Kentin Dokusuna İşleyen Bir Bienal: Sinopale

Sanat deyince bir adım geri çekilenlerdenseniz baştan söyleyelim; bu bienal bildiğiniz sanat etkinliklerinden çok farklı.

Son yıllarda çağdaş sanatın kentte görünürlüğü giderek artıyor. “Sanat sanat için midir, toplum için mi?” açmazından çıkılarak sanatın sosyal ve politik meselelerle, gündemle ilişkisi yoğunlaşmaya başladı. Ancak Türkiye’de sanat etkinliklerinin büyük isimli sponsorlar sayesinde ortaya çıkıyor olması bir yandan da bizleri yaratılan işin niteliğini, samimiyetini sorgulamaya itiyor.

Bunun en yakın tarihli örneğini 13. İstanbul Bienali üzerinden yakalayabiliriz. Geçtiğimiz yıl İstanbul Bienali’nde Kamusal Sermaye etkinliği sırasındaki protestolar büyük yankı yaratmıştı. “Güzelim bienali neden protesto ediyor bunlar şimdi?” veya “İstanbul’un gelişmesini istemeyenlerin işi bu” diyenler için Anti Istanbul Biennial 2013 ekibi web siteleri üzerinden meramlarını kısaca şöyle anlatmıştı:

…bir Eczacıbaşı kuruluşu olan İKSV tarafından düzenlenen ve Koç Holding’in sponsor olduğu 13. İstanbul Bienali’nin “Kamusal Simya” konseptiyle düzenlenmesi son derece ironiktir. Kentsel dönüşüm yağmasının da yatırımcılarından olan bu iki grubun düzenlediği 13. İstanbul Bienali’nin, kamusal alanları işgal edip iktidar ve sermayenin saldırılarını meşrulaştırmaktan başka bir işlevi olmadığı gün gibi ortada. Bu anlamda kentleri pazarlama taktiğinin parçası olan bienaller gibi sermaye destekli sanat etkinlikleri de sistemin kendi sözünü üretmek adına kullandığı araçlardan biri haline dönüşüyor.*

Yani çağdaş sanatımız gelişir ama kentsel ve toplumsal sıkıntılar da bakidir…

Mimar Ali Artun’un 13. İstanbul Bienali’nin teması “Anne Ben Barbar mıyım?”a göndermede bulunarak yazdığı “Anne Ben Hıyar mıyım?” başlıklı yazısı çok konuşulmuştu. Artun da belli bir zümreye hitap eden, kentin sorunlarına sirayet etmeyen etkinlikleri eleştiriyordu:

Bienallerin kentleri markalandırmanın etkin platformları olmanın yanı sıra, küresel/çağdaş bir beğeninin ve sanat piyasasının önde gelen medyaları oldukları da ortada. Dolayısıyla bienaller, yerel izleyicilerden çok, aslında oradan oraya peşinden sürükledikleri bir sanat tüccarı, yöneticisi, medyası ve yatırımcısı koloniye, elite hitap ediyor. Bir bakıma onların etkinliklerini ve programlarını düzene sokuyor. Artık İstanbul Bienali de bu anlamda bir uğrak noktası. Piyasa mimarlarının İstanbul’a akması, yerli yatırımcıların da çağdaş sanata olan güvenlerini sağlamlaştırıyor.**

Şimdi tüm bildiğimiz sanat etkinliklerinin üzerine bir sünger çekelim ve yeni, sürekli gelişen bir modeli deneyimlemeye koyulalım.

Gösteri Alanından Kollektif, Katılımcı Sanat Etkinliğine: Sinopale

Sinopale, 2006 yılında bir grup kültür insanının bir araya gelerek tasarladığı bir etkinlik modeli. Bir model; çünkü iki yılda bir yapılmasının dışında alışılmış bienal etkinliklerinden hiçbir iz taşımıyor.

Başta dedik ya, bu bienal bildiğiniz sanat etkinliklerine benzemez diye. Sinopale, işin içine kenti, kentliyi katan, topluma ve kente dair her şeyi dert edinen, kamusal mekanı kullanım mekanlarının başına koyan, “yaptım oldu”cu değil, sorgulayan, sorgulatan, öğrenen, sürekli deneyimleyen bir bienal.

Bu etkinliğin Sinop’ta yapılması bile başlı başına düşünmemiz gereken meselelerden biri. Yani, İstanbul gibi, Türkiye’de sanat etkinliklerinin başkenti bir yeri kenara bırakıyor ve düşündürtüyor; “Bir bienal neden Sinop’ta yapılır? Üstelik adı da Sinop Bienali değil, Sinopale olarak seçilir…”

Sinop, Sinopale’nin baş aktörlerinden Melih Görgün’ün memleketi. Doğup büyüdüğü kenti için bir şeyler yapmak isteyen Görgün, kendisi gibi farklı bir etkinlik modeli deneyimlemek isteyen insanlarla bir araya gelir ve Sinopale yolculuğu başlar. Sinopale’yi bilinen bienallerden ayırmak için de Sinop ve bienal kelimelerinin karışımından bir kelime olarak Sinopale belirlenir.

Sinopale, sanatın elit bir zümreye değil, topluma içkin olduğunu gösteren en önemli etkinliklerden biri. “Kendi imkanlarıyla dönebilecek, var olan belleği ve bilgileri kullanarak yeni bilgiler üretebilecek bir etkinlik önerisiydi bizim sunduğumuz” diyen Görgün Sinopale’yi kentte yaşayan, kente dışarıdan gelen ya da kültür-sanat etkinliği içerisinde bulunacak olanların temas etmesini sağlayan katılımcı ve süreç odaklı bir etkinlik olarak tanımlıyor. Kentin dokusuyla buluşmayan, sorun odaklı çalışmayan bienallerin eklektik bir hal aldığını da ekleyen Görgün, hedeflerinin bir takım “gösteri alanları” oluşturmak olmadığının da altını çiziyor.

Sinopale’de büyük sanatçıların isimlerine rastlayamazsınız çünkü bu etkinlikte herkes amatör ruhla işini yapıyor. Dışarıdan üretilmiş bir sanat yapıtı getirmek yerine sanatçılarını kentin sokaklarında, halkla birlikte üretmeye çağırıyor. Kentliyle kurdukları samimi ilişkiler de zaten bu amatör ruha, deneye deneye yapma haline dayanıyor. Kimisi televizyonunu kapıp getiriyor kimi kahvehanesinin, evinin bahçesinin etkinlik mekanı olarak kullanılmasına izin veriyor…

Bu Bienalde Herkes Emekçi

Sinopale’nin önemle üzerinde durulması gereken konulardan biri de hiçbir sponsor desteği almadan, tamamen gönüllülük esasıyla yoluna devam etmesi. Bienalin en büyük destekçileri yerel halk ve kamu kurumları ama işlerin yolunda yürümesini sağlayan ekip genç öğrenciler, gönüllülerden oluşuyor. Bazısı başından beri Sinopale’de yer alıyor, bazısının ise ilk deneyimi. Sinopale’yi genç gönüllülerden dinleme fırsatım oldu.

Mert, bir Sinoplu, iç mimar. En başından beri Sinopale gönüllü ekibinin bir parçası. Üniversite hayatına başlayana kadar Sinop’ta yaşamış, ama kentten uzaklaştıktan sonra burayla ilişkisi hep sınırlı olmuş. Önceden yazları sadece bir haftalık tatil için geldiği Sinop’la arasında Sinopale sayesinde daha sıkı bir bağ oluşmuş. Sinop’un kışları durgun olduğunu, yazın da yaz tatili nedeniyle hareketlendiğini söyleyen Mert, Sinop’ta böyle bir etkinliğin kentin rutinini kırdığından, şehre kattığı devinimin insanları mutlu ettiğinden bahsediyor. Mert’e göre etkinliğin yalnızca Sinop’a katkıları değil, kendilerine olan katkıları da bir hayli değerli. En basitinden yurtışından gelen sanatçılarla etkileşime girmek zorunda olan gençlerin İngilizce konuşabilme fırsatı bile bu etkinlikte elde edilmiş bir kazanım.

Ekibin gönüllülerinden Çağatay da genç bir üniversite öğrencisi, aynı zamanda Sinoplu. O da üniversite için ayrıldığı bu kente sadece yaz tatili için uğrayanlardanmış. “Geleceği Biriktirmek” programıyla birlikte dahil olduğu Sinopale’de yer almaktan bir hayli mutlu. Çağatay Sinopale’nin sosyal medya ve web sitesinin işlerini yürütüyor. Ama burada ne işle meşgul olduğunu sorduğumda aldığım cevap “burada herkes her işi yapıyor” oluyor. Evet, bu bienalde küratöründen sanatçısına, teknik ekibe kadar herkes elinden gelen her işi yapıyor.

Bu Yıl Sinopale’de Neler Olacak?

Bu yıl beşinci kez düzenlenen Sinopale’de iki ana sergi bulunuyor. Biri Viyana mimarisini 1919-1934 arasında gösteren Red Vienna Architecture sergisi, diğeri ise kollektif öğrenme pratiklerini ortaya koyan Emre Zeytinoğlu ve Melih Görgün küratörlüğünde yapılan Köy Enstitüleri: İdeal Laboratuvar sergisi.

İki ana sergi dışında performanslar, film gösterimleri, çocuk atölyeleri gibi kapsamlı bir programı var Sinopale’nin. İlk bienalde mekan olarak hapishane kullanılmıştı ama bu yılki etkinlikte kentin içinde kimsenin farketmediği ancak birer anı mekanı olarak bu kentin belleğinde önemli yere sahip altı farklı mekan seçilmiş. Bu mekanlarda farklı sanatçıların işleri yer alacak. (Detaylar için web sitesini ziyaret edebilirsiniz)

Sinopale 17 Ağustos’a kadar devam edecek. Bir Karadeniz kentinde benzersiz bir kültür-sanat etkinliği izlemek isteyenler kaçırmasın derim.

Kaynaklar
*  http://antiistanbul2013bienal.blogspot.com.tr/2013/05/istanbulun-katline-bienal-destegi-son.html
** Ali Artun, “Anne Ben Hıyar mıyım?” http://e-skop.com/skopbulten/anne-ben-hiyar-miyim/1510

Fotoğraflar
https://www.facebook.com/sinopale

Etiketler

Bir yanıt yazın