İstanbul Çirkin Binalardan İbaret Bir Şehir Artık

Serra Yılmaz ile nükleer santralden yeşil alanlara pek çok konuyu konuştuk.

Serra Yılmaz oyunculuğunun, sanatçı kişiliğinin yanında sıkı bir aşçı, iyi bir tercüman ve sağlam da bir çevreci. İstanbul Sözleşmesi’nden Haliç Metro Köprüsü’ne karşı başlatılan imza kampanyasına kadar pek çok kent hareketinde kendilerini görmek mümkün. Kenti konuşmak için buluştuğumuz Yılmaz “Çirkin binalardan ibaret bir şehir artık İstanbul. Merkezdeki bölge dışında uçakla inerken bakın sırf bina bina bina… Tek bir yeşillik yok” dedi. Katılımcı yönetim konusuna da değinen Yılmaz, “Yeni bir sistem bulmalıyız. Daha katılımcı sistemler yaratmalıyız. Çünkü ben 40 yıldır oturduğum mahallemde Aslan Yatağı Sokağı’na Mehmet Öz adının konulmasını istemiyorum. Amerikan televizyonunda ürün pazarlayan bir doktorun adı neden benim Aslan Yatağı Sokağımın adının yerine konsun” dedi.

Serkan Ayazoğlu: Yedi göbekten İstanbullu olduğunuzu söylemişsiniz. Kültürel miras, doğa varlıkları anlamında İstanbul’da durum nasıl?

Serra Yılmaz: İstanbul’un katliamı başlayalı epey oldu. Kat mülkiyeti ile başlayan bir süreç var. Kat mülkiyeti ister istemez emlak konusunda bir spekülasyon başlattı. O nedenledir ki köşkler, arsalar satılıp apartmanlar dikilmeye başladı. İstanbul’un şehir olarak değerini, bir profili olduğunu, bu profilin tamamıyla korunması gerektiğini katiyen idrak etmeyen insanlar tarafından yönetiliyoruz biz. İstanbul’un en değerli yapıtları olan Ayasofya Camii, Sultanahmet Camii’nin bulunduğu bir perspektifin ardına dikilen koskoca kulelere bakın…

İdrak etmeme konusunda mesela Emek Sineması için bodrumunda fareler dolaşıyor, koltukları yağlı gibi şeyler söylemişti Kültür Bakanı. Ne düşündünüz?

Böyle bakınca gördüğüm, Kültür Bakanı’nın son derece kültürsüz olduğu. Başka ne diyebilirim ki? Bir bakan ki hakikaten kültür mirasının ne olduğunun idrakinde değil. Bizim felaketimiz bu zaten. Bizi yönetmek üzere seçilmiş olan insanların ve bu seçilmiş insanların atadıkları diğer insanların kültür, kültür birikimi, kültür mirası konusunda en ufak bir bilgisinin olmaması.

“Okuyan Cehalet de Var”

Haliç Metro Köprüsü için Orhan Pamuk, Cemal Kafadar, Betül Tanbay gibi önemli isimlerin de aralarında bulunduğu beş bin imza toplandı. Siz de imzaladınız. Ama cevap bile verilmedi. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Köprü en rezil olanı. Ben anlamıyorum; bir sürü akıllı sandığım insan o köprüden fotoğraf çekip paylaşıyor. Ben o köprüyü sürekli protesto etmek gerektiğine inanıyorum. Düşünebiliyor musunuz bir ülke fotoğraf çekilecek diye kendi kültür mirasının bozulmasına razı. Daha ne diyelim ki? Bin tane cümle kurabiliriz ama kurduğumuz cümlelerin hiçbiri bundan farklı olmaz. Benim aklımın alamadığı şeyler bunlar. Bu insanların okumuş olması bir şeyi değiştirmiyor çünkü okuyan cehalet de var. Okullardan çıkıp diploma sahibi olmak illa kültürlü olmak anlamına gelmiyor.

“40 Yıldır Oturduğum Mahallemde Aslan Yatağı Sokağı’na Mehmet Öz Adının Konulmasını İstemiyorum”

Solun hali içler acısı demişsiniz. STK’ların da beş bin imzasına cevap verilmiyor…

Cevap bile verilmiyor çünkü bu sistem bana kalırsa artık tamamen terk etmemiz gereken bir sistem. Daha katılımcı bir sistem icat etmemiz lazım. Böyle bir sistem mevcut mu bilemiyorum. Geçen gün Gündüz Vassaf’ın Radikal’de bir yazısı çıktı. Tamamen katılıyorum bu yazıya. Artık insanlar katılmak istiyorlar, sokaklarının, mahallelerinin, ülkelerinin yönetimine katılmak istiyorlar. Ben beş bin kişinin imza verdiği bir dilekçeye imza vermişsem, bunu kaale alan bir belediye başkanı, bunu kaale alan bir başbakan, bunu kaale alan bir bakan istiyorum; bunu kaale alan bir meclis istiyorum. Bu kaale alınmadan yola devam edilebiliyorlarsa, bizim sistemimizde bir hata var. Yeni bir sistem bulmalıyız. Daha katılımcı sistemler yaratmalıyız. Çünkü ben 40 yıldır oturduğum mahallemde Aslan Yatağı Sokağı’na Mehmet Öz adının konulmasını istemiyorum. Amerikan televizyonunda ürün pazarlayan bir doktorun adı neden benim Aslan Yatağı Sokağımın adının yerine konsun.

“Biz Bir Bütün Olarak İnsanlığız. Onun İçin Milliyetçilik Dünyanın En Aptal Duygusu”

Japon yönetmen Kouki Tange’nin nükleer santralle ilgili videosunu izlediniz mi? Bir Japon’un endişesi bizde daha fazla mı etkili oldu?

Yörede insanlar genelde farkında. Sinop’ta engellemeye yönelik seferberlik var. Nükleer hepimizin hayatını etkileyecek. Sinop’a falan gitmeye gerek yok. Çernobil’in etkilediği alan orayla sınırlı kalmadı. Tabii ki elimizde şu anda rakamlar yok çünkü felaketin sonuçlarını görmek açısından henüz çok yeni olay. Bu rakamlar 50 yıl sonra çıktığında herkes görecek ki Çernobil ve Çernobil’in etki altında bıraktığı bütün yörelerde, Türkiye buna dâhil, çok ciddi oranda kanser vakalarında artış var. Twitter ve bütün sosyal medya ilik arayan ilanlardan geçilmiyor. Ben ortalama günde beş tane ilik arayan bebek ilanı paylaşıyorum, RT ediyorum. İlik, tiroid bütün bunlar nükleer santral ile ilgili şeyler. Çernobil sadece Çernobil’i etkilemiyor beni de etkiliyor. Japonya’daki Fukuşima, bütün dünyayı etkiliyor. Denizden yayılıyor, balıklar oradan oraya gidiyor, kuşlar oradan oraya uçuyor. Bunları denetlemek mümkün değil. Onun için ister istemez Fukuşima’da patlayan santral beni de etkiliyor, bütün dünyayı da etkiliyor. Bunu göremeyeceğimiz bir zamanda değiliz. İletişim çağındayız. Bir bilgi ne kadar yasaklanmaya, kısıtlanmaya çalışılırsa çalışılsın herkes ulaşıyor bir biçimde. Hiçbir şeyin artık gizli kalamayacağı zamandayız. Dolayısıyla tabii ki bir Japon da kaygılanacak Türkiye’deki nükleer santral konusunda. Tıpkı benim Japonya’daki santral için kaygılandığım gibi. Biz bir bütün olarak insanlığız. Onun için milliyetçilik dünyanın en aptal duygusu.

“Ben Çocukluğumda Bildiğim Bir Sürü Şeyi Artık Bulamıyorum”

İstanbul şehir olarak psikolojinizi nasıl etkiliyor?

Benim için İstanbul’da trafiğe çıkmak, dışarı çıkmak her an üzücü bir takım şeylerle karşılaşmak demek. Ben çocukluğumda bildiğim bir sürü şeyi artık bulamıyorum. Bazılarını ben bile unuttum.

Mesela?

Sokaktan geçen satıcıları, boğazın tepelerinin yeşil olduğu, insanların birbirlerine daha nazik olduğu zamanları ben bile unuttum. Konuşunca “Aaa bu da vardı” diyerek hatırlıyoruz. Dolayısıyla yitirdiğimiz şeyler o kadar çok, görüntü kirliliği o kadar fazla ki hangi birini söyleyeyim. Öyle bir belediyemiz var ki Beyoğlu’nda kendi binasının içine etti. O belediye binası “FiveFingers” adlı, Mankiewicz’in çektiği, James Mason’nun oynadığı çok ünlü polisiye filminde kullanılmıştı. Güzelim bina ne kadar güzel duruyordu. 2014 yılında Beyoğlu Belediyesi kendi elinde bulunan tarihi, bir konutu mahvetti.

“Belediyeler En Güzelini Yok Edip En Çirkinini Koymakta Israrlılar”

Beyoğlu’nda masa yasakları, önce Çin mermerleri sonrasında asfalt… Neler oluyor?

Çin mermerleri deyince yoldan kendine yol çıkaran bol miktarda tüccar var anladığım kadarıyla. Belediyeler en güzelini yok edip en çirkinini koymakta ısrarlılar.

Bir muhafazakârlaşma görüyor musunuz?

Görüyorum tabii ki. Masaları kaldırmak bundan başka nedir ki? İnsanların ortada yemekleri, içmelerini engellemeye çalışmak muhafazakârlıktan başka nedir ki? Beni belediyenin bilmem ne vergisi bahanesiyle aldatmaya kalkmasınlar.

“Türkiye’de En Az Eksik Olan Şeyin Cami Olduğunu Düşünüyorum”

Çamlıca Camisi?

O caminin yerinin orası olmadığını ve Türkiye’de en az eksik olan şeyin cami olduğunu düşünüyorum.

“Çevre Konusunda Çok Geç Kaldık, Çok Geride Kaldık”

Kentlerin doğasızlaştırılması hakkında ne düşünüyorsunuz?

Yeşil yok. Yok yok yok. Çirkin binalardan ibaret bir şehir artık İstanbul. Merkezdeki bölge dışında uçakla inerken bakın sırf bina bina bina… Tek bir yeşillik yok. Kaldı ki Paris’in bir sürü parkları, dokunulmayan yeşil alanları var; oranın bile yeşili yeterli değil. Ben ki Berlin’i çok yeşil bir şehir olarak görürüm ve benim için Berlin, Brüksel gibi şehirlerin bir hoşluğu da yeşilidir, oran olarak baktığında oranın yeşilinin de aslında yeterli olmadığını düşünüyorum. Bizde artık şehir o kadar çölleşti, betonlaştı ki ufak oranların bile altındayız. Çevre konusunda çok geç kaldık, çok geride kaldık. Bir susuz kalalım görecekler.

Kanal İstanbul var bir de…

Ben görmeyeceğimi umut ediyorum.

İstanbul Sözleşmesi’ne de imza attınız, sizce nasıl yankı buldu?

Biz uzun yıllar sürmüş bir imparatorluk sonrasında bir cumhuriyet kurmuşuz. Demokrasi geleneğimiz yok. Protesto etmeyi yeni yeni öğreniyoruz.

Ya siyasetçiler demokrasi konusunda ne durumda?

Siyasetçilerin üslubu giderek birbirine benziyor. Bu çok üzücü. Netice itibarıyla bazı ülkelerde demokrasi geleneği daha köklü. Halkın protestoları, itirazları kaale alınıyor. Mecbur kaale alıyorlar. Bonkörlüklerinden, cömertliklerinden değil. Bir baskı sonucu kaale alıyorlar, o baskıyı görüyorlar. Aynı baskının bizde de olabilmesi gerekir.

İnsan hakları ve yeşil arasındaki bağdan söz etmişsiniz bir söyleşide. Nasıl bir bağ var?

Tüm insan hakları birbirine bağlı. Hiçbirini öncelikli görmüyorum. Kadınların şiddete maruz kalmaması, düşünce, vicdan özgürlüğü, insanların inanıp inanmamakta serbest olup olması, doğaya verilen önem bütün bunlar hepsi iç içe. Bütün bunlar bir bütün olarak insan hakları konularını oluşturuyor.

“Bir Sürü Oyun Bizim Tüketim Alışkanlığımızı, Açgözlülüğümüzü Kullanarak ilerliyor”

Tüketim alışkanlığı ile üçüncü köprü arasında bağ olduğunu söylemişti Defne Koryürek. Sizin fikriniz ne?

Okudum röportajı. Defne’nin söylediğinin doğru olduğunu düşünüyorum. Hepsi birbiriyle ilişki içinde. Tüketim konusunda da daha bilinçlenmemiz gerektiğini düşünüyorum. Bir sürü oyun bizim tüketim alışkanlığımızı, açgözlülüğümüzü kullanarak ilerliyor. Netice itibarıyla alıcı kitlesi var ki bunlar yapılıyor değil durum. Bunlar yapılıyor ki alıcı kitlesi oluşturuluyor. “Halk bunu istiyor” her zaman için en büyük yalandır. Halkın ne isteyeceğini iki program, iki dizi ile şekillendirirsin. Eski deyim “halk bunu istiyor” idi. Şimdi daha az dillendiriliyor. İnsanlar bunu istemiyorlar, ne istediklerini bilmiyorlar. Onlara ne isteyeceklerini bu programlar, yapılanlar öğretiyor. Ciddi bir koşullandırma var. Onun için tüketim toplumu aslında hepimizin bulaşmış olduğu bir tür hastalık, bir tür virüs. Oturup düşünüp bundan kendimizi kurtarmamız gerekiyor. Kendimi bunun dışında bırakmıyorum. Ben de bu toplumun içinde yaşıyorum ve bir sürü koşullanmaya maruz kalıyorum.

Türkiye’nin gündemi sizi sıkıyor mu?

Dünya gündemi beni sıkıyor ve üzüyor.

Etiketler

Bir yanıt yazın