23 Ekim-9 Kasım 2011 Van Depremleri ve Hasarlı Hasar Tespitleri

Deprem, insanın hareketsiz kabul ettiği ve güvenle ayağını bastığı toprağın da oynayacağını ve üzerinde bulunan tüm yapıların hasar görüp, can kaybına sebep olacak şekilde yıkılabileceklerini gösteren bir doğa olayıdır.

23 Ekim günü depreme başkanlığımda yapılan kooperatif dairesinde yakalandım. Deprem sarsıntısını ilk hissettiğimde pek önemsemedim. Çünkü daha önceleri de birçok defa aynı binada küçük sarsıntılar olmuştu ve binamızın beton kalitesi dışında binanın mühendislik açısından hiçbir eksiği yoktu. (Bina yapıldığında Van’da beton santrali yoktu ve beton elle dökülmüştü.) Binamıza güveniyordum ancak bu defaki deprem çok şiddetliydi. Bitmek bilmiyordu. Binadan korkunç sesler geliyordu. Hemen kanepenin yanına uzandım, sarsıntıların bitmesini beklemeye başladım. O esnada aklımdan tek bir şey geçiyordu: çocuklarım! (O gün ikiz çocuklarım daha sonraki 9 Kasım 2011 depreminde yıkılan dershanedeydiler.) Sarsıntılar biter bitmez hızla binadan çıktım. Binanın merdiven kovasındaki bazı mermer duvar kaplamaları düşmüştü, onun dışında binanın genel durumu çok iyiydi. Herkes sokaktaydı. Panik halinde çığlık atanlar, ağlayanlar, koşuşturanlar… Korkunç bir manzara vardı. Korkunç bir sahne, yaşanan bunca ölüm, acı ve kayıptan ders almak lazımdı: DEPREM öldürmüyor, BİNALAR öldürüyordu.

Depremin ilk gününden itibaren arama ve kurtarma ekipleri çok büyük bir özveri ve olağanüstü gayretle çalışmalarını sürdürdüler. Ülkemizde son 28 yılda meydana gelen depremlerin sonucunu izlemiş bir mühendis olarak şunu gururla söyleyebilirim ki biz arama ve kurtarma konusunda çok iyi bir durumdayız.

Van deprem süreci ilk saatten itibaren Türkiye’den ve tüm dünyadan canlı olarak izlendi. Bu durum doğal olarak toplumda büyük bir hassasiyet oluşturdu. Türkiye’nin dört bir köşesinden ve devletlerden ilk günden itibaren yardımlar gelmeye başladı. Ancak gelen yardımların ihtiyaç sahiplerine ulaşmasında başarılı olunamadı. Zaten yardımların sağlıklı bir şekilde dağıtılmadığı, hak sahiplerinin kente ulaşan ve dağıtılmayı bekleyen başta çadır ve battaniyelere bile çok büyük zorluklar çekerek, günler süren bekleyişlerin sonucunda ulaştıklarını da canlı olarak tüm Türkiye izlemişti.

Van depremi sonucunda oluşturulan Kriz Koordinasyon Merkezi ile Yerel İdare (Van Belediyesi) arasında sağlıklı bir iş birliği oluşturul(a)madı. Her iki kurum da (merkezi ve yerel) sağlıklı bir işbirliğine giremeyerek iki başlılığın oluşmasına neden oldu. Merkezi idare ile yerel idare her geçen gün birbirinden bağımsız, hatta habersiz çalışmaya başladı. İlimizdeki bu yeni durum zaten kriz yönetme deneyimi olmayan idarecilerin bireysel çaba ve çalışmaları ile sürdürüldü. Kente gelen yardımlar, zamanında hak sahiplerine ulaşmadığı/ ulaştırılmadığı için Van halkının büyük çoğunluğunda hayal kırıklığına ve kırgınlığa neden oldu. Ortada bir yönetim sorunu vardı; yokluk sorunu değil. Bu sorun yüzünden varlığın ihtiyaç sahiplerine zamanında ulaştırılamaması, adilane paylaştırılamamasıydı üzücü olan. Van’a, Vanlılara bu anlamda yazık oldu.

Tüm bu şoklar atlatıldıktan sonra sıra hasar tespit çalışmalarının yapılmasına gelmişti.

Hasar tespit çalışmalarının, Türkiye’nin önemli üç üniversitesinin Mühendislik Fakültelerine ücret karşılığında yaptırılmasına karar verilmişti. Aslında bu karar belki Türkiye’de bir ilkti ve görünüşte insana güven veren isabetli bir kararmış gibi geliyordu. Ancak henüz hasar tespit çalışmalarının ilk günlerinden itibaren halk arasında söylentiler çıkmaya başlamıştı. Binalar hakkında verilen raporların ve/veya karot sonuçlarının değiştirildiği ile ilgili dedikodular her geçen gün artarak devem etmekteydi. Bu dedikoduların ne kadarının doğru ne kadarının yanlış olduğu bilinmemekle beraber kuşkular artmaktaydı ve büyük bir güvensizlik ortamı doğmuştu. Raporların vatandaşın lehine veya aleyhine olması güvensizliği ortadan kaldırmadı. Elbette bu durum, hem kentin mevcut durumunun sağlıklı bir şekilde tespiti için, hem de üniversitelerimiz için endişe vericiydi. Bir mühendis olarak, söz konusu dedikodulara hep şiddetle karşı çıktım, üniversitelerimizin bilimsel çalıştıklarını, bu çalışmaları onlardan başkasının daha sağlıklı yapamayacaklarını savundum. İçinde depreme yakalandığım, 9 Kasım depreminde de kimsenin burnunun kanamadığı binamızın hasar tespit raporunu görünceye kadar hep ayni şeyleri savundum.

Binamızla ilgili ilk tespit orta hasarlı olduğu yönündeydi; ikinci tespitteyse ağır hasarlı olduğu yönünde karar verilmişti. Hasar tespit raporunu inceledim. Raporda üç bloktan oluşan sitemizin, her blokta 6-8 kolonunun ağır hasarlı olduğu ve karot değerlerinin düşük olduğu yazıyordu. Karot değerleri için söyleyecek bir şey yok, zaten yazının başında da belirttiğim gibi binamızdaki beton hazır betonun henüz olmadığı yıllarda elle dökülmüştü. Ancak ağır hasarlı kolonlarla ilgi maddeye şiddetle itirazımız vardı çünkü binamızda bir tane dahi ağır hasarlı kolon yoktu.

Biz site sakinleri bu karara itiraz etmeye karar verdik, ancak itiraz süresi aşıldığından dolayı itirazımız kabul edilmedi. Biz de ilgili üniversitenin yetkilisine ulaşarak binamız hakkında yanlış rapor düzenlenmiş olabileceğini, raporun başka bir bina raporu ile karıştırılma olasılığının olduğunu, gerçekte binamızda hiçbir tane ağır hasarlı kolonun bulunmadığını söyledik. Mümkün ise binamızda yeniden değerlendirme yapılması talebinde bulunduk. Yetkili kişi sistemin kapandığını, ancak bu kadar emin bir şekilde itirazda bulunduğumuz için validen izin almamız durumunda binamızı yeniden kontrol ettirebileceğini söyledi. Ben de Yeni Yüzyıl Üniversitesi Mimarlık Bölümü ile İnşaat Mühendisliği Bölümü’nden iki hocaya kararımızı inceleterek, binada kontrol yaptırdım. Yaptırdığım kontrollerde hocalar da binanın ağır hasarlı olmadığını, yıktırılması durumunda yazık olacağını söyleyerek bize yardımcı olmak istediklerini söylediler.Kendileriyle beraber dönemin valisini makamında ziyaret ettik.

Valiye bir dokunduk bin ah işittik. Sayın vali bizlere, deprem kuşağında bir ülke olduğumuz için hasar tespit raporlarının bir standardının oluşturulması gerektiğini; bunun mühendislik içinde ayrı bir uzmanlık konusu olduğunu ve Van depremi vesilesi ile bu işin önemli üç üniversite tarafından yapılması fikrinin kendisine ait olduğunu söyledi. Vali, üniversiteleri test etmek için aynı mahalleyi iki üniversiteye farklı zamanlarda incelettirmiş ve birbirlerinden çok zıt raporların düzenlendiğini görmüş. Bir üniversitenin az hasarlı dediğine, diğeri ağır hasarlı demiş. Tüm bu tutarsızlıklara rağmen sitemizin yeniden incelenmesine izin veremeyeceğini de bildirdi maalesef.

Sonuç olarak bizler site sakinleri olarak toplanıp dava açmaya karar verdik. Van İdare Mahkemesi’ne açmış olduğumuz dava birkaç ay önce sonuçlandı.(Depremin üstünden 4 yıl geçmişken…) Mahkeme başka bir üniversiteye binamızı yeniden inceletmiş ve yeni bilirkişi raporunda binanın orta hasarlı olduğu kararını vermiştir. Bu dört yılın sonunda inandığımız için yapmış olduğumuz hukuk mücadelemiz Hasarlı Hasar Tespitleri ile ilgili sadece bir örnektir.

Depremin 4. yıldönümünde geriye dönüp baktığımızda;

Van depreminde TOKİ Erciş ve Van’da kısa sürede 15.341 konut bitirerek vatandaşa teslim etti. Yapılan konutların standartları ayrı bir konu başlığı. Projelerin bölge insanının sosyal yaşamına uygun yapılmadığı bir gerçek. Kamu arazisine yapılan konutların, evi yıkılmış olan insanlara, maliyetinin iki katına satılmasını nasıl isimlendirmeliyiz bilemiyorum. Ancak deprem yaşamış, evi yıkılmış, kendilerine karşılıksız verilmek üzere büyük yardımların toplandığı insanlardan kar amacı gütmek her halde TOKİ’nin genel karakteristik yapısının bir sonucudur. Van depreminin tek kar edeni TOKİ’dir herhalde.

AFAD raporlarında 39.087 konut ve iş yerinin yıkık ağır hasarlı olduğu belirtildi. Bu konut ve işyerlerinin büyük kısmı yıkıldı veya yıktırıldı. Yıkılan veya yıktırılan binalar 6306 sayılı afet riski altındaki alanların dönüştürülmesi kanunundan faydalanamıyorlardı.(Bu yüzden bunca yıl yıkılan binaların yerine neredeyse hiçbir bina yapılamadı.) Binasını yıktırmayan vatandaşlar, hasar durumu hiç dikkate alınmadan, lisanslı firmalara risk analizi yaptırarak 6306 sayılı yasadan faydalanabilirken; binasını veya evini riskli diye kendiliğinden yıktıran vatandaş için bu uygulama yüzünden bir haksızlık ortamı doğuyordu. Bu kanundan herkesin faydalanabilmesi için VANTSO ve TMMOB başta olmak üzere birçok kuruluş hükümetle 3,5 yıl vazgeçmeden görüştü. Ve verdikleri mücadelenin sonunda birkaç ay önce TBMM’den bir karar çıktı. Bu yasal düzenlemeyle, bunca acı yaşamış olan ilimizde, 4 yılın sonunda ancak yeni projelerin yapımına başlandı.

Deprem sonrası Van Kent İmar Planı, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından yapıldı. Plan sürecinin nasıl işlediğiyse tıpkı hasar tespitlerinde olduğu gibi tam bir muamma.

23 Ekim 2015’te İMO Van Şubesi tarafından düzenlenen Deprem Sergisi’nde bir meslektaşım İmar Planı ile ilgili çok güzel bir tespitte bulundu. İmar planlarının kentlerin iradesi olduğunu söylüyordu; bizim irademiz birileri tarafından ÇİZİLDİ.

Bu yazı vesilesiyle depremde Van halkına evlerini açan, aşlarını paylaşan, yoksul bölge il ve ilçeleri başta olmak üzere her türlü yardımda bulunan tüm Türkiye halklarına minnettarlığımı iletiyor; hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet diliyorum.

VANımız GÜZEL.

Etiketler

Bir yanıt yazın