“Yarışmalar Reddedemediğimiz Diğer Yanımız Gibi”

CeSa Mimarlar'ın kurucu ortakları Murat Şahin ve İbrahim Çelepöven ile yarışmalar üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik.

Arzu Eralp: Yarışmalar son zamanlarda genç isimlerin kendilerini göstermek için fırsat bulduğu bir konu. Sizin yarışmalara duyduğunuz ilgi ne zaman başladı?

Murat Şahin: Okul dönemimin uzatma kısmında okuldaki hocalarımın tavsiyesi üzerine başladı. Bir öğrenci yarışmasıydı. İlk yarışmamda ikincilik ödülü alarak yarışma hayatına başlamış oldum.

Bizim öğrenciliğimizde öğrenci yarışmaları bu kadar fazla değildi. Artık öğrenciler daha aktif, yarışma tecrübesi kazanarak profesyonel yarışmalara geldiklerinde ise daha hazırlıklı olduklarını düşünüyorum.

İbrahim Çelepöven: Benim biraz daha sosyal projeyle başladı, yarışma değil belki ama, büyük bir sergi anlamında, tüm mimarların çalıştığı bir workshop gibi düşünülebilir.

S.O.S for Humanity diye bir çalışma yapılmıştı Viyana’da. Bu insanların kendilerini idame ettirecekleri yapıların nasıl olabileceğine yönelik yarışma – sergi gibi bir çalışmaydı. Yarışmalarda insanın bir şeyler söyleyebileceği bir nokta olduğunu düşünüyorum.

Normal kariyerde ister istemez maddiyat girdiği için ya da müşteri beklentileri gibi başka şeyler olduğu için, insan söylemek istediğini her zaman tam olarak belki ortaya koyamıyor. Yarışma kazanmak bir amaç ama, yarışmada çok daha güzel olan, bir söylem için de girebiliyor oluşunuz, bu noktada yarışmaları ben çok olumlu buluyorum. Türkiye’de bir dönem iyiydi yarışmalar, tabii bizim çok öncemizde. Şimdiyse inşaat sektöründeki garip büyümeden kaynaklı bir arayış var mutlaka, bunun daha çok olması lazım. Avrupaya baktığımızda genç mimarlara katkı sağlamaya çalışıyor ki bizden çok öndeler şehircilik ve mimarlık konusunda.

Bizim bunu çok daha fazla yapıyor olmamız lazım. Şehircilik konsunda çok büyük yaralarımız var Türkiye olarak. Bunların açılması ile genç fikirlerle bizi bir sonraki aşamada daha iyi sonuçlara götüreceğine inanıyorum. Açılacak yarışmalar illa ki uygulanacak bir bina olmak zorunda değil, fikir yarışmalarının biraz daha adedi artmalı, çünkü uygulamalarda bir takım sıkıntılar olabiliyor ama fikir yarışmasında öyle değil, sadece fikriniz kazanacağından gelişim için daha faydalı buluyorum.

MŞ: Türkiye’deki temel sıkıntılardan biri de, bir jüri var ve belirli bir üslubu var. Artık ulaşabilirlik çok fazla ve bu jürinin mimarlık anlayışını, beğenisini yarışmacılar çok rahat sezip, ona oynayabiliyorlar. Doğruluğu ya da yanlışlığı konusunda söylemiyorum ama bu bir gerçeklik. Benim yaptığım ya da İbrahim’in yaptığı işlerden, onun mimari tutumunu mimari anlayışını çok rahat okuyabilirsiniz. Ödül kazanmak daha kıymetli olmaya başladığı zaman insanlar bu yönde bir duruş sergiliyor. Jüri üyelerinden sadece bir tanesini değiştirdiğimizde tüm ödül silsilesi, hatta ödül alanlar bile değişebilir. Önemli olan ödül almak değil, evet çok kıymetli, sonuçta sizin yaptığınız bir üretimin karşılığı veriliyor. Fakat ödül alamayan projelerin de neyi dert edindiği çok önemli.

Biraz daha kuvvetli ve ezberbozan bir şey yapmaya çalışıyorsun. En azından biz son 2-3 yarışmada bunu yapmaya çalıştık.

AE: Yarışmalar sizin ofisiniz için nerede duruyor? Ne sıklıkta katılmayı tercih ediyorsunuz?

İÇ: Vakit yaratmaya çalışıyoruz. Mesela Şişli Kültür Merkezi’ni çok yapmak istedik, ama vakit yaratamadık.

MŞ: Yarışmalara odaklanmış bir anlayışımız yok, ama yarışmalar zevk duyduğumuz, olmasını istediğimiz şeyler. Reddedemediğimiz diğer yanımız gibi.

AE: Son günlerde yapılan yarışmaların şartnamelerini nasıl buluyorsunuz? Katıldığınız yarışmaları bu anlamda ele alabilir misiniz?

MŞ: “Kopyala yapıştır” olduklarını düşünüyorum. İhtiyaç programının eksikleri oluyor, teslim şeklinde bile eksiklikler oluyor. Bu eksiklikler soru cevap kısmında giderilmeye çalışılıyor. Tabi bunun içinde soru-cevapların size ulaşabiliyor olması lazım. Ayrıca son dönemde sıklıkla karşılaştığımız raportör hataları var. Çünkü hemen hemen her yarışmada raportörler ilk deneyimlerini yaşıyorlar. Bu da sürecin işleyişinde olumsuz yansımalara neden oluyor. Son dönem yarışmalara baktığımızda jüri raporlarının yayınlanma süreçleri, kaybolan kimlik zarfları, soru-cevapların size ulaşmaması gibi daha birçok şey bu aksaklığı gösteriyor aslında.

AE: Jürinin çalışma sürecinin uzun tartışmalar ve değerlendirmeler sonucu geliştiğini biliyoruz. Peki bizlere aktarılan jüri raporlarını yeterli buluyor musunuz?

MŞ: İşin hikaye kısmı olduğunu düşünüyorum. İki üç cümleyle bir projenin değerliliğini/değersizliğini kimse ölçemez. Katılımcı ödül almadığı zaman kendi projesi hakkında ne konuşulduğunu bilmek istiyor.

İÇ: Yarışmalar ayrıca kendimizi geliştirmek için birer araç olarak görüyoruz. Ancak yarışma sonucunda jüri tarafından projelerle ilgili yeterli yorum ve açıklama yapılmıyorsa bu gelişimin sağlanması zor. Siz elendiğiniz zaman bilmiyorsunuz projenizin hatalı kısmını, bir sonraki yarışmada belki yine aynı hatayı yapacaksınız. Amaç zaten burada hem yarışma yapmak hem de kişisel gelişim. Bunun biraz daha desteklemesi lazım jürilerin. Bilimsel verilere ve doğru kriterlere dayandırılması lazım. A’nın B’den farkına “ben beğendim” derseniz olmaz.

MŞ: Kolokyumlar bunun için var. Geri dönüşler ve bilgilendirme fazla olmalı ki o derece de gelişim olsun. Katılımın az olmasının sebebi de bu, jüriler elenen projelerin hakkında elenme sebeplerini ve görüşlerini yazmıyorlar. İkili diyaloglar kurmak ve kendini geliştirmek için gereklidir bu. Ayrıca jüri karar mercisi olarak katılımcılara fikirlerinin ve düşüncelerinin kıymetli olduğunu ve üzerinde konuşulduğunu hissettirmeli.
Her proje bir okul bitirmek gibidir kendimize o kadar şey katarız, en son Doğan Bey söylemişti bunu.

AE: Şu anda üzerinde çalıştığınız hangi projeler var?

MŞ : En güncel olarak bahsedeceğimiz Sancaktepe’de bir ofis projemiz var. Kendi içimize sinen bir proje olduğunu düşünüyorum. İki kişilik bir ortaklığın çok güzel yanları var çok da zorlayıcı yanları var. Sancaktepe ikimizin de içine sinen ve antant kaldığımız bir proje.

İÇ:  Ayrıca Cendere’de bir ofis projesi üzerinde çalışıyoruz.

MŞ: Halkalı’da bir idari bina projemiz var. Platinum Leed sertifikası almak için gereksimleri düşünülmüş bir proje. Kendi enerjisinin bir kısmını üretmesinden tutun da malzemelerdeki seçimlere kadar hep bütüncül düşünülmüş bir proje. Çevre ve iklim şartları ile enerji ekonomisine duyarlı bir projeden bahsediyoruz.


Sancaktepe Ofis Projesi


Halkalı İdari Bina Projesi

AE: Ekip olarak projelere göre genişliyorsunuz sanrım.

MŞ: Evet, o konuda da dürüstüz biz, genişleyeceğimiz zaman süremizi belli ediyoruz.

İÇ: Türkiye’de ofis açmak çok zor. Maalesef biz Türkiye’de en az değer gören şeyi yapıyoruz, yani fikir üretiyoruz. Bizde süreçler uzun ama getirisi çok daha az. Hareketli olabilmek için çekirdek kadroda olup, büyüyüp küçülmeler yapmaya başlıyorsunuz. Herkes kendi ölçeğinde bunu yapıyor aslında. 

Mimarlıkta zor bir durum var, bir tasarım yapıyorsunuz ve bunun doğruluğunu içsel olarak sorguluyorsunuz. Ortaklığın zor olduğu kadar bence kolaylaştıran tarafı dışarıdan size konuşan bir iç sesisinizin oluşu. Kendinizi eleştirmeye üşendiğiniz zamanlar olabiliyor. Uyumlu bir ortaklığın bu noktada çok büyük bir avantajı var. Çünkü yaptığım şeyler bazen korkutuyor beni. Bir ikinci ses olması biraz daha özgüven veriyor insana.

MŞ: Bu durumu yarışmalar açısından yorumladığımızda kolokyumlar bu açıdan çok değerli, aynı anda farklı gruplar ayrı yere, aynı ihtiyaç programına sahip bir iş yapıyor. Siz orada projelere bakıyorsunuz, ben bunu görmemişim diyebiliyorsunuz. Bu yönüyle baktığımızda da kolokyumlar çok önemli aslında.

AE: Yarışmaya hazırlanırken ekibinizi nasıl oluşturuyorsunuz? Farklı disiplinlerden ekibinize dahil ettiğiniz kişiler oluyor mu?

MŞ: Biz danışmanlık aldığımız zaman o danışmanlığı sadece raportörlük olarak almıyoruz. Olabildiğince bilgi olarak da almaya çalışıyoruz. Uşak Şehirlerarası Otobüs Terminal Kompleksi Projesi için örnek verebilirim, yol düzenini, giriş çıkışları uzmanından bilgi alarak yaptık. Mesela siz bir ulaşım uzmanıyla çalışıyorsunuz ve o diyor ki böyle yaparsanız bu temel bir yanlış olur, siz o noktada projeyi farklı yönden ele almaya başlıyorsunuz. Fakat yarışma sonuçlarına baktığınızda o temel yanlışı ödül almış projelerde görüyorsunuz.

İÇ: Çok fazla disiplinin bir arada olduğu yarışmalarda, jürilerde eksiklikler olabiliyor. Mesela bir tiyatro yaptığınızda jüride akustikçi olmaması mümkün değil. Aynı zamanda cami dediğimizde de akustiği çalışması gereken bir proje. Kendi ezberimizi bozamıyoruz bu noktada.

MŞ: Aynı insanlar jüri olunca ezber de aynı oluyor. Ben şehirciliği kaçırdığımıza inanıyorum. Bu noktadan sonra belki kentsel dönüşüm yasa tasarısıyla birileri doğru işler yapar mı bilemiyoruz, umarım yapar, bunu temenni ediyoruz. En azından yeni yapılacak yerlerde küçük ölçekli, doğru işler, bütüncül işler yapıldığında, bir çekim merkezi oluşur ve insanlar daha aktif kullanır diye düşünüyorum. O zaman kaçırdığımız şeylerin değerini daha iyi anlarız.

AE: Türkiye’de yarışmayla uygulanan projelerin sayısının bu kadar az olmasının sebebi sizce nedir?

İÇ: Temelde ekonomik galiba. Belediyeler niyetleniyorlar fakat sonrasında işin içinden çıkamıyorlar. Özellikle devletle ilgili olan kısmı sanırım öyle. Çünkü Belediyeler bir ticarethane, en nihayetinde kendi parasıyla döndürülüyor. Diğer devlet daireleri, bir ödeneğe sahip olduğu zaman yarışma açıyorlar, onlar ödemelerini de daha düzgün yapabiliyorlar.

MŞ : Jürinin hep söylediği bir şey vardır, uygulanabilir proje seçtik derler. Çoğunluk içerisinde bir tane proje öne çıkmış oluyor, biri hak kazanmış ve bu hakkın yerine getirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Belki de jüri üyelerinin yarışma sonrası kazanan ekibi yalnız bırakmaması gerekiyor. Yeri geldiğinde bir katalizör görevi görerek süreci hızlandırmalı.

AE: Yarışmaların mimari kimliğe, meslek ortamına ne gibi katkıları olduğunu düşünüyorsunuz?

MŞ: Çıkan/çıkacak projenin muhakkak bir adım önde olacağına inanıyorum.

İÇ: Her şeye rağmen, bu işin uzmanı birilerinin bir jürinin kriterine göre seçilmesinin daha doğru olduğunu düşünüyoruz. İşin kriterinin ne kadar ucuza yapılacağı olmasındansa yarışmalarda en azından bir araştırma söz konusu.

MŞ: Yine de yarışmalarda ödül alan projelerin farklılaşmasını bekliyorum. Yani mimarlar ve mimarlık ortamı için inanılmaz bir potansiyel var. Ama bu potansiyeli doğru kullandığımız konusunda emin değilim. Yani bu fırsatı daha kötü nasıl kullanabiliriz? Bu bahsettiğim ödül kazanan projelerin iyi ya da kötü olmasıyla alakalı değil. Özellikle şöyle bir kanı var: Fikri ve bu fikrin yansımaları iyi olan proje mansiyon alır. Neden? Yarışmayı açan kurumlar sadece eli ayağı düzgün olan bir projeyi mi yapabilir? Ülkemizde birkaç mimar ezber bozabiliyor diğerleri yarışma ile bile bozamıyorsa suçlu kim?

AE: Sizi en çok heyecanlandıran yarışma hangisiydi?

MŞ: Antalya Kepez Belediyesi Kongre ve Sergi Merkezi Ulusal Mimari Proje Yarışması diyebilirim. Hakan Deniz Özdemir ekipteki diğer arkadaşımızdı. Onun da aynı düşünceleri paylaşacağına inanıyorum. Kepez’in hem sürecinde hem çıkan üründe, hem de derdini anlatışı ve verdiği cevapla kendi içimize sinen bir proje. Baktığımızda yazık oldu dediğimiz bir sonuç.

İÇ: Ben de aynı şeyi söyleyebilirim. Bir sürü şeye doğru cevapları bulduk diye düşünüyorum kendi içinde. Çok da bina yapmadan, oradaki yaşamı çözerek, o bütün sıcaklığıyla, gölgesiyle, hayatıyla. Ama tabii yarışma bir ön kabuller ve tercihler meselesi.

MŞ: Kolokyumda ilk önce ağaçları koyup sonra niye binalarınızı koyduğunuz diye soran olmuştu. Biz o kadar doğru yerleşmişiz ve fonksiyonlar o kadar birbiri içerisine girmiş ki, bizim koruduğumuz ağaçlar mevcut ağaçları, kendi koyduğumuzu ve ondan sonra binamızı yerleştirdiğimizi zannedenler oldu. Özellikle o soru sayesinde, inanılmaz bir doğru cevap vermişiz, proje çok doğru bir şekilde ihtiyaca karşılık vermiş diye hissettim.


Antalya Kepez Belediyesi Proje Yarışması

Etiketler

Bir yanıt yazın