Ruhr Bölgesi’ni Başarıyla Dönüştüren Projenin Sırları

“Metropoliten Planlama Deneyimleri & İstanbul Tecrübesi” panelinde Ruhr Bölgesi’ndeki deneyimlerini aktaran Michael Schwarze-Rodrian, sürdürülebilir kent gelişimi, endüstriyel miras ve dönüşüm alanları ile bölgesel parklar hakkında otorite sahibi bir peyz

Arkitera Mimarlık Merkezi’nin VitrA, Siemens Ev Aletleri ve Emlak Konut GYO ana sponsorluğunda düzenlediği ArkiPARC 2008, mimarlık, gayrimenkul ve inşaat sektörlerini bir araya getirdiği ortak platformda kentsel dönüşüm uzmanlarının fikir paylaşımına sahne oldu.

Fotoğraf: Arkitera Mimarlık Merkezi

Endüstriyel alan dönüşümleri konusunda tüm dünyaya örnek olan Almanya’daki Ruhr Bölgesi için hazırlanan Emscher Landschaftspark 2010 projesinin master plan direktörlüğünü yürüten Schwarze-Rodrian, aynı zamanda 1980’li yılların başından beri Ruhr’da yaşıyor. 2007 yılından bu yana ise yeni kurulan Ruhr Bölgesel Geliştirme Ajansı Metropoleruhr GmbH’da proje yürütücülüğü yapıyor.

Emscher Landschaftspark 2010 projesini başlangıcından beri yönlendiren Schwarze-Rodrian, bu master plan dahilinde ekonomik değişime dayanan sürdürülebilir bir kentsel doku yaratma amacıyla 20 kenti ve yerel kuruluşları aynı platformda buluşturmasıyla dikkat çekiyor. Farklı stratejilerin bir araya getirilmesi sonucunda gerçekleştirilen bu projeler, tüm dünyaya kentsel kalite ve endüstriyel alanların yerel dönüşümü konularında örnek olmaya devam ediyor. Schwarze-Rodrian, ayrıca peyzaj mimarlığının kentsel tasarım disiplinleri arasında sahip olduğu konumun algılanması ve aslında tüm tasarım ve planlama dallarının hem birbirleriyle, hem de özel sektörle entegre bir çalışma içinde olması zorunluluğunun farkedilmesi açısından da önemli sözler söyleyen bir uzman.


Emscher Vadisi, Oberhausen
Fotoğraflar: Michael Schwarze-Rodrian


ArkiPARC 2008’in konuğu olarak İstanbul’a gelen Schwarze-Rodrian’la Ruhr Bölgesi hakkında konuştuk ve bölgede gerçekleştirilen başarılı projenin temelini oluşturan koordinasyondan bahsettik.

Burcu Karabaş: Ruhr Bölgesi’nde gerçekleştirilen dönüşüm projesinde 20 kentin koordinasyonunu sağladınız. Bu oldukça karmaşık bir süreç olmalı, ya da en azından şu anda Türkiye’de böyle algılanıyor. Bu iletişimi sağlamanın önemli noktaları nelerdi?

Michael Schwarze-Rodrian: Aslında Ruhr Bölgesi’nde toplam 53 kent bulunuyor. 90’lı yıllarda düzenlenen Uluslararası Bina Sergisi (IBA Internationale Bauausstellung) sırasında IBA ve Emscher Landschaftspark organizasyonları, bu kentlerden 17’sini içeriyordu. IBA, 1999 yılında sona erdiğinde ise 3 kent daha katıldı ve yerel parkın gelişiminde yer almak istediklerini belirtti. Bahsettiğiniz 20 kent böylece bir araya gelmiş oldu. Ancak bu 20 kent bölgedeki tüm kentlerin sayısının neredeyse yarısı demek. Anlatmak istediğim, bu çalışmanın zorlayıcı ve resmi bir anlaşmalar süreci sonunda ortaya çıkmadığı. Aksine, tamamen özgür iradeyle karar verilen, proje odaklı bir çalışma söz konusu. Bu nedenle de, farklı kentler arasındaki koordinasyon da resmi aşamalarla ve bürokratik kurallarla değil, gayriresmî bir şekilde oluşturulan takımlarla sağlandı. Farklı stratejiler entegre edildi. Yani, şu anda projeye dahil olan 20 kent, kendi istekleriyle orada bulunuyor ve çalışıyor. Birinci önemli nokta bu.


Fotoğraf: Erdal Mahir Cüran

Ayrıca, 20 kenti aynı noktada buluşturmak, her kentin yapısına özel olarak gösterilen ilgi ve saygıyla mümkün. Şehirlerden her biri, kendi başına bir paydaş niteliğinde. Bu süreci yürütmek için her kentin kendine özgü çalışma alanları, nitelikleri, eksiklikleri ve problemlerini iyi tanımalı ve kendimi bu açıdan yeterli hissetmeliydim. İkinci önemli nokta, projenin her parçasıyla kendi başına tek bir projeymiş gibi özenli bir şekilde ilgilenmek.

Üçüncü önemli nokta ise tabii ki şeffaflık. Birçok ortağı olan büyük bir projede başarılı olmanın yolu kesinlikle şeffaf bir süreç yaratmak. Sadece benim kentler hakkında bilgi sahibi olmam yetmiyor, ayrıca her kentteki yönetim birimleri ve bireyler de benim ne yapmakta olduğum hakkında açıkça bilgi sahibi olmalı. Hiçbir yetkilinin bir diğerinden bilgi veya gelişme saklamadığı, kulis çalışmalarının olmadığı bir ortamdan bahsediyorum. Çünkü gerçekleştirilen proje, kamuya ait.


Duisburg-Nord Landschaftspark

BK: Bu gerçekten de önemli ve Türkiye’de sürekli gündemde olan bir konu. Bahsettiğiniz şeffaflığa nasıl ulaşıyorsunuz?

MS: Görevim bu 20 kent arasında moderatörlük yapmak olarak tanımlanıyor, evet. Ancak bu görevin en önemli bileşenleri de şeffaflığa ulaşmak için yapılan bildiriler. Sürecin ilerleyişi hakkında kamuyu kesintisiz olarak bilgilendirmek. Elde edilen ara sonuçlar hakkında bildiriler yayınlamak ve hazırlanan bu protokolleri tüm paydaşlara ulaştırmak. Paydaş kentlerin iletişim kurabileceği platformlar hazırlamak. Tüm bunlar, şeffaflığı oluşturuyor. Özellikle üzerinde durmam gereken bir nokta ise bu iletişimin “zamanında” sağlanması gerektiği. Çünkü şeffaflık geciktirildiğinde özelliğini yitiriyor. Projenin başlangıcından itibaren bu şeffaflık yakalanmalı. İlerleyen aşamalarda iletişimi sağlıyor görünseniz bile amacına ulaşmayacaktır. Kamunun gerçek anlamda projeye katılımı, ancak bu şekilde sağlanabilir.

BK: Sunumunuzda özellikle üzerinde durduğunuz noktalardan biri de endüstriyel mirastı. Endüstriyel mirasın bir kentin kimliğini oluşturduğunun altını çizdiniz. Dolayısıyla kentin barındırdığı potansiyel de temelini bu kimlikten almıyor mu?

MS: Evet, Ruhr Bölgesi’nde gerçekleştirdiğimiz projeye baktığımızda da ana hedefin bu potansiyelin açığa çıkarılması olduğu görülebilir. ArkiPARC 2008’e katılmak için geldiğim İstanbul’da gündemdeki yapı ve bölgeleri ziyaret etme şansım oldu. santralistanbul da bunlardan biri. Endüstriyel kimliğin oldukça önemli bir göstergesi olan bu yapının korunarak farklı fonksiyonlar üstlendiğini görmek beni çok mutlu etti.


Emscher Lanschaftspark 2010 Projesi Masterplanı

BK: Aslında santralistanbul gibi örneklere pek fazla rastladığımız söylenemez. Endüstriyel tesis ve alanların kullanım sonrası terkedilmesi ve bu alanlardan “utanılarak”, arazinin bir an önce “yeşille örtülmeye çalışılması” ise sürekli tekrarlayan gelişmeler arasında. Oldukça büyük bir endüstriyel miras alanının düzenlenmesinde yöneticilik yapmış bir peyzaj mimarı olarak bu konuda ne düşünüyorsunuz?


Zollverein, Essen

MS: Bir bölgede yapılacak düzenlemeler, elbette o bölgenin öne çıkan özelliklerine göre şekilleniyor. Ruhr’da endüstriyel üretim amacıyla kullanılan alanlar ve endüstri devriminin bölgedeki kalıntıları, bildiğiniz gibi oldukça baskın. Tüm bunları yok sayarak yapılacak sıradan bir bitkilendirme projesi, kentin kimliğini yok etmek anlamına gelirdi. Tarihi değerler de bu bağlamda öne çıkıyor. Ruhr Bölgesi’ndeki endüstriyel mirasın tarihi önemi de bölge için oldukça yüksekti.

BK: Bu tip dönüşüm projelerinde alanın eski fonksiyonunun ne derecede korunması gerektiğini düşünüyorsunuz? Yani dönüşümün sınırı olmalı mı?

MS: Geçtiğimiz günkü “Metropolitan Planlama Deneyimleri ve İstanbul Tecrübesi” başlıklı panelde, “Yavaş düşün, hızlı hareket et” (Think slowly, act quickly) cümlesi kullanıldı. Bu felsefeyi, tarihi yapı ve endüstriyel mirası ele alma bağlamında yorumlarsak, bir benzerini de 90’lı yıllarda dönüşüm çalışmaları başlatılmış olan Ruhr Bölgesi’nin yaklaşımında da bulabiliriz: “Bugün yıktığım bir şey için yarın yeni fikirler üretme fırsatım olamaz”. Gerektiği gibi dönüştürebilmek için iyi bir fikir bulana kadar alanı olduğu gibi bırakmak, “hiçbir fikrim olmadığı için yıkıp temizlemeliyim” gibi bir anlayıştan çok daha sağlıklı ve doğrudur. Bu İstanbul için de oldukça önemli bir nokta. 2010 Avrupa Kültür Başkenti olmayı amaçlayan bu kentte boş alan bulabilmek artık mümkün değil. Büyük bir kültür ve tarih birikimi söz konusu. Sonuç olarak, bir yerleri “temizlemeye” başlamadan önce iyi ve çok düşünmek gerekiyor. Elbette eski fonksiyonun korunmasını, aşılmaması gereken bir tabu olarak yorumlamıyorum, demek istediğim farklı ve yeni fikirlerin aranması gerektiği.


Nordsternpark, Gelsenkirchen

BK: Sizin de bahsettiğiniz gibi, yeni fikirlere ulaşabilmek için kentin şekillenmesinde söz sahibi olan aktörler arasındaki iletişim oldukça önemli. Türkiye’de ilk kez mimarlık, inşaat ve gayrimenkul sektörlerini bir araya getiren ArkiPARC 2008 hakkında ne düşünüyorsunuz?

MS: Bu sorunlar için, kamusal ve özel oluşumların gerçekten bir araya geleceği bir platform dışında bir çözüm olabileceğine inanmıyorum. Kent, diğer özelliklerinin yanı sıra, bu sektörlerin paydaşı olduğu bir pazar olarak algılanmalı ve bu paydaşlar arasındaki ilişkileri düzenlemenin de tüm oluşumun önemli bir parçası olduğu unutulmamalı. ArkiPARC 2008, bu nedenle özel ve kamusal sektörün bir araya gelerek iletişim kurmayı amaçladığı bir platform olarak önem taşıyor. Ayrıca, bu farklı aktörlerin kendilerini en iyi şekilde temsil edebilecek yetkililerin söz sahibi olarak seçilmesi de, organizasyonun profesyonelce ele alındığını gösteriyor.


Batı Dortmund

Tıpkı şirketlerin ürünlerini tanıtması gibi, mimarların, peyzaj mimarlarının ve plancıların projelerini bir rekabet ortamında tanıtabilmesine zemin hazırlamak gerekiyor. Çünkü bu yöntem, bir bölge için hazırlanan en başarılı dönüşüm projesinin diğerleri arasından seçilmesini sağlar. Başkalarıyla bir rekabet ortamı içindeyken veya bir yarışmaya katılıyorken nasıl çaba gösteriliyorsa, kentsel dönüşüm projeleri için de aynı çaba ve özenle çalışılmalı ve farklı alternatifler üretilmeli. Eğer yetki sadece devlette, mimarlarda veya bir diğer meslek grubunda olursa hep aynı sorunların ele alındığı tartışmalardan öteye gidilemez. Ancak farklı disiplinlerin ve farklı toplumsal görüşlerin bir araya geldiği ortamlarda çözüm üretilebilir. Hiç çaba gösterilmediği sürece ise bu disiplinler asla bir araya gelmez ve süreç kendi kendine işlemeye devam eder. Bu yüzden ArkiPARC 2008 gibi buluşma platformları, mutlaka bilinçli şekilde ve profesyonel bir yaklaşımla hazırlanmak zorunda.


Zollverein Kokery, Essen

BK: Verdiğiniz bilgiler ve paylaştığınız deneyimleriniz için çok teşekkür ederiz. Bir peyzaj mimarı olarak sizden bunları duymanın ilham verici olacağına inanıyorum.

MS: Ben teşekkür ederim. Peyzaj mimarlığı eğitimi aldım, peyzaj mimarı ve plancısıyım. Başlangıçta sadece yaşadığımız mekanların nasıl şekillendirilebileceği üzerine kafa yoruyordum. Zamanla anladığım şey ise, çoğunluğun bu konuyla doğrudan ilgilenmediği oldu. “Nasıl kentsel mekanlar istiyoruz?” sorusuna adeta bir ürün pazarlıyormuş gibi cevap aramanın ve farklı paydaşları sürece dahil etmenin doğru olduğunu farkettim. Bir kentsel alan tasarımının gerçekten iyi olduğu konusunda bir yatırımcıyı ikna edebilecek duruma geldiğim anda da, doğru yaklaşımların gerçekleştirilebileceğini anladım.

Etiketler

Bir yanıt yazın