“Ne Bir Tanıtım Sitemiz, Ne Kendi Sloganımız, Ne de Kapadokya Ruhu Diye Bir Şey Var”

Süper Kent Kapadokya dosyası kapsamında Ürgüp'ün en eski turizm yatırımcılarından Dinler ailesinin üyesi, Kapadokya Turistik Otelciler ve İşletmeciler Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Yakup Dinler'le Kapadokya'da turizmi ve sorunlarını konuştuk.

Ürgüp, çoğumuzun bildiği üzere Nevşehir daha Muşkara adında bir köyken Kapadokya bölgesinin tarihi başkenti idi. O zamanlar ticaretin merkezi olan bu kent, şimdi ise Kapadokya bölgesinde turistlerin Üç Güzeller’i görmek için durduğu ve otellerinde konakladığı bir ilçe haline geldi. Bu yerleşimin geçirdiği değişim ve dönüşümlerini, Kayakapı Mahallesi’nin afet alanı ilan edilmesi, Yeni Ürgüp’ün tarım arazilerinde yerini alması, ilk dönem betonarme otelleri, korumacılık ve turizmin yeni yöntemleri gibi başlıklar altında sıralamak mümkün. 

Yavaş yavaş yıldızı turizmle tekrar parlayan bu ilçede, Turizm Bakanlığı karşısında Kapadokya’yı temsil eden 1988’de kurulmuş sivil toplum örgütü KAPTİD’in tekrar canlandırılmasında önemli bir role sahip Yakup Dinler bizi karşıladı ve sorularımıza cevap verdi.

Kısaca, Yakup Dinler Ürgüp’ün en eski turizm yatırımcılarından Dinler ailesinin ticari geleneğini devam ettiren bir üyesi. Bilkent Üniversitesi Turizm ve Otel İşletmeciliği Bölümü mezunu olan Dinler, hem kendi şirketleri Dinler Group’ta Genel Müdür, hem de Mart ayından beri Kapadokya Turistik Otelciler ve İşletmeciler Derneği (KAPTİD) Yönetim Kurulu Başkanı, 2007 yılından beri de TÜROFED delegesi. Hem otelcilik hem de balon turizmiyle ilgileniyor.

Ürgüp’ün tarihi ile başlayan muhabbetimiz, Kapadokya’da turizm konusundaki başlıca sorunların tespiti ve bunlara çözüm arayışı ile devam etti. Keyifli okumalar…

Ürgüp, Kapadokya bölgesinde yer alan diğer ilçelere göre tarihte daha önemli bir konuma sahip aslında. Bu bilgi ile başlayalım isterseniz. Ürgüp neydi, ne oldu, kısaca bahseder misiniz?

Yakup Dinler: Şu anda Ürgüp Nevşehir’e bağlı bir ilçe biliyorsunuz. Ama aslında eskiden bu bölgenin, ticaretin merkezi idi. Yani Kadılık Ürgüp’teydi. Sonra, meşhur Nevşehirli Damat İbrahim Paşa, kendi köyü olan Muşkara’yı canlandırmak maksadı ile bir fermanla Kadılığı köyüne taşıdı, Muşkara’yı şimdi bildiğimiz Nevşehir yaptı. Bu değişikliği yapmadan evvel de Ürgüplüler’e karşılığında ne istersiniz diye sormuş. Buranın ileri gelenleri toplanıp, su istemeye karar vermişler. Bunun üzerine vezir suyu dediğimiz Kavak’tan gelen su yolları açılmış. İlk su da Kayakapı’da, Kuşçuoğlu Konağı’nın hemen yanındaki çeşmeden akmış. Sonra tabii, zamanla artıyor çeşmelerin sayısı.


Üç Güzeller, Ürgüp

Turistik anlamda bakıldığında ise Ürgüp’te aslında çok fazla bir şey yok. Herkesin görmeye geldiği Ürgüp’ün girişindeki meşhur Üç Güzeller’imiz ve Kayakapı Mahallesi hariç tabii. 1960’lı yıllarda Fransız turistler ufak ufak gelmeye başlayınca, öncelikle ev pansiyonculuğu dediğimiz sistem devreye girmiş. Otobüsler gelirmiş Ürgüp’e, belediye hoparlörden anons yaparmış işte, “Üç otobüs turist geldi. Evine almak isteyen gelsin.” diye. Tabii öyle her yerde otel yok, bir Büyük Otel var, o kadar. Belirli bir ücret karşılığında insanlar evlerinde ağırlarlarmış turistleri o dönem. 

Sonra tabii, ihtiyaç üzerine, Kapadokya’nın yükünü çeken oteller ağırlıklı olmak üzere Ürgüp’te inşa edilmeye başlanmış: Dinler, Mustafa, vs; Nevşehir’de de Dedeman gibi… 


Yeni Ürgüp


Kayakapı Otel’den Yeni Ürgüp’e bakış

“Restorasyonun popülerleştiği bu dönemde Kayakapı ciddi bir kaynak haline gelmiş. Anadol pikabıyla gelen, balyozuyla duvarı yıkar taşları götürürmüş.”

Yeni Ürgüp denilen alandaki kentleşme ne zaman başlıyor?

Kayakapı’da, burada yaşayanların eski tarım arazileri üzerinde yükselen Yeni Ürgüp’ün hikayesi şöyle: Burayı, Kayakapı’yı afet bölgesi ilan ediyorlar. Yavaş yavaş insanları aşağıya, 370 Evler Mahallesi dedikleri afet evlerine taşıyorlar. Buradaki ev sahiplerine o mahallede birer ev veriyorlar. Buradan son taşınma 1981’de oldu. Yani o zamana kadar bu mahallede fiilen insanlar yaşıyormuş. Tabii gitmiş olmalarına rağmen hala eski evlerini depo, ambar olarak kullanmaya devam etmişler 1990’ların ortasına kadar.

Restorasyonun popülerleştiği bu dönemde Kayakapı ciddi bir kaynak haline gelmiş. Anadol pikabıyla gelen, balyozuyla duvarı yıkar taşları götürürmüş. Bildiğiniz taş ocağı olarak kullanmışlar burayı. Ya satarlarmış taşları, ya da evlerini ondan yaparlarmış değerli diye.


Kayakapı Mahallesi, terk ve yağmadan sonra

“Afet bölgesi ilan edildi ama yıkımın afetle, doğayla bir ilgisi yok.”

Harabeye dönmesinin nedeni afet değil o zaman?

Yok, herhangi bir afet yaşanmadı burada. Afet bölgesi ilan edildi ama yıkımın afetle, doğayla bir ilgisi yok. Bizzat insan eliyle katledildi Kayakapı Mahallesi. Hatta bugün kendini “çevre dostu” olarak tanımlayan bir takım kişilerin evinin bahçesinde Kayakapı’ya ait Esbelli Taşlarından bolca bulabilirsiniz…

Bunun için koruma tarihinin karakteristik hikayelerinden biri diyebiliriz aslında. Afet alanı ilan ettirenler bizzat yaşayanlardır. Çünkü bir yer afet alanı ilan edilirse, o zaman yerliler bedava ev ya da çok düşük faizli kredilerle ucuz arsaya sahip olabilirler. Sonra da müştemilatlarını, evlerini eski evlerini yıkarak yaparlar. Bu herhalde kültürel mirasın başına gelen en büyük felaket.

Yağmacılık, evet. Nevşehir’de Kale Mahallesi’nde de bir benzeri yaşandı. Yıkılmadan önce yağmadılar. Hatta yağmalarken ölenler bile oldu. 

Şimdi bugünden bakınca o döneme ve burada yapılan o betonarme otellere, yanlış geliyor tabii. Ama o zamanın şartlarına göre doğruydu belki de.

“…o günlerde turizmci turizmci değil, mimar da mimar değildi, bürokrat da zaten anlamıyordu.”

1960’larda Fransızlar’ın dürtüklemesiyle başlayan, devletin yanlış politikalarıyla devam eden bir süreç aslında. Bu afet alanı ilan edilmesi sorununun haricinde örneğin Büyük Otel var en eskilerden. Tek başına çok güzel bir yapı olmasına rağmen Temenni Tepesi’nin dibine bu büyüklükte bir otel yapılması aslında yanlış. Kentleri boşaltma, ardından da bir vizyon oluşturmadan dokuyu bozmaya yönelik atılan adımlar geri dönüşü zor olan tahribatlara yol açıyor. O dönem turizmi geliştirmek adına yapılan teşvikler önemli ve doğruydu ama şimdi çuvaldızı kendimize batırma vakti geldi. Politikacısı, yatırımcısı, belediyesi bilmiyordu belki ama mimarın neyin doğru neyin yanlış olduğunu bilmesi lazım.

Dediğiniz gibi, o günlerde turizmci turizmci değil, mimar da mimar değildi, bürokrat da zaten anlamıyordu. Hala anlıyor mu ondan da şüpheliyim. Biz bugün Turizm Bakanlığı’na gittiğimizde derdimizi anlatabileceğimiz kişi sayısı çok az. Turizmde ne durumdayız şöyle anlatayım: Örneğin Kapadokya’ya 2014 yılında kaç turist geldi diye bir soru sorarsanız alacağınız cevap, atıyorum, 3 milyon. Peki nasıl hesaplanıyor bu sayı? Şöyle; Göreme Açıkhava Müzesi’ne 900 bin kişi girdi, Derinkuyu’ya 400 bin kişi girdi, Kaymaklı’ya 300 bin kişi girdi, atıyorum bir de Hacı Bektaş’a 100 bin kişi girdi. Bunları alt alta topluyorlar ve bir rakam çıkıyor. Mantıklı mı bu işlem? Değil.

Oteller burada ikiye ayrılıyor, bir kısım Turizm Bakanlığı belgeliler, bir kısımsa belediye belgeliler. Bakanlık belgeliler olarak biz aslında her ay Turizm İl Müdürlüğü’ne rapor sunuyoruz. O raporda Jamaika’dan kaç kişi geldiğini bile görebilirsiniz. Yine her gece jandarma bölgesiyse jandarmaya, polis bölgesiyse polise kişi bildirimi yapıyoruz. Bunun gibi kesin veriler varken, turistik alanlara kaç kişi giriş yapmış üzerinden bir rakam verilmesi çok komik.


Kayakapı Otel

Peki bu gönderdiğiniz raporlar zaten kayıt altında değil mi?

Evet ama bunlar işlenmiyor, kullanılmıyor. En çok turist nereden geliyor diye soruyorlar mesela; Brezilya diyorum. Niye? Etrafıma bakıyorum daha çok Brezilya’dan gelen turist görüyorum, ya da Amerika, Avustralya diyorum. Kendi otellerimde kalan misafirlerin bire bir bilgisini verebilirim, her otelci kendi otelinin bilgisini verebilir ama bölgenin toplam verisi bizde değil ve biz ne acıdır ki Kapadokya’ya hangi ülkeden kaç kişi gelmiş sorusuna cevap veremiyoruz.

Bakanlık bunun gibi verileri de açıklamıyor o zaman?

Onların bu bilgiye sahip olduğunu bildiğini de sanmıyorum. Sonuçta veriler onlarda toplanıyor ama analiz eden yok.

Bu analizler dışında Kapadokya’daki otellerin en büyük sıkıntısı nedir?

En büyük sıkıntı, Kapadokya’daki otellerin butik otel olarak belge alamaması. Turizm Bakanlığı’na göre bir otelin butik olması için belli kriterler var. Örneğin 100 tane kriter varsa, Kapadokya bölgesinin iyi otellerinden Argos, Kayakapı gibi oteller bu kriterlerin en faza 99 tanesini karşılayabiliyor. Nedir o karşılayamadığımız kriter? Asansör! Bir kattan yüksek olan otellerde asansör bulunması zorunlu. Ama Kapadokya’da yerleşim yayvandır, kat kat değildir ki. Asansör isteseniz de koyamazsınız. Bu nedenle kimse butik otel belgesi alamıyor burada.

“Biz eğer ‘butik otel’ terimini kullanırsak, tahmini 65 bin Liralık ciddi bir cezası var.”

Butik otel olmanın avantajları neler? Neden butik otel sıfatı bu kadar önemli?

Otelcilikte dünya standartlarında 1, 2, 3, 4, 5 yıldızlı oteller vardır. Bazı ülkelerin 4+ ve 5+ yıldızları da var. Bir de butik var. Butik otel demek, 5 yıldızlı otellerin hizmet standartlarına sahip küçük çapta otel demek. Biz Kapadokya’da bu hizmeti sağlamamıza rağmen bölgeye uymayan bir ktriter yüzünden o belgeyi alamıyoruz. Onun yerine sadece Türkiye’de olan özel kategoride yer alabiliyoruz. Tabii bunun uluslarası camiada bir geçerliliği yok. Biz eğer “butik otel” terimini kullanırsak, tahmini 65 bin Liralık ciddi bir cezası var.

Bu ismi kullanmanın faydaları neler?

Uluslararası bilinirlik artacak kullanabilirsek. Çünkü insanlar Google’da “Kapadokya butik otel” diye arama yapıyorlar. Pazarlama açısından çok önemli bu. 

Bir de bu standartların her yerde aynı olması kabul edilebilir bir şey değil. Antalya’yla Kapadokya’yı nasıl bir tutarsın…

“Kapadokya’yı Google’da aratın. Ne bir tanıtım sitemiz, ne kendi sloganımız var, ne de Kapadokya ruhu diye bir şey var.”

Peki turizm işletmeciliğinin kalitesi açısından başka sorunları var mı bölgenin?

İstihdam sorunumuz var öncelikle. Tabii bu sadece bu bölgenin değil Türkiye’nin sorunu. Biz şimdi KAPTİD içinde bir danışman tuttuk, Avrupa Birliği’nin, Dünya Bankası’nın istihdam yaratmak için hibe programları var. Onları araştırıyoruz.

Bir diğer problemimizse daha büyük. Siz şimdi Mikanos’u Google’da arattığınızda kuvvetle muhtemel Mikanos’un yerel turizm yönetimine veya devlete ait bir tanıtım sitesi ile karşılaşırsınız. Ama Kapadokya diye aratın, öyle bir sitemiz yok. Ne kendi sloganımız var, ne de Kapadokya ruhu diye bir şey var. Herkes kendini münferit olarak pazarlamaya çalışıyor. 

Yani, kamunun, devlet iradesinin bu bölge yararına oluşturduğu bir iletişim ortamı yok. Böyle olunca da büyük, küçük tüm otelciler arasında, hatta baloncular arasında bile korkunç bir rekabet ortamı var. Turizmde rekabet gerekli bir şeydir aslında. Ama rekabet nasıl yapılır? Daha iyi hizmet vermeye çalışılarak yapılır. Biz ne yapıyoruz?  Daha düşük fiyat veriyoruz. “Abi o kaç para verdi?”, 20 Euro. “Ben 19 veriyorum.” Rakam kime yarıyor? Tur operatörüne yarıyor. Gelen kişi yine 100 Euro ödüyor, tur operatörü 20 Euro yerine 10 Euro ödüyor. E otel de bu bütçeden feragat etti, nasıl iyi hizmet verecek? O da hizmetten kısıyor, misafir mutsuz gidiyor. 

Turizm 3 ayaklı bir yapı; otelci, acenteci ve rehber. Şimdi rehberin de acentecinin de kurumları var, temsil ediliyorlar, belgeleri var. TÜRSAB örneğin yeri geldiğinde ceza kesip, belge iptal edebiliyor. Biz de KAPTİD olarak evet otelcileri ve bazı turizm işletmecilerini temsil ediyoruz fakat bir yasamız olmadığı için herhangi bir yaptırımımız yok. Tek özelliğimiz, Turizm Bakanlığı’nın muhattap aldığı bir dernek olmamız. Yasa çıkması için çalışıyoruz şu anda.

Aynı zamanda oteller olarak Türkiye Otelciler Federasyonu’na üyeyiz. Geçenlerde TÜROFED olarak Müzik Meslek Birlikleri ile bir anlaşma yaptık. Normalde oda başına yıllık 300-400 TL üyelik parası istiyorlar, biz bunu %75-80 oranında düşürdük, tabii bizim derneğe üye olunması şartıyla. Tabii bu da konumumuzu güçlendirdi. Ama başka da bir kozumuz yok.

KAPTİD olarak hedefleriniz neler?

Öncelikle belirli bir üye sayısı tutturmak, ardından bahsettiğim o tanıtımı birlikte yapabilmek. Aslında mikro anlamda bu çalışmalara başladık diyebilirim. Bizim camiada iki çeşit fuar vardır, bir tanesinde herkes kendi standını açar ve broşürleriyle odalarını ya da sunduğu hizmeti anlatır – bu tarz fuarların internet nedeniyle artık çok geçerliliği yok; ikincisinde ise işletmeler birleşir ve bir sunum yaparlar, ardından da karşılıklı görüşmeler gelir – bu fuarlar oldukça önemli günümüzde.

Bu ikinci bahsettiğim fuarlar için örneğin Şikago’ya, Singapur’a, Çin, Hong Kong ardından Rusya’da St. Petersburg ve Moskova’ya gittik. Otel, acente, balon firması olarak 20-25 işletme THY ve AHİKA, KAPHİB, Nevşehir Ticaret ve Sanayi Odası sponsorluğunda bir araya geldik, tek bir broşüre girdik. Kapadokya hakkında genel bir sunum, ardından da gittiğimiz ülkenin beğenisine göre bölgenin öne çıkartmak istediğimiz özelliklerine değindik. Ne oldu? İnsanlar soru sormaya başladı ve geri dönüşler aldık, alıyoruz.

Biliyorsunuz, Nevşehir Havalimanı küçük, Kayseri Havalimanı ise ona oranla çok daha büyük. THY’den aldığım bilgiye göre Kayseri Havalimanı’na inen yolcu sayısının %75’i Kapadokya yolcusu. Bu yıla kadar Nevşehir Havalimanı’na sadece Atatürk Havalimanı’ndan, o da günde 2-3 sefer uçuş vardı. Turizm odalarının, işletmelerinin baskısı, Ticaret Odası’nın ve bazı özel kuruluşlarının destek vermesi ile Antalya uçağı kondu. Bu uçağının konmasıyla beraber ben ciddi anlamda Rus turist çekeceğimize inanıyorum. Rus turist Antalya’ya, Alanya’ya geliyor ama bir süre sonra sıkılıp gezmek istiyor. Otobüsle Kapadokya 10 saat, neden gelsin. Ama artık gelebilir.

Bir de Kapadokya’da shopping turizmi denilen bir turizm çeşitlemesi var, aslında sadece Kapadokya’da değil bir çok bölgede mevcut. Bir çok kişi dışarıdan bakıldığında bu turizm çeşitlemesine burun kıvırıyor. Genellikle büyük otellerde konaklayan grupların tur operatörünün anlaşmalı olduğu halıcılar, kuyumcular, seramikçiler var ve müşterilerini bu dükkanlara götürüyorlar. Bu turizm çeşitlemesini çıkarın bölgeden, hem oteller için hem de istihdam için büyük sıkıntı olur. Shopping turizmi bölgenin olmazsa olmazıdır, bölge turizminin harcıdır. Kapadokya sadece zengin turiste değil her tür turiste ev sahipliği yapmalıdır.

Yani aslında turizmciler fiyatları öyle kırıyorlar ki, hizmet için alamadıkları parayı alışverişle kazanmaya çalışıyorlar. Hatta değerinin üzerinde satışlar da yapılıyor bildiğim kadarıyla. O zamanda dengesiz bir ekonomi oluşmuyor mu burada? Ya da yapılan büyük alışveriş merkezleri kent yaşantısını köreltmiyor mu, yok etmiyor mu? Canlılık merkezde, çarşıda olsa hem dükkanlar kazanacak belki hem de oteller. 

Shopping veya alışveriş dediğimiz olay dünyanın her yerinde aynı, sadece Kapadokya veya Türkiye’ye has bir olgu değil. Komisyonculuk her yerde var. Fakat bir de, herhangi bir karşılık beklemeden bu işi yapan bazı küçük oteller (bakın butik diyemiyorum) ve bir kısım işlemeciler de Kapadokya’da var. Örneğin biz, eğer Kayakapı’da kalan misafirlerimiz isterse onlara servis bile ayarlıyoruz Ürgüp çarşıya gitmeleri için. Ürgüp esnafından bu konuda ciddi teşekkürler alıyoruz çünkü çarşımıza ve esnafımıza elimizden gelen desteği vermeye çalışıyoruz. Dönüşlerinde ise taksiye biniyorlar, taksi esnafımıza da faydası oluyor. Kent bütünlüğüne katkı vermek çok önemli. Zira Kayakapı için bir takım çevreler çok olumsuz propaganda yapmışlardı misafirleri otelin içinde hapsedeceğimize dair, onlara en iyi cevabı Ürgüp Esnafı verecektir.

Fiyat kırma olayını şöyle anlatmaya çalışayım, malum Japon turist de pek kalmadı ama ordan örnek vereyim -rakamlar farazidir: Japonya’da bir tur operatörü Türkiye’ye 2 bin Dolar’lık bir paket hazırlıyor ve 10 bin kişiye satmayı hedefliyor. Sonra Türkiye’deki acentelerden teklif istiyor. İstediği programın maliyeti 1000 Dolar. Bizim acentelerimiz sizce ne fiyat veriyorlar? 600 Dolar. Japon’un Türkiye’ye ayak basmasının o acenteye maliyeti kişibaşı 400 Dolar aslında, yani 400 dolar ekside. Ve sonuç, o acentenin aradaki farkı çıkarması lazım.

Bunun önüne geçilemez mi?

Geçilemiyor işte… Bir çok kaliteli acenta bu duruma alet olmamak için piyasadan bile çekildi.

“Kamunun fiyatı belirlemesi kolay. Ama otel acenteye o kadarlık fatura kesecek, acente de iade kesecek. Ve bunu denetleme şansı yok.”

Kamu denetimi olsa mesela?

Ben de bu konuda daha olumlu düşünüyordum eskiden. Örneğin Turizm Bakanlığı bir taban fiyat belirlese, “Dinler Otel, sen 30 Euro’nun altında oda satmayacaksın” dese ne olacak? Fiyatı belirlemek kolay. Ama otel acenteye o kadarlık fatura kesecek, acente de iade kesecek. Ve bunu denetleme şansı yok. Bizlerin buna ek olarak kendi kendimizin fiyatını iyi belirlemeyi öğrenmemiz lazım.

İstanbul otelcileri bunu becerdi örneğin. Kendi aralarında konuştular ve şu fiyatın altında satış yapmayacağız dediler. Gerçekten de o fiyat altında satış yapmadılar, bir dönem sonra o rakamlar oturdu, şimdi de üstüne koyuyorlar. Kapadokya olarak bunu başarmamız lazım. 2006 yılında PADOK’u kurmuştuk, fiyat birlikteliği yapmıştık 12 büyük otel olarak, çok güzel bir kış geçirmiştik fakat içimizden 2 otel çıktı el altından fiyat verdi, sonra da PADOK’tan ayrılınca o da bir hayal oldu.

Son olarak, sizce turizmin kente katkısı burada nedir, veya ne olmalıdır?

Örnekle anlatayım: Ürgüp ile Nevşehir arası sadece 18 km. Nevşehir’de turizm yok, Ürgüp’te var. Oralı ve buralı halkı yan yana getirdiğinizde turizmin insana katkısını bile görebilirsiniz. Sosyo-kültürel etkileşim çok önemli bence…

Aynı zamanda kentin albenisi de turizmden etkileniyor ve iyi iş yapmak adına büyük bir gayret var Kapadokya’da. Çünkü uluslararası turizm pazarından da pay almak istiyor, müşteri çekmek istiyor, kendini beğendirmeye çalışıyor. Sorunlar yok mu, var. Daha iyi şeyler yapılamaz mı, yapılır. Bunun için çok çalışmaya devam etmemiz lazım.

Bu keyifli sohbet için teşekkür ediyorum.

Etiketler

Bir yanıt yazın