken tartışmalarla boğuşmaya başladı. Arsi de, biz de, belediyedekiler de, Arsi ile düşünü kurduğumuz, yapım sonrası çöp kulübelerinin bitiminde, hizmete girmeden önce, kuzeye özgü baharın yatık akşam güneşinde, dostlarla düzenleyeceğimiz parti de, müzikte, şarapta, ilk çöp atmanın seramonisi de haftalarca süren hala da sitenin kurullarında devam eden tartışmaların arasında kaldı, kimbilir ne zaman alacakları son karara kadar.

Çöp tenekeleriyle alt alta üst üste, 18 – 20 m²’lik iki basit kulübeden ve birkaç m²’lik 5 – 6 tane girişten oluşan, aslında birkaç haftada tamamladığımız ama ilişkiler açısından karmaşık ve uzun böyle spontane bir eskiz, spontane bir çalışma yapınca, hemen yanıbaşımızdaki çöp tenekesinin anlamını, bir kez daha, bir çok kereler olduğu gibi, mimarinin çöp tenekelerine aslında ne kadar yakın olduğunu, çöp tenekelerinin gizemini, belki de içlerinde saklı olan sırları, daha iyi gördük.

Bir kulübeden bir konser salonuna, bir evden bir kente ya da daha farklı projelere, mimarlıkta çoğu meslektaşın yapamadıklarım başlığı altında sıraladıklarından, acaba kaç mekan, kaç bina, kimbilir ne çeşit, kaç mimarlık çıkar? Yapılamayanların bir çoğu yapılanların olduğu gibi belki de çoğu zaman kitaplara, kayıtlara geçmez, geçemez. Onlar bitmiş değil bitmemiş, hikayelerdir, serüvenlerdir, eskizlerdir ya da düşlerdir. Ne kadarı, paraya bulaşmıştır, bulaşmamıştır bilinmez ama farklı bir dünyanın parçaları olurlar. Görünmez, bilinmez yok olan projelerin, yok olan emeklerin neredeyse çöp tenekelerine atılan mimarlığın dünyasıdır, “çöp tenekesindeki mimarlık”tır.

Kendisinin hele meşhur olduktan sonra, çöp tenekeleriyle olan bakışması, her yaptığının, çizdiğinin, söylediğinin anında müzelik, arşivlik ya da kitap ve dergilik olmasından ötürü eminim çok azalsa da, ya da yok olsa da hala buraların en bilinen efsanesi kuzeyli, Aalto’nun dikkate alınacak bir paragrafı vardır. Çok hoşuma gider. Mimarlığı, çizilenleri, kum üzerinde şairlerin dizeleri gibi yazmaya benzetir.** Alvar Aalto haklıdır. Kim bilir belki de sonunda rüzgarlar çizgileri alır götürür, siler, yok eder. Mimarlık bu yolla, tekrar doğaya döner, yok olur ve çember tamamlanır. Ve bütün bu çabalar “…alkışların, yarışmaların, ödüllerin, ünvanların dışında, uzağında, başka bir düzlemde, çalışma masalarında, atölyelerde … sürer, gider”***, çöp tenekelerinde, belki de paranın pulun çok ama çok ötesinde sürer, gider…

* İsännöitsijä, bürosunda evrakları arasında oturan gerektiğinde siteye gelen, siteden sorumlu kişidir. Bir firması vardır ya da “İsännöitsijä”lık bir firmanın işi olur. Birçok apartman ve yerleşme birimleri bu yolla firmalar tarafından paylaşmaktadır. Her türlü problem, İsännöitsijälarla bağlantı kurularak onun tarafından giderilir. Toplantı çağrılarını yapar, toplantı kararlarını uygular ve kararlarda rol oynar. Apartman ya da site ondan sorulur. Ama hergün orada değildir, gerek olursa oraya gelir.
** Arkkitehti Magazine 1-2 /1958
*** “Sanat Uğraşı Görüneni Değil Gizi Yakalama Uğraşıdır”, Samih Rıfat, Cumhuriyet Gazetesi, Kültür ve Sanat, 15 Eylül 1983.

Etiketler

Bir yanıt yazın