Mimarlar Odası’nın Dünya Mimarlık Günü Bildirisi

Mimarlar Odası Merkez Yönetim Kurulu, Dünya Mimarlık Günü nedeniyle "Dünya Mimarlık Günü'nü Savaşların ve İnsan Hakları İhlallerinin Gölgesinde Kutluyoruz" başlıklı bir basın bildirisi yayınladı.

Yayınlanan basın bildirisinin tam metni şu şekilde;

“Her yıl Ekim ayının ilk pazartesi günü kutlanmakta olan Dünya Mimarlık Günü, bu yıl 3 Ekim tarihinde ‘İnsan Hakları ve Mimarlık’ temasıyla Uluslararası Mimarlar Birliği’ne (UIA) bağlı 117 ülkede, yaklaşık 1.300.000 mimar tarafından kutlanmaktadır. Mimarlar Odası ise, Dünya Mimarlık Günü’nü bütün birimleriyle birlikte ve 40 bine yakın üyesiyle, aynı günün olduğu haftada ‘Mimarlık Haftası Etkinlikleri’ olarak kutlamakta ve etkinlikler Ekim ayı boyunca devam etmektedir.

Bu bağlamda mimarlığın kent, ülke ve küresel boyutla örtüşen gündemini birlikte değerlendirmek ve sağlıklı çözüm önerilerini hayata geçirilmesini sağlamak amacıyla bir dayanışma ortamının yaratılmasını hedeflemekteyiz.

Gündem denince maalesef güzel şeylerden söz etmek pek olası değil. II. Dünya Savaşı’nın üzerinden yarım yüzyılı aşkın bir süre geçtikten sonra, dünyamız yeniden savaşları, açık işgalleri, mimarlık ve kent yıkımlarına tanık olmaktadır. Doğal kaynaklar ve kentler üzerindeki ‘kapitalizmin rant operasyonları’ ile örtüşen bu süreç, sonuçları itibariyle insanlığın bütün geleceğini tehdit etmektedir.

Bu ortamda mimarlık, çok boyutlu sorunların kesiştiği bir yerde olması nedeniyle, yaşanan krizlerle yoğun bir etkileşim içerisindedir. Bir insan hakkı olarak ‘mimarlıktan toplumun bütün kesimlerinin yararlanabilmesi’, uygarlaşma sürecine koşut olarak şekillenmektedir. Bu nedenlerle uluslararası ortamlarda mimarlığın bir ‘insan hakkı’ olduğu sürekli vurgulanmaktadır.

Kültürün somut bir ifadesi ve aynı zamanda uygarlaşma anlamına gelen mimarlık,1948’de yayımlanan Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ve Avrupa Birliği Kentsel Şartı çerçevesinde bir insan hakkı olarak ele alınmaktadır. Bu kapsamda ‘barışın, demokrasinin, insan haklarının mekân üzerinden örgütlenmesinin’ uluslararası dayanakları ve olanakları artarken; mimarlık, insan yerleşimleri ve doğa değerleri ‘çağdaş sömürgeciler’ tarafından sistemli biçimde yok edilmektedir.

Türkiye ve çevresi, her bakımdan sancılı, açık işgallerin ve çatışmaların yaşandığı kültürel, kamusal ve mekânsal kayıpların arttığı, ‘barış ve esenlikli bir gelecek’ umutlarının umutsuzluğa dönüştüğü böyle bir sürecin tam da merkezinde yer almaktadır.

Ülkemizde 1950 sonrası ‘göçe dayalı plansız büyüme’ ve 1980 sonrası ‘imar affı ve rant planları ile büyüme’ yönündeki kentleşme politikalarının yarattığı sağlıksız kentleşmenin bedellerinin topluma ağır biçimde ödetildiği ve bundan ‘kimi çevrelerin rant sağladığı’ bilinmektedir. Son yıllarda var olan sorunların çözülmemesi, üstelik daha da ağırlaşması, kentlerin, mimari estetikten yoksun ve afetlere daha açık hale gelmesi, dayanışmanın değil ayrışmanın mekânları ve şiddetin kaynağı olarak büyümesi, insan haklarına erişimin önüne bizzat engel oluşturması ve hatta bütün “ülke topraklarının küresel rantiyenin şantiyesi haline getirilmesi yönünde radikal adımlar atılması, konunun güncel kimi boyutlarını ortaya koymaktadır.

Bütün bu olumsuz gelişmelere karşın, bu süreçte meslek Odalarının, sivil-demokratik örgütlerin ve toplumsal duyarlılığın ‘yaşam alanlarına sahip çıkma’ çabalarının yükselmesi ve hukuk mücadeleleri bir ‘umut ışığı’ olmuştur.

Bu ‘umut ışığı’ ile birlikte, başta yargı olmak üzere kimi kamu kurumlarını, hukuku ve yasaları ‘ayak bağı’ olarak gören ve 7-8 yıldır açıkça bunu dile getiren iktidar, 12 Eylül 2010 Anayasa Referandumu sonrasında bu ‘engelleri’ kaldırmak için her yolu denemekte ve radikal adımlar atmaktadır.

Bu adımlar içerisinde 12 Haziran 2011 Genel Seçimlerine 3 gün kala ve hemen sonrasında meslek örgütlerinin ve yerel yönetimlerin ‘özerk ve kamusal kimliklerini yok sayan’, koruma kurullarını ve bilirkişileri iktidarın emrine veren, ‘kendi planını kendin yap’ uygulamalarının yolunu açan ve planlamadaki var olan kaosu daha da arttıran, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni tamamen devredışı bırakılarak hukuka ve anayasaya aykırı olarak çıkarılan Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) ile adeta ‘rantiyenin zaferini ilan ettiği’, ülke yönetiminde ‘demokrasiye şeklen dahi tahammül edilmediği’ yeni ve kaygı verici bir süreç başlamıştır.

Taşıdığı sakıncalar nedeniyle Anayasa Mahkemesi’nde söz konusu KHK’larla ilgili açılan iptal davalarının sonuçları hayati önem taşımakta ve gelişmeler yakından izlenmektedir.

Kısaca vurgulamaya çalıştığımız sorunlar sanıldığından çok daha büyük sonuçlara gebedir. Ülkemiz KHK’larla otoriter bir yönetim modeline doğru hızla yol alırken, bütün toplum kesimlerinin ‘yeni süreci’ bütün boyutlarıyla birlikte tartışmaları, çözüm önerilerini ortaya koymaları ve bu önerilerin hayata geçirilmesi için dayanışma içerisinde olmaları yaşamsal bir önem taşımaktadır.

Belli başlılarını sıraladığımız bu koşullarda mimar meslektaşlarımızın ve toplumumuzun Dünya Mimarlık Günü’nü, ‘insan hakları, demokrasi, barış, sağlıklı yaşam alanları ve nitelikli bir mimarlık’ için çabamızın yükseltildiği bir dayanışma ortamında kutlamak istiyoruz.

Bu çerçeveyi gözeterek Ekim ayı boyunca gerçekleştireceğimiz etkinliklerde ve 15 Ekim 2011 tarihinde İstanbul’da ‘Kent Kültür ve Demokrasi Yürüyüşü’nde tüm meslektaşlarımız, meslek örgütleri, kültür ve sanat çevreleri, sivil-demokratik örgütler ve yurttaşlarımızla buluşmayı diliyoruz.

Uygar ve esenlikli bir gelecek dileğiyle Dünya Mimarlık Günü’nüzü kutluyor, bütün duyarlı kesimleri ‘bir insan hakkı olan mimarlığa sahip çıkmaya’ çağırıyoruz…”

Etiketler

Bir yanıt yazın