İstanbul’da Ezberbozan Bir Kültür Mekanı: Moda Sahnesi

Moda Sahnesi'ni mimarları Bilge Kalfa ve Gamze İşcan ile kurucu ekipten Mert Fırat ve İlksen Başarır ile konuştuk.

Tüm hiyerarşik bağlardan kopuk bir tiyatro yapma anlayışıyla yoğrulan Moda Sahnesi, Oyun Atölyesi’nden ayrılan 12 kişinin çabasıyla kuruldu. Tiyatronun mimari projesi ise 2011’de Bilge Kalfa ve Gamze İşcan tarafından kurulan genç mimarlık ofisi Halükar Mimarlık tarafından tasarlandı.

Çok işlevli ve interaktif yapısıyla İstanbul’da farklı bir kültür mekanı olarak ortaya çıkan Moda Sahnesi, eski Moda Sineması’nın dönüştürülmesiyle yaratıldı. Kadıköy’de Bahariye Caddesi’nde bulunan bu mekana girdiğiniz andan itibaren yaşayan bir mekana adım atmış oluyorsunuz. Moda Sahnesi sadece koltuğa oturup tiyatro izleyebileceğiniz bir mekan değil; aynı zamanda çevresiyle ve seyirciyle iletişim kurabilen, sinema gösterimleri, sergiler, konferanslar gibi farklı etkinliklerin yapılabileceği bir mekan. Diğer taraftan, Emek Sineması gibi İstanbul’da kollektif kültürel belleğin kurucu mekanlarının yerlebir edilmesinden sonra Moda Sineması’nın ihyası da bu projeye ayrıca değer katıyor.

Proje sürecinde ise, klasik mimar-işveren ilişkisinin kırılması, mimarların olduğu kadar tiyatro ekibinin de tasarımdan inşaata kadar her aşamada yer alması pek de alışık olmadığımız bir durum. Gelin bu süreci Moda Sahnesi’nin mimarları ve kurucularından dinleyelim.


Fotoğraf: www.depikt.org

Bahar Bayhan: Nasıl biraraya geldiniz?

Mert Fırat: Moda Sahnesi bir 9-10 ay önce Oyun Atölyesi’nden ayrılan dokuz kişinin fikriyle ortaya çıktı. Biz Oyun Atölyesi’nde devam ederken de konuşuyorduk “burayı alıp ikinci bir tiyatro yapsak mı acaba” diye. Ama o zamanlar bütçe fazla gelmişti insanlara. Sonra buradan vazgeçildi, başka tiyatrolar almayı düşündük. En son biz talip olduk ve anlaştık. Oyun Atölyesi’nden ayrılan 9 kişinin haricinde ben, İlksen Başarır ve Onur Ünsal da dahil olup 12 ortak birlikte böyle bir işe başladık. Fakat sonrasında “Bu projeyi kim yapacak?” diye düşünmeye başladık. Biz İlksen’le “Keşke Bilge ve Gamze yapsa” diye içimizden geçirirken bu sırada bağlantı kurulan başka isimlerle görüşüldü. En sonunda bir gün Gamze ve Bilge ile oturulup konuşuldu. Onlar da parayı bir kenara bırakıp tamamen duyguları ve meslek aşkları ile kabul ettiler. Biz onlara bu teklifi götürürken çok heyecanlıydık çünkü ikisinin de hayata bakışlarının çok farkındaydım ve önceden tanıdığımız için onları çok rahat tavsiye edebiliyorduk ekibe. Ekip de onları tanıdıktan sonra çok sevdi ve çok iyi bir uyumla çalışmaya başladılar. Daha ikinci günden aynı dili konuşmaya başlamışlardı. Bizim için harika oldu aslında.

Sizler teklifi nasıl karşıladınız?

Bilge Kalfa: Biz tabii çok heyecanlandık. Ben bir de Moda’da oturuyorum. Moda’da böyle bir şeyin yapılacak olması -kimin yaptığının önemi yok- çok heyecan verici. Bir de İlksen ve Mert dışındaki 10 kişiyle de çok iyi uyum sağladık. Mimarların aynı dili konuştuğu bir işveren bulması çok zor. Hatta birçok konuda hayal edersiniz ve bilirsiniz projeyi sunmadan önce bu işe mutlaka süslemeler gelecektir. İlk sunumda aslında biz “bu sade oldu galiba” diye bir yorum bekliyorduk . Tam tersine daha da azaltmaya gidelim dediklerinde iş çok daha heyecan verici oldu aslında.

Gamze İşcan: Aslında tanışmadan da aynı şeyleri düşünüyormuşuz, daha ilk toplantıda yapı elemanlarını çıplak bırakmayı kabul eden hatta talep eden işverenler bulmak pek alışık olduğumuz bir durum değil. Hem Moda’da böyle bir proje yapıyor olmak hem bu kadar kapsamlı bir performans mekanı projesi olması, hem de paralel düşündüğümüz 12 işverenle çalışmak açıkçası bizi çok heyecanlandırdı.

Bilge Kalfa: Bir de korktuk aslında. Çünkü 12 ortak var, 2 kişiyi tanısak da diğerleri hakkında pek fikrimiz yoktu. Mesela 2 ortaklı işlerde bile hep fikir çatışmaları olur ve biz onların arasında kalırız. Ama onlar da korkmuş olmalı. Çünkü yeni açılış bir ofisle çalıştırlar. Burası 1800 m² ve ciddi bir iş var. Karşılıklı korku ile doğan bir enerji diyebiliriz. Bir de burada çok ilginç bir süreç var. İşveren, kullanıcı ve inşa eden grup hepsi aynı.

Gamze İşcan: Burada kullanan, yapan ve işveren aynı grup. Başta korktuğumuz şey aslında bizim için çok büyük bir avantaj oldu. Biz de şantiyede baya bir zaman geçirdik. Zaten yapının doğası gereği hep burada olmamız lazımdı. Ofiste proje çiz, gönder yapılsın diye bir süreç olmadı. Burada sürekli sürprizlerle karşılaştık. Rölöve alırken farkedemediğimiz şeyleri burada farkettik. Künk çıktı, oradan pik çıktı, kiriş çıktı tekrar tekrar yerinde tasarım yaptık. Bizim için de çok farklı bir deneyim oldu. Sürekli değişen, yerinde çözülen, yaşayan bir tasarım oldu. En büyük avantajımız da herkesin burada bulunuyor olmasıydı.

Paralel düşünme meselesi mekana da yansıdı sanırım. Bu uyum tasarım sürecinde nasıl işledi?

Bilge Kalfa: Evet, o hep işe yansıyan bir şey oldu. Gerçekten çalıştığın insanla evli gibi oluyorsun bir zaman sonra. Onunla bir problem yaşadığında iş de çok kötü gitmeye başlıyor. Burada gerçekten büyük şans yakaladık. Bir de tartışarak tasarım yapma gibi bir durum oluştu. Mesela Kemal Aydoğan bize nasıl oyun kurguladıklarını anlatırken biz de mekanı bir yandan o düşünce biçimiyle kurgulamaya çalışıyorduk. Perdesiz oynayacağız diyorlardı hatta tüm mekanlarda oynama gibi bir hedefleri vardı. Oyunlarla ilgili yeni düşünceleri biz de burada mekan anlamında test etmeye başladık.

Burası hem çok işlevli hem de interaktif bir mekan olarak tasarlandı anladığım kadarıyla. Yani insanların koltuklarına oturup sadece tiyatroyu izleyecekleri bir kütle tasarlamadınız.

Gamze İşcan: Çok dışa açık bir kurgu var burada. Ortakların görüşü, buranın herkesin katılımıyla kendini şekillendireceğiydi. Bizim de biraz boş bırakmak, her yeri tasarlanmış bir mekan olarak sonlamamamızın sebeplerimizden biri de bu. Burası yaşadıkça, kullanıcıların katılımıyla, gelen taleplerle sürekli değişen dinamik bir yer olacak. O yüzden buraya gelen insanların burada zaman geçirmek istemesi, “burada şöyle bir şey deneyebiliriz” gibi yeni fikirlerle gelmeleri ve buna mani olmayacak bir tasarım yapabiliyor olmak ilk amaçtı zaten.

Bilge Kalfa: Bir de her şey tasarlanmış olmasın istedik. Çünkü insanların yaptıkları şeye bir anda inanma ve tapma eğilimi var. Bunun köşesi kırıldı diye hayıflanmaktansa daha rahat ve o mekanı kutsallaştırmadan, elinin izinden kimsenin rahatsız olmayacağı bir mekan kurmak istedik.

Gamze İşcan: Kendimizde de şunu farkettik. O “mimar” egosuyla gereğinden fazla “tasarım” yapıp, kendini ispatlayacağını sanıyorsun bazen. Biz burada yer yer, yapmadan da mimarlık yapabilme gibi bir şeyi denemeye çalıştık ve çok da hoşumuza gitti.

Peki mekan açıldıktan sonra kullanıcılardan nasıl tepkiler aldınız?

Mert Fırat: Aslında biz bu süreçte sürekli mekanın içinde olduğumuz için bir tepki gösterme şansımız olmadı çünkü “Yapılırken söyleseydin abi” gibi bir durum vardı. (gülüşmeler) Çünkü her şey çok netti, sürekli birlikteyiz. Bizi en çok ilgilendiren kulisler ve sahnede kullandığımız alandı. Çünkü turneye gittiğimiz yerlerde bunun sıkıntısını hep çekiyorduk. Sahnenin imkansızlıkları, akustiğin yetersizliği, ışık ekipmanının zayıflığı, ses düzeninin olmayışı, kulislerin sefaleti, sahneyle arasındaki boşluğu, giriş çıkış alanı, kulis içinde tuvalet olmaması, tuvalet varsa da onun bir kabusa dönüşmesi hep karşılaştığımız problemlerdi. Ama burada biz prova sürecinde sahneyi, stüdyoyu, boş alanları hatta merdiven altını bile kullandık. Hamlet ekibi daha çok büyük salonda prova yapabilme imkanı buldu. Biz de küçük salonda, stüdyoda prova yapabiliyorduk. Çünkü aynı anda 3 oyun çalışıyorduk. Hamlet, Bütün Çılgınlar Sever Beni ve Palyançolar Okulu. Bundan dolayı mekanı da sürekli deneyimliyorduk. Nerede ne yaşayacağımızdan, burada nasıl bir kapı gerekeceğine, kapı alanının genişliğine kadar her şeyi deneyimleyip konuşma imkanımız vardı. O yüzden süreçte burada bulunuyor olmak sonrasında bizde sıkıntı yaratmadı. “Hay allah, burası neden böyle?” diye sorabileceğin bir durum yok çünkü biliyorsun zaten neden öyle olduğunu. Şikayet edebileceğimiz hiçbir şey de yok aslında. Kulislerimiz gayet geniş ve rahat. Bir oyuncunun çok rahat dinlenebileceği, zaman geçirebileceği, oyuna hazırlanabileceği bir alan var. En önemlisi orası iyi havalanıyor ve sıcak. Bu bizim için yeterli zaten. (gülüyor)


Fotoğraf: www.depikt.org

Çok işlevli bir kültür mekanının yaratılması aslında çok da deneyimlenmiş bir alan değil. Zaten sorunlu bir alanda çalışmanın getirdiği bir endişe var mıydı?

Bilge Kalfa: Burası çok küçük bir alan aslında ve en önemlisi burada bir mekan vardı öncesinde. Mesela başından beri iyi bir tiyatro olarak tasarlanmış. O yüzden bizim mekansal olarak yaptığımız en büyük mimari müdahale atölye ile fuaye arasındaki büyük, tek parçalı camdır. O geçirgenlik en önemli mimari müdahale benim gördüğüm. Bunun dışındaki her şey iç mekanla ilgili. Kültür mekanı üretme konusunda buradaki formül ilginç. 12 ortak olması, Ve kullanıcak kişilerin de bu ortaklar olması. Bu durum hem bizim için çok pratik bir şey çünkü tüm sorularımızın karşılık bulacağı kişiler var. Çünkü ortada bir tane işveren olsaydı, çok parası olan ve “ben bir kültür merkezi kurmak istiyorum” diyen biri olsaydı mesela biz de çok afallardık muhtemelen çünkü hiçbir sorumuzun cevabını alamazdık. Bu mekan da hemen yaşamaya başlayan bir yer olamazdı diye tahmin ediyorum. Bir mekanı iyi kılan şeylerden biri de işveren galiba.

Peki buranın biraz yerel bir mekan olduğunu düşünüyor musnuz? Yani “Modalı olmak” deyimi bu mekan için geçerli midir?

İlksen Başarır: Ben Avrupa Yakası’nda yaşıyorum, orada böyle bir mekan yok. Ama İstanbul gibi bir kentte herhangi bir semtli olma kavramı bana biraz yabancı. İstanbullu olabilirsin ve ihtiyacın olan şey neredeyse oraya yönelirsin. Açıkçası bana öyle gelmiyor ama Moda’da oturan arkadaşlarımız burayı Moda’ya yoruyorlar. Ama bence öyle değil. Öyle yaparsak karşıdaki arkadaşlarımızı getiremeyiz diye korkuyoruz. (gülüşmeler)

Mert Fırat: Beşiktaş’ta da öyle bir kavram var mesela. Merkezinde tiyatrosu, pazarı, berberi vs. alanların olduğu bir yerleşim sistemi aslında her zaman var. Moda’da ve Beşiktaş’ta da bunu görebiliyoruz. Kuzguncuk, Erenköy, Bostancı gibi semtlerde de var buna benzer bir yapı. O semtli olmanın etkisi var elbette ama sadece sırtımızı Moda’ya yaslamıyoruz, sadece Modalılar ve Moda ile sınırlamıyoruz.

İlksen Başarır: Şunu düşünmek gerekir: “Burası burada olmasaydı biz bu işi yapmayacak mıydık?” Tabii ki yapacaktık. Bu mekan Moda’da olduğu için yapmadık. Başka bir yerde uygun böyle bir alanımız olursa belki bir tane daha yaparız.

Mert Fırat: Ama birinci tercih tabii ki Moda’ydı. Çünkü herkes burada oturuyor, burayla bir etkileşimi var. Moda Sahnesi’ni kuran ekip de Oyun Atölyesi’nden geldiği için yıllar içinde oluşmuş bir kitle var, o ekibi takip eden bir zümre var. Moda’yla kurulmuş bir kültür ilişkisi de var aslında. Bunu devam ettirme isteği vardı içimizde. Sonuçta 8 yıldır bilfiil çalıştığımız bir semt Moda. Buradaki insanlar bizi tiyatrodan da tanıyorlar. Oyununuza geldik diyorlar, ilk oyundan bahis açabiliyorlar. Bunlar değerli şeyler. Sonuç olarak evet, bizim de Moda ile bir duygusal bağımız var. Ama sırtımızı sadece buraya yaslamıyoruz.

Gamze İşcan: Duygusal bağımız var ama “Burası Moda’ya ait ve o yüzden mekanı şu şekilde tasarladık” diyemeyiz açıkçası.

Ama bir yere ait olmak, bulunduğu yeri benimseme hissi burada fazlasıyla görünüyor, değil mi?

Bilge Kalfa: Burada sahafların bulunduğu bir pasaj var mesela. Mekanla ilişki kurma anlamında söyleyebileceğimiz en önemli şey bu olur. Pasajın içinde bir kafemiz var ve bütün kafe pasajla birlikte çalışıyor aslında. Kafenin doğramaları tamamen açılıyor ve pasaj sanki orada devam ediyor gibi.

Peki Moda Sineması’nı dönüştürme fikri nasıl ortaya çıktı?

Mert Fırat: Tabi Moda Sineması’nın geçmişte taşıdığı misyon ve kültürel birikimi gibi şimdiye aktardığı birçok şey var. Fakat bu yaşça bizden büyük olan kişilerin bildiği, bizim daha çok sosyal medyadan öğrendiğimiz bir şeydi. Dolayısıyla öğrendikten sonra burası tabii ki bir şey ifade etmeye başladı bizim için fakat bu imkanda bir yer zaten yok İstanbul’da. Alan büyüklüğü olarak, dönüştürebilme imkanı olarak, konumu, kira bedeli olarak daha iyi bir yer bulamazdık.

İlksen Başarır: Ama özel olarak etkilenmiş olabiliriz. Geçmişteki mekanları da sürekli kaybettiğimiz için.. Yani tabi Moda Sineması herkes için aynı şeyi ifade etmez. Burada büyümemiş, çocukluğu burada geçmemiş insanlar var. Ama geçmişte İstanbul’da kültürel birikime hizmet etmiş bir mekanı dönüştürmek ve yaşamasına bir şekilde vesile olmak tabii ki önemli.

Gamze İşcan: Bu durum kullanıcılar için de çok önemli. Buraya gelen insanlar “Biz burada şu filmi izlemiştik”, “Gençken hep buraya gelirdik” diyorlar. Bu anılarını devam ettiriyor olmak çok güzel bir şey. Buraya bir süpermarket yapıldığını düşünemiyorum.

Mert Fırat: Hatta burada bir sinema salonumuz hala var. Onun da etkinlikleri var, devam ediyor. Moda Sineması’nın zamanında yaptıklarının bir benzerini yapıyoruz. Giderek büyüyen bir etkisi olacağını düşünüyorum. Moda Sineması’nın önceki işlevini de bir koldan devam ettiren bir yer oldu Moda Sahnesi.

İrfan Varlı: Eskiden Moda Sineması kültür merkezi gibi bir yerdi. Oyunlar, seminerler vardı. Halk Eğitim Merkezi’nden daha aktif bir yerdi zamanında. Şimdi burada yine aynı şeyi canlandırmak istiyoruz.

Mert Fırat: Biz daha önce de Oyun Atölyesi varken kendi aramızda konuşuyorduk. Ben mesela Alkazar Sineması’na gidip araştırma yaptım, fotoğraflar çektim, maliyet çıkardım. Beyoğlu Sineması’yla, Gazi Sineması’yla, Özen Film’in Şişli’deki salonuyla da görüşmüştük. Yani biz de bu farkındalığa sahiptik aslında. Var olan mekanları kurtaralım çabasındaydık, kimin yaptığı önemli değil. Bunun devamı da gelecek inşallah. Çünkü şimdi Başka Sinema diye bir oluşum var, onların da düşüncesi bu gibi mekanları dönüştürmek. Biz de şimdi onlarla ortak bir iş yapıyoruz. Umarım Moda Sahnesi’nin bir de böyle bu yönden bir katkısı olacak.


Fotoğraf: www.depikt.org

Peki biraz da bu mekandaki tasarım fikirlerinizi anlatır mısınız? “Olduğu gibi bırakma” düşüncesi nasıl pratiğe geçti?

Bilge Kalfa: Biz başta bütün sıvaları kazıdık, ne çıkacak diye bir baktık. İyi şeyler çıktı şansımıza. O bir hayaldi aslında, ilk hazırladığmız renderlarda da o vardı, kazınmışlık istiyorduk burada.

Gamze İşcan: Konuşmanın başında da paralel düşünüyoruz demiştik, tam da bunu söylüyoruz aslında. Bu brütal duruş zaten ekibin oyunlarına, hayatlarına yansıyan bir şeydi. Biz de mimari anlamda bunu yapmak istiyorduk ve o noktada buluştuk.

Mekanda kullanılan mobilyaların tasarımları da size mi ait?

Bilge Kalfa: Evet, mekandaki her şeyde elimiz var. Aslında burada en dikkat ettiğimiz -mış gibi duran şeyler yapmamak. Yani var olan malzeme ahşapsa ahşap kullandık, kaplama yapmadık. Mesela mermerleri sökünce bir duvar çıktı altından ve onu öyle bırakmayı tercih ettik. Böyle şeyleri hep birlikte beğenmek de çok ilginç oldu.

Mert Fırat: Büyük sahnenin tepesinde masif ahşaplar var mesela. Biz bakıp “bunu böyle bırakabilsek ne güzel olur” diye konuşmuştuk aramızda. “Ama hangi mimar kabul eder ki bunu” demiştik. Resmini çekmiştik hatta nasıl olsa böyle kalmayacak diye. Mekandaki birçok şey için aynı şeyi konuşuyorduk. Keşke böyle kalsa dediğimiz çok şey vardı burada. Ama mimarlar bizden beter çıktı gibi bir durum var ortada. (gülüşmeler)

Gamze İşcan: Biz zaten onu olduğu gibi bırakmak istiyorduk ama bunun bir de akustik hesap kısmı vardı ki olduğu gibi bırakmak bizim için yine avantaj oldu. Estetik kadar bazı yerlerde akustik endişelerle hareket ettik.

Bilge Kalfa: Tabi burada akustik danışmanımız Michael Nielsen’dan da bahsetmemiz lazım. Bizim için okul oldu diyebiliriz. Başından beri birlikte çalıştık. Çünkü burası sadece tiyatro yapılabilecek bir yer değil, aynı zamanda elektronik konser de verilebilecek bir yer. Aslında bunun çözümü o kadar basit değil, komplike bir hesabı var. Mike da buradaki meseleyi çok güzel anladı. Bizi gidip akustik paneller almaya zorlamadı. Biz biraz daha kaba diye tabir edebileceğimiz bir tasarım istiyorduk. Bunun için gerekli tasarımı birlikte yaptık.

Akustik dışında bu süreçte kimlerle çalıştınız?

Bilge Kalfa: Aydınlatma tasarımını aslında biz yaptık ama Duygu Çakır’a danıştık. Orhan Tozkoparan’ın kardeşi Erhan Tozoparan var. O da alaylı bir aydınlatma tasarımcısı sayılabilir. Bütün şantiye işlerinde Orhan Tozkoparan vardı, bize çok yardımcı oldu. Buranın müteahitiydi diyebiliriz.

Etiketler

Bir yanıt yazın