Bir Sonraki Durağımız: Şirinevler

Fotoğraf: GerçekGündem.com

Gelecek durak: Şirinevler.

Metrobüsün giriş-çıkış turnikelerinden birkaç adım ötede, akıp giden insan topluluklarının oluşturduğu hareketlilik içinde buldum kendimi. Birileri seni öyle itiyor ki belli olmayan ve köprünün korkuluklarıyla rampaların arkasında saklanan yöne sevk ediyormuş gibi yol alıyor. Asıl bu rampaların gri renkli oluşu da Şirinevler’deki yer kaplayan o beton dolu birikimlerinden dağılmış kalıntıların bulunması, nüfus ve imar kalabalığı ile yeşil alanların azalması bakımından adeta Kahire’yi hatırlatıyor bana. Gurbette yaşayan insanın kendi memleketini benzeyen şeyleri aradığı oluyor. Neticede hemşerim olan Mısırlı insanların kalmak için burayı tercih etmesi doğal bir şeydir. Buna vatana özlem diyebilir miyiz acaba?

Zaman zaman bazı Mısırlı arkadaşlarımla buluşmak veya Mısır lokanta ve marketlerinden alışveriş yapmak maksadıyla Şirinevler’e geldiğim oluyor. Amerika’daki China Town karşılığında Mısır lokanta ve marketlerine ev sahipliği yapan Şirinevler’i küçük bir Egypt Town sayabilmemiz mümkündür. Oradayken Mısır siması olan yüzlere rastlamam ya da gezintimi fazla vakit kaybetmeden bitirmem için amacımın istikametine doğru hızlı ilerleyişim sırasında kulağıma çalınan Mısır lehçesinde söylenen birkaç söz artık yadırganacak şey değildir. E5’e giden köprüyü geçip, orada bulunduğum süre zarfında tıpkı onun gibi iç huzuru elde etmeyi umduğum güvercin dolu meydana giden merdivenlerden iner inmez içimin neden cız ettiğine anlam veremiyordum.

Şirin bir şans eseri, bu dönem için yüksek lisanstaki projemin arazisi Şirinevler olmuştur. Bu da az çok irrasyonel olup duygu üzerine kurulmuş eski bakış açıma karşın, şu anda benim o bölgeye olan bakışımın rasyonel ve mimari yönde olduğunu sağlamıştı. Ama şunu anlamıyorum mesela, duygularımıza göre hüküm verdiklerimizin ne diye olumsuz olarak değerlendirilir. Materyalizm içimizdeki saklı kalan boyutu göz ardı ederek hayatımızın birçok yönünü ardı ardına takip eden birtakım matematik ile fizik kurallarına dönüştürmüştür. Bense kentsel tasarımla ilgilenen bir mimar olarak Şirinevler’e farklı bir gözle bakıp onu ayrıcalıklı kılan özellikleri araştırmaya başladım. Hani derler ya, her birinin kendi adından kısmet alırmış, peki Şirinevler neden şirin değil ki?

Binalar

Çehresi olmayan bacağı uzun olan Şirinevler’deki binalar, ilçe içinde çok sayıda bulunan adeta ağ biçiminde duran sokakların değişik ve ıssız sakinliği olmakla birlikte, sanki E5 hattı üzerindeki gürültü ile kaos arasında geçilmez bir engel teşkil ediyor. Sakinliğin ön yüzünde sessizlik vardır. İlçenin iç sokaklarından bazısını saran arzulanmayan gri bir sessizliktir. Zira iç sessizlik ya iç huzur ya da korkuyla endişe ifade ediyor. Bilinmeyen bir tehlikeden korku, varış noktasına kadarki gidişin güvenle bitmemesi ya da mekân, cadde ve nesnelere karşı hissedilen yadırgama sonucunda duyulan endişeye gönderme yapıyor.

Hani derler ya binaların bazısı konuşur, birçoğu sessiz olur, nadiren de -aslında çok nadir olarak- şarkı söyler gibi dururmuş. Şirinevler’e gelince burada binalar, acıyla kıvranır, yakınır, çığlık atmaya çalışırmış, ama beyhude zira boğacak kadar üstünü basan insan kitleleriyle ağzını kapattıran, içinde hayat kalitesini düşürüp de kendi kimliğini mahvedip jenerikleştirme yapan girişimler bunu engelliyor.

Gerçi bilmiyorum. Acaba binalar da değişen, dinamik ve geçici olan göçmenlerin hayatından mı etkileniyor? Bu binalar nasıl da bu kadar akıp giden çeşit çeşit kültür, dil ve renk sergileyen değişimlerle kaynaşıyor?

Sokaklar

Simaen çeşitlik gösteren yüzlere karşın, Şirinevler’de sokaklar birbirine benzemekte. Göz kırpsam da bir şekilde bulunmakta olduğum sokaktan bir başkasına geçsem de hangi sokakta olduğuma karar veremezdim, ancak panellerle küçük detaylar bunun habercisi olabilir. Ruhsuz olan bu sokaklar insana hitap etmediği gibi kendisiyle güreşir, onu yürümekten alıkoyar sanki. Orada nadir bulunan ağaçların tadını çıkarmaktan da. Üstelik, yeşilliğin neredeyse yok olması, sinir bozucu ve düzensiz hareketleri olan dolmuşlarla tıkanması, kaldırımlar üzerindeki işgaller, Caddelere yönelirsek -yaya yolu olan kısımlarda bile- ardı ardına devam eden hareketlilikle insanların hızlı ilerleyişinden dolayı yürüme ve kent deneyiminden haz alabilmek imkansız oldu.

İnsanlar

Kurulduğundan beri, göç hareketleri sonucunda oluşan insanların çeşitlenmesi, Şirinevler’i ayıran özellik olmuştur. Bugüne kadar da hep öyle devam etmiştir. Simaların çeşitlenmesiyle kültürlerin farklılaşması, uygarlıkla kültür zenginliğine yol açacak saklı kalan bir güç olsa bile, bu çeşitliliğin -belki de burada tesadüfen yaşam kalitesini düşüren bir sebep olarak- nedense ilçedeki güvenliğin azalmasından kaynaklanan olumsuz bir yanı da vardır. Bunun diğer bir olumsuz yanı var, o da şöyle: Türk toplumunun içinde göçmenlerin homojenizasyon süreci olumlu sonuçlar vermemiştir. Zira göçmenler genel olarak yerel Türk halkıyla yeteri kadar kaynaşmamış, bu da bazı yerlere özellikle gidip gelenlerin sadece yabancılardan olduğuna yol açtı. Ki bu yerlerde bir nevi izolasyon ve yabancılaştırma söz konusu olmuştur.

Yanlış anlaşılmak istemiyorum. Burada homojenizasyon kavramı altında tüm unsurların tek bir şema altına kuru kuruna atıp öylece değerlendiren “Melting Pot” teorisini uygulayalım tezini gütmüyorum. Sadece aynı mekânsal ve zamansal boyutu paylaşan farklı faktörlerin pek çoğunun kaynaşmama sebeplerini araştırıyorum. Aslında düşündürücü bir sorudur bu. İmar ile mimarlığın bunda bir rolü olabilir mi? Bizlerin de mimar, tasarımcı ve plancı olarak söz konusu bu faktörleri bir araya getirebilecek zemin hazırlamakla bunu aşabilmesi mümkün müdür acaba?

Biz bu bahsimizde bir tek dünyanın dört çapından gelen göçmenlerden bahsetmiş olmuyoruz, kaldı ki İstanbul dışından gelen Türkiyeliler de Şirinevler’e en yakın bulunan Ataköy topluluğuna bile kendilerini izole buluyorlardır. Birbirinden tamamen farklı olan iki dünyayı bağlayan -ki kimisi tarafından medeniyet geçidi adı verilen- bir köprüyle Ataköy ile Şirinevler arası geçiliyor.

Mimarların, dünyamızı değiştirecek kadar sihirli çözümler üretmeye gücü yeten süper kahramanlar değiller aslında, buna çok inanıyorum. Yalnız mimarlarla plancıların da çevremizi daha iyi ve yaşanabilir bir hale getirebileceklerine inanıyorum. Birçok sorunla karşı karşıyayız. Çoğumuz da bunu biliyor olabilir. Mimar ve kent plancılarının ne kadar yetenekli olması, bu sorunla baş edebilmek için uygun çözümler üretmelerinden anlaşılıyor. Doğru sorular sormak, doğru cevaplar almak için iyi bir başlangıç olabilir. Hadi İstanbul’u gezelim tasarımcı kimliğimizle kendimize şu birkaç soruyu da soralım:

Görmek istediğimiz İstanbul bu mu olmalı?

Nasıl olmalı İstanbul?

Şöyle ya da böyle olsa?

Soru çoktur. Bitmek nedir bilmeyen bir sürü şey sorabiliriz. Soralım, cevaplayalım, sorularla cevaplarımızı başkalarıyla paylaşmaya da çalışalım, büyük ağaç tek bir tohumla yeşerir. Ve şu soru da kalır:

Şirinevler’de şirin mi evler?

Etiketler

Bir yanıt yazın