Le Corbusier’nin Peşine Hep Beraber Düştük

"Le Corbusier Doğu Gezisi 1911: Mimarın Formasyonunda Seyahatin Rolü" konferansı öncesinde, organizasyonu gerçekleştiren Burcu Kütükçüoğlu, İdil Erkol ve yapıların fotoğraflarını çeken mimari fotoğrafçı Cemal Emden ile bir söyleşi gerçekleştirdik.

PK: Öncelikle sempozyum fikrinin ortaya çıkışından biraz bahsedelim. Nasıl bir süreç oldu, neler yaşandı? Ne zamandan beri bu proje üzerinde çalışıyorsunuz ve kimlerle çalıştınız?

Burcu Kütükçüoğlu: Bu sempozyum, Fondation Le Corbusier’nin ortaya çıkardığı bir fikir. 2010 yılı Kasım ayında bizimle iletişime geçtiler ve 2011 yılında Le Corbusier’nin doğu gezisinin 100. yılı olacağı için üç ayrı şehirde toplantılar düzenlemek istediklerini belirttiler. Fondation Le Corbusier’nin böyle bir geleneği var. Le Corbusier’nin işleriyle, hayatıyla ilgili çeşitli toplantılar düzenliyorlar. Bu seneki de 17. toplantıları olacak.

2010 Mayıs ayında mimarlık tarihçisi Jean Louis Cohen yüksek lisans programının davetlisi olarak İstanbul’a gelmişti. Kendisi aynı zamanda Fondation’un danışmanlarından biri ve bizim iyi bir okul olduğumuzdan, mekanın çok güzel olduğundan bahsetmiş. Vakıf da bu bahsettiğim toplantılardan birini İstanbul’da yapmayı düşününce Jean Louis Cohen onları bize yönlendirmiş ve sonra da bizimle iletişime geçtiler.

Bir toplantının İstanbul’da, diğer iki toplantının Atina ve Napoli’de olacağını söylediler. Biz de bu toplantıyı organize etmekten ve ev sahipliği yapmaktan çok memnun olacağımızı söyledik. Dekanımız İhsan Bilgin de konuyla çok ilgilendi ve çok uyumlu, karşılıklı bir çalışma yürüttük. Konferansın içeriğiyle, konuşmacılarla ilgili biz birtakım öneriler getirdik, onlar çeşitli öneriler getirdi. Daha sonra vakıftan iki kişi okulu görmeye geldiler, toplantı yaptık ve konuşmacı listesi çıkarıldı. Bu aşamada bizden, konferansa paralel bir de sergi yapma fikri geldi. Aslında bu biraz da okulumuzun geleneği olan bir şey. Okul içinde yaptığımız her türlü etkinliği bir sergiye de çevirmeye çalışıyoruz. Bu kapsamda konferansa paralel bir de sergi yapmamız gerektiğini düşündük. Böylece sempozyum, konferans ve sergi olmak üzere ikili bir etkinliğe dönüştü.

PK: Organizasyonu İdil Erkol’la birlikte iki kişi mi yürüttünüz?

BK: Organizasyonla fakülte adına İdil ve ben ilgilendik. Ama tabi fakültedeki İhsan Bilgin, Tansel Korkmaz, Günkut Akın gibi değerli hocalar ile gerek sergi, gerek konferans üzerine hep birlikte çalıştık ve karar aldık.


Burcu Kütükçüoğlu ve İdil Erkol (Fotoğraf: Uğur Ceylan)

PK: Başka kimler destek verdi?

BK: Kale Grubu bizim ana sponsorumuz. Zaten Kale Grubu’nun cömert desteği olmasa sergi fikri hiç ortaya çıkmayabilirdi, konferans da bu kadar iddialı olmayabilirdi. Kale sayesinde konferansın kapsamını zenginleştirebildik, çok farklı yerlerden önemli akademisyenleri davet etme şansımız oldu. Hem de sergi işine kalkışma cesareti bulduk.

İdil Erkol:
Bu işin kalıcı olmasını sağlayan yayından da bahsetmek lazım. Sergi 13 Kasım’a kadar gezilebilecek ve sonra başka şehirlerde de gerçekleştirilme ihtimali var. Şimdi Ankara ile görüşüyoruz. İstanbul’da mimarlık odaklı etkinlikler sık sık gerçekleşiyor ama bu serginin diğer kentleri de gezmesini sağlamak isteriz. Yayın her şekilde bu işlerin en kalıcı yanı diye düşünüyoruz. Kale Grubu, hem yayına hem sergiye hem de konferansa sponsorluk yapıyor.

Cemal Emden: Tek bir sergi de değil aslında, iki ayrı sergi var.

BK: Evet, basına duyurduğumuz sergi Cemal’in fotoğraflarından oluşan sergi. Ama belki onunla yarışamayacak, konferansın arka planı olarak tasarladığımız ve Le Corbusier’nin doğu gezisinde yaptığı eskizlerden oluşan ufak bir sergi bizim fakültenin içinde olacak.

Bunu konferansı destekleyecek bir arka plan olarak gördüğümüz için çok duyurmadık. Konferans da daha çok gezinin Türkiye bölümüne odaklandığı için, mimarın Türkiye’de yaptığı eskizlerin ve yazıların yer alacağı bir sergi olacak. Dolayısıyla aslında Kale, komple bir paket halinde bunların hepsine sponsor oldu.

İE:
Bu şekilde işin ciddi bir arşiv çalışması haline geldiğini düşünüyoruz. Çok fazla arşiv taraması yaptık, Le Corbusier’in doğduğu yerdeki arşivleri bile gözden geçirdik ve ilgili malzemeleri topladık. Türkiye’deki gezisinde mimar Edirne, Tekirdağ, İstanbul ve Çanakkale’ye gitmişti. Buralarda yaptığı eskizler, buralardan fotoğraflar ve aynı zamanda metinlerdeki spot cümleleri bir araya getirdik. Le Corbusier’nin çok görülmemiş, fazla bilinmeyen eskizlerini de ortaya çıkarmayı hedefledik.
 

PK: Atina ve Napoli’de de konferanslar düzenlenecek dediniz. Sergiler de oralara gidecek mi?
BK: Oradaki konferanslar ayrı bir organizasyon olarak düzenleniyor. Aynı tema altında iki başka konferans, davetli konuşmacılar farklı. Ana başlık aynı fakat alt başlıklar her üç yerdeki konferansta değişiyor.

CE:
Benim çektiğim fotoğraflardan oluşan serginin oraya gitme olasılığı yok.

PK: Serginin tasarımını kim yapıyor?

BK: Serginin tasarımını aslında hepimizin birlikte, kolektif olarak, fakültede tartışarak oluşturduk. Dolayısıyla bence “Serginin küratörü şu kişidir,” demek pek doğru olmaz, biz de o şekilde lanse etmeyeceğiz. Arşiv çalışması, Cemal’in fotoğraflarıyla ilgili araştırma, Cemal’in çekimlerinin ayarlanması gibi işlerle daha çok İdil uğraştı. Ama aslında konsept fazlaca tartışılarak ortaya çıkmış bir şey. Yüksek lisans stüdyo ve atölye yöneticileriyle, hatta Han Tümertekin gibi isimlerle beraber yürütüldü. Dolayısıyla buna kolektif bir çalışma diyebiliriz.


Cemal Emden (Fotoğraf: Uğur Ceylan)
 

PK: Bir mimar ve fotoğrafçı olarak Le Corbusier’nin yapılarının peşine düşmek, binalarının fotoğraflarını çekmek sizin için nasıl bir deneyim oldu?
CE: Çok etkileyiciydi. Organizasyon kapsamında, bu yapıların peşine hep birlikte düştük aslında. Mümkün olduğu kadar çok yapıyı görüp, mümkün olduğunca kadar çok fotoğraf çektim. Çekilen fotoğraflar Burcu’nun bahsettiği gibi az görülmüş ama bir yandan da mimariyi anlatabilecek özellikte fotoğraflar.

PK: Bu süreçte hangi ülkelere gittiniz?
CE: Hindistan, İsviçre, Almanya, Fransa’ya gittim. Çok önemli bir mimar olduğu için aslında birçok yerde binası var. Kuzey ve Güney Amerika’da da yapıları var, Afrika’da da var. Fakat hepsini bir araya getirmenin çok da önemli olmadığını düşündüm ve en önemli yapıların fotoğraflarını çektim.


PK: Çalışma ne kadar sürdü? Kaç binanın fotoğrafları çekildi?
CE: 2-3 ay gibi bir sürede çektik fotoğrafları. Her yapıya yaklaşık 1 gün ayırmaya çalıştık. Bu yapıların birçoğu için izin almak gerçekten çok zor. Gittiğim ülkelerdeki mimarlık fakültelerinin dekanları, mimarlık öğrencileri bana büyük kolaylıklar sağladı. Bilgi Üniversitesi’nden hocalar iletişimi sağlamada çok yardımcı oldu.

41 yapı çekildi ve sergide de 40 civarında yapı yer alacak. Bunları belli bir kurgu ile sergileyeceğiz. Fotoğraf sayısı çok da önemli değil, önemli olan Corbusier’nin mimarlığını anlatabilmek.

PK: Bundan sonrası için tasarladığınız mimarlık sergileri var mı?
BK:
Kale Grubu ile bu süreçte gerçekten çok uyumlu çalıştık. Onlarda da, bizde de bu tür projelere devam etme konusunda büyük bir istek var. Ama şu an kesinleşmiş bir şey yok.

PK: Başka eklemek istediğiniz bir şey var mı?
İE: Konferansın da bir kitabı çıkacak. Bu Le Corbusier Vakfı’nın çıkaracağı bir kitap aslında. Gerçekleşecek 3 konferansın deşifresi yapılarak hepsi tek bir kitapta toplanacak. Sergi açıldığında, serginin kitabı zaten yer alacak. Ondan ayrı olarak bir de konferans kitabı hazırlanacak.

PK: Çok teşekkür ederiz.
 

Etiketler

1 Yorum

  • korhan-gumus1 says:

    İkbal Polat’ın yazısının özellikle bugün için, kentlerdeki yapı stoğunun kısa süreler içinde yenileneceği “müjde”sinin verildiği bir zamanda çok önem taşıdığını düşünüyorum. 99 felaketinin yarattığı politik krizinin (evet, deprem bence bir politik krize yol açmıştı) çoğu zaman yanlış algılandığını söyleyebilirim.

    Bu algı nasıldı, kısaca hatırlatayım: Bu felaketin sonuçlarına bakıldığında hep devletin yetersizliğinden, buna karşılık sivil toplumun gücünden falan söz edildi. Sivillerin dinamizmi öne çıktı. Bu doğruydu. Ama devlet yetersiz falan değildi. Gerçekte devlet o kadar yeterliydi ki, uzun vadede sivil toplumun enerjisini söndürmeye. Devlet bütün kamu işlevlerini olağanlaştırılmış bir şiddet içinde yeniden inşa etmeye, ve bunu tek seçenek olarak halka empoze etmeye… Kamu yönetimleri o zaman da kendilerini o kadar yeterli hissediyorlardı ki, (bugün de olduğu gibi) yaşanan felakete rağmen burunlarından kıl aldırmıyorlardı. Bu şiddetin en büyük destekçisi de araştırma, yeniden yapılanma, projelendirme faaliyetlerini inşa sürecinin bir aracı olarak algılayan bürokrasi ve teknokratlardı.

    Bu yüzden kalıcı konutlar inşa edilirken İkbal Polat’ın sözünü ettiği çok boyutlu, çok aktörlü yeniden yapılandırma düşüncesini bir hayal olarak ellerinin tersiyle bir kenara ittiler. Zaten deprem felaketi olmasa bu şiddetin oluşturduğu mükemmel koalisyonun yeterliliğinden de kimse şüphe duymayacaktı. Bu nedenle hiç bir gücü, iktidarı olmayan bir kaç gönüllü bir anda bu büyük koalisyonun, namı diğer “müesses nizam”ın yapamadığını yaptı, ama yalnızca başlangıçta. Sonra geri çekildi. Çünkü planları kendi başına hazırlayan uzmanlardan, büyük ihalelerden oluşan sistem devreye girmişti. Bilimle siyaset koalisyonu İstanbul için “Deprem Master Planı”nı büyük bir iştahla hazırlamaya girişti. “İstanbul’u kurtaracak” bu plan şömizli bir cilt olarak afişlerde göğüsleri gere gere güya halka tanıtıldı. Halkın katılımı meselesi de böylece geçiştirildi. Bugün de gelişmeler bu yönde. Planlama, mimarlık, araştırma, bilgi üretimi en beterinden piyasa ilişkilerine teslim olmuş durumda. Bu nedenle hatırlatmak istedim, asıl fay hattı bu teknokratik modeli halka dayatan piyasa-siyaset koalisyonu ile medeni bir gelişmeyi öngörecek farklı bir şehircilik deneyimi arasında. Bu fay hattı sürekli yeniden inşa edilip durdukça, ne yazık ki daha çok felaket yaşamak zorunda kalacağımız çok belli.

    Korhan Gümüş

Bir yanıt yazın