“Bir Mimarın Kendi Projesinden Sıkılması Kadar Kötüsü Var mı?”

Birkaç Mimar Söyleşileri'nin altıncı konuğu Onat Öktem.

Meşhur proje yönetim üçgeni der ki; bir ürün aynı anda hem hızlı,hem kaliteli, hem de ucuz olamaz. Bu üçünden her daim biri sabittir, diğer ikisi seçilebilir.

Önceki söyleşilerde bahsi geçen tespitlerin ortaklaştığı pek çok nokta var: Türkiye’de inanılmaz hızda projeler üretiliyor, üstelik oldukça düşük bedellere. Bu koşullarda, yukarıdaki varsayımı doğru kabul edersek, istisnalar dışında kaliteli ürünlerin ortaya konamayacağını söylemek yanlış olmuyor. Fakat ne hızdan vazgeçiliyor ne de bütçe kısıtlamalarından; çünkü ben yapmasam da sen yapıyorsun, sonra sen yaptığın için ben de yapmak zorunda kalıyorum. Sonra da bir araya gelip birbirimize başkalarını şikayet ediyoruz.

Acı bir kısır döngü bu; fakat aslında bir çıkış noktası, dolayısıyla müdahale edilebilir bir yanı var. Şikayet eden yoğun ve verimsiz çalışan mimarlar bu hızlı ama kalitesiz üretim temposunun ürünü. Bu tempo düşürülmek zorunda kalınan proje bedellerinin sonucu. Düşürülebilen proje bedelleri ise işçiliğin ucuza getirilebilmesinin çıktısı.

Yani evet, bütün sistemin çökmesinin sorumlusu senin elden aldığın maaşlar çalışan arkadaşım. Sen alman gereken ücretleri alsan bunların hiçbiri başımıza gelmeyecekti, hepimiz mis gibi şehirlerde yaşayacaktık. Çalışma saatlerini esnetmesen, yoğun çalışma temposuna ayak uydurmaya söz vererek işe girmesen şu an her yer Londra, her yer Stockholm’dü. Şimdi ne elimizde ne var? Stockholm’ü yok, sendromu var. Hepsi senin suçun. Oysa ki seni işe alanlara bak, ne tatlı insanlar. Arkiteracom’un Kariyer bölümünde Aralık 2010’dan bu yana verilmiş olan 3.700 ilana baktığımızda aslında onların da senin kadar kapana kısıldığını görebiliyorsun. Bak mesela, çoğu kendine arkadaş arıyor:


İmaj 1: Verilen ilanların başlıklarına göre aranan kişinin nasıl tanımlandığı. 3.700 ilanın %77’sinde bir nevi arkadaş aranıyor. Mimar, iç mimar, inşaat mühendisi, tekniker gibi daha nötral ifadelerin kullanımı ise görece az. En direkt anlatım ise yalnızca bir ilan başlığında kendini göstermiş: “MNG TARGEM A.Ş. Elemanlar Arıyor”

 
İmaj 2: Verilen ilanların başlıklarına göre aranan kişinin nasıl tariflendiği. Aranan en önemli özellik kırılgan ekosistemi bozmayacak bir karakter iken, ardından hemen “ileri düzeyde, seri bir şekilde, ilgili yazılımlara hakim” kişiler isteniyor. Bu veri yalnız başına bir eleştiri sebebi değil elbette, ama çoğu ilanın işe alınması beklenen kişinin kimlerle, nasıl çalışacağını açıklamadan, müstakbel çalışanı bir yazılım operatörü olarak gördüğü algısını da yaratmıyor değil.


İmaj 3: Mimari üretim ortamının AutoCAD temelli işlediğini görmek şaşırtıcı olmasa da, aranan ikincil yazılım setinin MS Office olması insanın biraz kalbini kırıyor.


İmaj 4: Bonus: Çalışanın makbulu 5 yıl tecrübeli olandır.

A bu arada, bu sistemin sorumlusu hakkını aramayan çalışanlar derken şaka yapmıştım. Sorumlu, genç bir mimara “İnsanın kendi projesinden soğuması kadar kötü bir şey var mı?” dedirtecek kadar boğucu hale gelmesine rağmen müdahalede yetersiz kalanlarda.

Oda selam. Naber?

Etiketler

2 yorum

  • ahmet-turan-koksal says:

    Tez gibi yazı vallahi. Mimar, şehirci değil herkes bilmeli. Tebrikler. Yine de durumun vehameti ve imar planı yapmadaki garip durum gözden kaçmıyor.

  • arman-akdogan1 says:

    Hakikaten iyi bir yazı derlenip toparlanıp tez yazısı olur. Aslında kitapta olur, TR nin siyasi imar politikaları üzerine. Herkesi mutlu edersin, bu güzide TR şehirlerinin nasıl vücut bulmakta olduğunu merak edenlere hitaben….

Bir yanıt yazın