Benim “İzmirim”

İzmir aidiyet hissi geliştirmeye imkan sağlayan bir şehir. Şehrin keyfini sürmek, orada olmaktan tat almak da bu aidiyetin parçası, bir türlü hiç bir şeyi beğenmeme, olan biten pek çok şeyden şikayet etme, güncel siyasetteki muhalif duruş da öyle.

Sevgili babam “İzmirimiz”den başka bir isim kullanmazdı şehrinden söz ederken. Oysa 25-26 yaşlarında gelip, gelip hayatını burada kurmaya karar verene kadar İzmir’de hiç yaşamamıştı. Hayatını kurmak derken PTT’de çalışırken bir yandan da eğitimine devam etmeyi, evlenip çoluk çocuğa karışmayı, birkaç yıl içinde kendi işini kurmayı, yıllarca tutkuyla çalışmayı kastediyorum. Ve bütün bunları gerçekleştirirken kendini İzmir’e kopmaz bir şekilde ait hissetmeyi, sadece İzmir’e yerleşmeyi değil İzmir’i de kendi hayatının merkezine yerleştirmeyi…

İzmir orada yaşayan pek çok kişi için böyle bir kent. Sık sık şikayet edilse de -ki günlük sohbetlerde çeşitli kademe yönetimlerin uygulamalarından, gelen giden hükümetlerin bir türlü İzmir’in hakkını vermemesinden, belediyelerden, aksayan hizmetlerden, yapılan yanlışlardan şikayetler hiç eksik olmaz- gurur duyulan, sadakatle, neredeyse kıskançlık denecek düzeyde ait hissedilen bir kent. Doğrusu böylesine tutkuyla bağlılık sık rastlanılan bir durum mu bilemiyorum. Şehrin son yıllarda daha da belirginleşen muhalif, ilerici, demokrat, batılı algısı diyeceğim ama bu aidiyet ve hissiyat bildim bileli vardı, yeni bir konu değil.

İzmir iddiayı sever, dikkat çekmeyi, öncülüğü, görünürlüğü, bir anlamda sahnede olmayı… Bu sahne fiziki olarak Kordon’da piyasa yapmayı da içerir, siyasi gündemin gergin ortamında farklı duruş sergilemeyi de. Her koşulda gururla taşınır İzmirlilik. Kendini keşfedilmeye değer bir güzellik olarak tanımlarken bile başka pek çok şehrin tanıtımında rastladığımız türden özelliklerin, güzelliklerin sıralanmasından öte bir tavır takınır. İzmir kendini en çok “biz başkayız!” üzerinden kurar, neredeyse kafa tutarak, efelenerek. Ortalıkta paylaşılan güzellemeler de bu minvaldedir. Kordon’da gün batımı eşsizdir, biz simite gevrek deriz, asfalyalarımız atar, çiğdem çitleriz, bizim için kumru yalnızca bir kuş değildir…. falan diye giden biz başkayız, kendimize özgüyüz övünmeleri İzmir’e ait olmanın, sahip çıkmanın bir ifadesi olarak da düşünülebilir.

Bir şehre ait olmak, orayı memleket bellemek doğduğu yere ait olmaktan öte bir durum. Biraz akraba ve arkadaş ilişkisi gibi; ilkinde doğarsınız, ikincisini seçersiniz. Bu seçim ille de bir yere taşınmayı içermeyebilir, doğduğumuz yeri zamanla benimsemek de mümkün. Kaldı ki bir yere gitmek/taşınmak her zaman bir seçim olmayabilir, koşulların zorlamasıyla da gelinmiş olabilir.

Peki neden bir yere ait hissedilir? Psikologlara bakılırsa aidiyet hissi temel insan ihtiyaçlarından biri. Bir yere ait olmak ile orayı kendine, hayatına dahil etmek bir denklemin iki tarafı gibi. Karşılıklı olduklarında bir yerde iyi hissetmenin, orayla iletişim içinde olmanın ötesinde orayı sahiplenmeyi, müdahale edebilmeyi, değiştirebilmeyi de içeriyor. Bu sadece ev gibi özel ve öznel ortamlar değil kent için de geçerli ve bir kente ait olmak aslında çok katmanlı bir durum. Bir şehri memleket olarak seçmek, ben buralıyım demek, kendini olan bitene dahil etmek, sorumluluk duymak, oralı olmanın özelliklerini kabul etmek, belki değişmeyi göze almak, kendini bu değişime açmak da demek aynı zamanda. Ait olma ile sahiplenme arasındaki denklem derken aklımdaki böyle bir karşılıklılık.

İzmir bu tür bir aidiyet hissi geliştirmeye imkan sağlayan bir şehir. Şehrin keyfini sürmek, orada olmaktan tat almak da bu aidiyetin parçası, bir türlü hiç bir şeyi beğenmeme, olan biten pek çok şeyden şikayet etme, güncel siyasetteki muhalif duruş da öyle. Öyle ya, insan ait olmadığı, kendini geçici, hatta dışlanmış hissettiği, benimsemediği yeri neden kendine dert etsin. En olmadı ‘ne halleri varsa görsünler!’ deyip işin içinden çıkılır.

Gelelim kendi durumuma… Benim aidiyetim sanırım yukarıda sözünü ettiğim yoğunlukta değil; kısmen başka şehirlerde de uzun süreler yaşadığım için, kısmen ise eleştirel mesafeyi her konuda koruma tercihinden. Yine de mimarlık okumak için Ankara’ya gittiğim yıllarda İzmir aklıma her düştüğünde (böyle durumlarda “şehir” aileyle, arkadaşlarla, anılarla içiçe geçiyor, birbirinden ayrıştırılamaz hale geliyor) özlemle gözlerim dolar, burnumun direği sızlardı. Giderek sakinleştim, duruldum diyelim. Ankara’nın ağırbaşlı ortamı (şimdiki hali değil tabii, ‘70lerin ikinci yarısından söz ediyorum), yeni kurulan köklü dostluklar, ODTÜ ve çeşitli kurumların sağladığı zengin düşünsel ve kültürel ortam hayatımda ağırlık kazandı. Sonrasında yurtdışındaki yıllarda “memleket” dediğimde, aradaki uzun mesafeden de olsa gerek, İzmir-Ankara karışımı bir yeri, arkada bıraktığım hayatı kastediyordum.

Yurtdışı faslını kapatıp memlekete döndüğümde İzmir, babamın kararının tersine, hayatı kurmak için bir seçenek olmadı, belki hala kendi başına olma takıntımdan. Sonunda bir onüç yıl daha Ankara’yı yer belledim. Doğrusu bu kararda şehrin başrolde olduğunu söyleyemem; daha çok çalışma ortamına, akademik ve mesleki ilişkilere ve sıkı dostluklara dayanan bir tercihti. Yaşamak üzere tekrar İzmir’e gelmem tam 30 yıl aradan sonra oldu. Sadece ben değil çevremdeki herkes için beklenmedik bir durumdu bu. Yıllarla bizleri İzmir’e çekme umudu besleyen, ısrar etmese, baskı yapmasa da çok istediğini her fırsatta ifade eden babacığımın vefatından bir yıl sonra…

Böylece aileyle tekrar bir araya geldim, yeni düzeni hevesle kurdum, sıcak bir çalışma ortamında zevkle, mutlulukla çalıştım. İzmir’deki kırk yıllık arkadaşlarıma bakılırsa, şakayla karışık, İzmirliliğim biraz bozulmuş olarak dönmüştüm, yine de hemen bağırlarına bastılar beni. Uzun yıllar hiç görüşülmemiş olanlar dahil hepsiyle dostluklar tazelendi, arada geçen yılların her birimize kattıkları keşfedildi, yeni dostluklar kuruldu; sıcak ve samimi bir şekilde kucaklanmış hissettim. Gerçi üç yıl sonra bu kez kendimi İstanbul’da buldum ancak galiba İzmir’i artık eskisi gibi yüreğimi burkan bir özlemle değil, sadece geçmişimin bir parçası değil, eninde sonunda döneceğim yer, geleceğimin yurdu olarak da görüyorum. Sekiz yılı aşkın bir süredir yine uzakta olmama rağmen İzmir’le bağlantım çok daha sıkı. Anlaşılan yetişkin olarak İzmir’de geçirdiğim o üç yıl bu şehre ait olduğumu, bu şehrin hayatımda önemli bir yer kapladığını fark etmemi sağladı.

Etiketler

Bir yanıt yazın