‘Yeni’ Bir Camii Mimarisi

Mimarlık yapan bizler için yepyeni bir tasarım fikriyle inşa edilmiş bir camiyi keşfetmek ve algılamaya çalışmak paha biçilmez bir zevk.

Hele hele “arkadaşım” dediğimiz bir mimarın elinden çıkmışsa… Bürosunda maketleri, görselleri varken, hususi gözümüzü kaçırmışsak ve camiyi gezmeyi, özümsemeyi ve iyi kötü detayları kendi kendimize fark etmeyi bir iş olarak görmüşsek… Bir de buna ağabeyimiz Ahmet Turan Alkan’ın yorumunu okumuş olmanın verdiği “Biz de bir şeyler demek, eklemek ve belki de -haddimizi aşıp- bir de şuradan bakmayı denemelisiniz” diye yol açmak niyetinde olmanın heyecanını ekleyiniz…

Arkitera’nın yöneticisi Mimar Ömer Yılmaz ile neredeyse gün ağarmadan camiye vardık. Daha hoca tayin edilmemiş caminin önce dışını bekçi ile gezdik. Sonra caminin anahtarı gelince içine girebildik. Anahtarı beklerken bir minibüs daha geldi. İçinden bir çocuk ve 6-7 kişi indi. Sonra bir başka araba daha… Sebep? “Uzaktan geliyoruz, camiyi merak ediyoruz, görmek ve bir de namaz kılalım istedik” dediler. Sadece biz değilmişiz demek ki meraklı…

Balıkgözü lensler, yüksek ışık değeri alabilen objektifler ve boyuna takıldı mı hareketi zorlaştıran ağırlıkta yüksek kalite fotoğraf çeken makinemizle beraber çıplak gözle camiyi algılamaya çalıştık. Caminin mimarı olan ekiple, önceden hakkında konuşmuşluğumuz, onlardan bilgi almışlığımız, tartışmışlığımız yoktur ama Alkan’ın “Bu kadar tevazu belki de biraz fazla” söylemi aklımızdan çıkmıyor. İşbu yazıyı da onun yazısına cevap niteliğinde yazmadığımızı veya anlaşılmaz kelimelerle sarıp sarlamalayıp, okuyucuyu mimarî safsatalarla boğmamaya çalışarak tamamlayacağımızı taahhüt ederiz.

“İşte bak, ne güzel, farklı bir şey denemiş mimar” en kolay ve sanırım en yüzeysel yorum olduğundan öncelikle bu ihtimali elemelisiniz kafanızda. Yapı bir subasman üzerinde yükselen duvarlar ve o duvarların taşıyıcı olduğu, belki de filayağı dediğimiz kolonlarla, Türk üçgenleri ile taşınan jilet gibi bir kubbe ile keskin hatlı bir cami ortaya çıkmıyor. Kısaca bir cephesi yok caminin. Bir kıble duvarı da yok dışarıdan hissedilen. İşte Sayın Alkan’ın “Bu kadar da gizlenmeye ne gerek vardı” diye sorduğu şey de bu olmayan duvarları tarifliyor olsa gerek.

Biraz daha dışarıdan ve objektif açıdan baktığımızda aslında burada utanılıp, gizlenmeye çalışılan bir şey olmadığını anladık. Yoldan gelirken musalla taşları ve onun duvarları arasından geçerken kendinden emin bir minare olduğu gibi duruyor. Minare, caminin kenarından bir yerden çıkmıyor. Caminin kütlesinin yanında sonradan konulmuş bir ek olarak değil, caminin kendisinden çıkıyor. Caminin burada olduğunu (teşbihte hata yapmaya razı gelerek söylüyoruz) sanki bir Google Haritası iğnesi gibi gösteriyor. “Sancaklar Camii işte bu minareyle nivelman alınmış şekilde buradadır” der gibi. Minarenin şerefesi yok, gerek de yok zaten. Uzunluğunun ya da kalınlığının, caminin planı ve kesiti ile bir oranı var belli. (Plan ve kesitleri görmeden yazıyoruz) Sonra tam karşısında Dubai temelli, küresel bir gayrimenkul firmasının, İtalya’nın şarap bağları ile ünlü bir vadisi ile isimlendirdiği lüks konut projesinin süslü püslü bir kapısı var. Minarenin tam karşısında. O kapıya bakıyor, sonra dönüp minareye tekrar bakıp gülümsüyoruz. Acaba bir şeyler gizlemeye ya da suni bir vadiyi, doğa harikasıymış gibi göstermeye çalışan ve içinde kibarca “Burada mülkün yoksa içeri girmeye hiç yeltenmesen daha iyi olur” diyen güvenlik görevlilerinin ikamet ettiği, süslü püslü kapı, asıl bir şeyler gizleme derdinde olmasın sakın?

SADELİĞİ İLE MİMARİYİ ÖN PLANDA TUTUYOR

Camimize dönüyoruz zevkle. Minarenin kibar kapısını inceleyip, yanından geçip merdivenlerle caminin girişine iniyoruz. İniyoruz da burası aslında bir “korugan”. Orada olmak caminin içine girmeye yeltenmek ve sanırız caminin etraftaki bilmemne konutlarından ve yoldaki arabalardan uzaklaşıp özelleşmek demek. Caminin içine girdiğinizde kıble duvarının upuzun karşınıza çıktığını ve belki de yukarıdan sızan ışıkla boyandığını görmek mümkün. Bununla beraber rastgele açılarla oluşturulmuş betonarme kubbe, tavanı tamam ediyor. Birkaç farklı yükseklik ile tanımlanmış namaz sırası da sıradışı bir namaz kılma zemini yaratmış. Kadınlar bölümünün ayrımı da erkek-kadın varlığını İslamî kurallara uygun tanımlanacağını göstermiş.

Bu bir cami. Bir söylemi var. İç mekânı keza öyle. Şakirin Camii’nde içinden çıkılmaz süsler kişilerin üstüne üstüne gelirken ve tabii iç mimarı, olup olmadık her yerde, hatta –mümkün olsa– ilkokul gazetesinde bile kendinden gereğinden çok, söz ederken (överken), Sancaklar Camii’nde müellifin isminin tekrarlanması yerine, mimarî söylemin öne çıkması takdire şayan.

“Cami gibi cami” kategorisinin yanından geçmeyen bu mabet, deneysel bir bina olmanın ötesinde farklı şeyler de söylüyor. Duvarlarla yükselip bir mekân oluşturmak yerine bir oyukla kendi içinde var olmayı tercih ediyor. Bunun arazinin eğimini kullanmaktan öte başka bir amacı olduğu belli.

Yine de eleştiriye açık. Cami içindeki loşluğun kıble duvarını öne çıkarmaktan öte bir hali daha olmalıydı diyoruz. Yerden duvarlara vuran ışıklar aslında mekânın “geniş olma” halini törpülüyor. Sebebini arıyoruz, bir türlü bulamıyoruz. Cemaat bir kabuk içindeyken yanlardan da kısıtlanmış oluyor gibi. Emre Arolat ve ekibi bu tercihleri ile riski üzerlerine alıyorlar. Eleştirmeye kalkarsak durmayız. Dış mekândaki zeminde dizilmiş kesme taş kaplamanın arasındaki çakıl taşları, yerlerinden çıkınca (cuma ve bayram namazlarındaki yoğun sirkülasyonda) kişilerin ufak futbol deneyimleri ile yerlerine koymalarını gerektiriyor. Daha böyle irili ufaklı detay eleştirisi ile bilindik şeyler… Sancaklar Camii orada var olur. Ahmet Turan Alkan fikrini söyler. Bizimle beraber camiyi tecrübe eden, namazını kılan vatandaş da farklı şeyler söyler. İşbu yazıyı yazan da öyle. Ne kadar eleştirilirse eleştirilsin özgündür ve bir şekilde beğeniyi hak eden bir camidir. Bir açılımı ve kendine has bir söylemi vardır. Bu söylem “camiler de artık yerin altına insin, biraz da camileri böyle deneyelim” olmadığı gibi “tevazu yapılacaksa en abartı tevazuu biz yaparız” gibi oksimoron söylem de değildir. Sancaklar Camii kendince özel bir ortam, mekân ve yaşam sunar. Bundan 50 yıl sonra böyle bir mabet için, yaşanılmış bir halin sunumunda, gönderme yapılacak bir örnek ortaya çıkartmıştır. Bir cesaret, bir fikir, bir tanı, bir kendi kendine olma yani kendine has olma halidir. Cami gibi herkesin fikri ve beğenisinin sabit olduğu keskin bir konuda hem de.

EAA’nın yani Emre Arolat Mimarlık’ın ekibinde kadınlar da vardır. Süsün dibine vurup, “Cami tasarlayan ilk kadın” sloganıyla –genelde yabancı basına– “İslam, kadınları dikkate almaz” gibi bir kabule vardırmaya niyeti (reklamı) yoktur. Olmaz da.

Şu veya bu merci, şöyle böyle bir ödül vermiş Sancaklar Camii’ne. Mimarî için gurur kaynağıdır. Tebrikler. Bir haber bülteninde önemli bir satırdır. Fakat camiler söz konusu olduğunda, işbu satırları yazan kişi için hiçbir şey ifade etmemektedir, ödül mödül. Alınan, hak edilen ödül ne kadar prestijli olursa olsun, çok büyük değeri yoktur. Yüksek ihtimal sadece kendisinin güzel bulduğu Taksim Camii projesi için Başbakan’a ulaşabilmek amacıyla 3-4 ayda bir basını seferber etmeye çalışan mimarımız da ödül üstüne ödül toplamaktadır, bilgisayarla alınmış 3 boyutlu model üzerinden. Alınmış ödüller değersizdir demiyoruz, caminin içinde hissettiklerimizi yansıtan bir kıstas değildir bizim için diyoruz. Yoksa ödül alan alsın, tepe tepe kullansın.

Ataşehir’deki Mimar Sinan Camii ya da Çamlıca’daki üzücü bir süreçle projesi elde edilmiş, bakan tarafından kırpılmış biçilmiş devasa cami mi özel olacaktır yoksa Sancaklar Camii mi?

Biz mimarlar imrensek ve hatta itiraf edelim kıskansak bile farklı, özel, söylemi olan bir cami için bu tür eleştiri yazıları yazmaktan ve önümüze konulan “özgünlük” pastasının en lezzetli dilimini tatmaktan mutluyuz. Belki bir gün sadece Arolat Mimarlık gibi güçlü bir ofise değil de, genç ve tabii daha deneysel söylemlerle mimarlara da Sancak Ailesi gibi hayırseverler cami yaptırabilirler. Bir mimar hem de Müslüman bir mimar başka ne ister ki? Söz konusu camiyi bu kadar övdüğümüz halde bizim de acımasız eleştirilerimiz vardır. Fakat bilin ki inşa edilmeden önce görülseydi, “beğenmedim, yapılmasın” diye talimat verilecek camilerin en iyilerinden biridir Sancaklar Camii. Keşke Malatya’da Nevzat Sayın’ın tasarladığı cami de bu kadar şanslı olabilse…

Etiketler

Bir yanıt yazın